Mustafa Lütfi Kıyıcı

Anı yazıları sübjektiflik riski taşıyan bir türdür. Sempatiniz olanı kollamak ya da tersi riskleri vardır. Bu nedenle tanıkların sağlığında yazılması ve düzeltme olanağı olmalıdır. Sorumluluk bunu gerektirir.

Turhan Feyizoğlu 1993’te bana başvurduğunda; “Biz yazamıyoruz, bari sen yaz.” demiştim. Anlatmış ve konuşması gereken kişilere yönlendirmiştim. O şimdi 68 konusunda en birikimli “resmi yazar/tarihçimiz” olacağına derlemeci oldu. Bu eleştirilerimizin olmadığı anlamına gelmez.

Şükran Soner, özellikle işgal döneminde basındaki en önemli “yandaş” gazetecimizdir. Ancak o kadar yakın olmasına rağmen kitabında maddi hatalar var ve bunları düzeltmesini öneriyorum.

Kitabın hazırlanmasında Mustafa Zulkadiroğlu’nun katkısını da istediğini yazmaktadır. Zulkadiroğlu elbette ki önemli bir arkadaşımızdır. İstanbul Bölge Yürütme Kurulu üyeliğini hakkıyla yerine getirmiştir. Ancak bu katkısı yeterince olmamış ki Deniz ve Mustafalar söyleminde, Ankaralı Mustafa Kaçaroğlu’nun bu Mustafalar arasında sayılmaması gerektiğini sayın Şükran Soner’e söylememiştir. Ancak bilinmelidir ki Zulkadiroğlu Devrimci Hukuklularda ve DÖB kurucuları arasında yoktur. DÖB kurulduktan sonra Levent’teki evinden annesinden izin alarak Samsun-Ankara arasındaki “Mustafa Kemal Bağımsızlık Yürüyüşü”ne benim götürdüğüm ve bir daha da yanımızdan ayrılmayan gözü kara bir arkadaşımızdır. Bu kadar iltifat/hak ediş, onun Mustafaların ilk sırasına konmasını gerektirmez. Ayrıca Mustafalar sadece 4M’dir, yani M-1, M-2, M-3, M-4, yani M-5 değil. (*) Soner referans niteliğindeki kitap yazdığına göre doğruyu bilmesi/yazması gerekir.

“Deniz’in en yakın arkadaşlarından Nahit Töre” tanımlaması üzerinde biraz durmak istiyorum. Nahit’in soyadı Töre değil Tören’miş. Biz bunu sonra öğrendik. Bazıları nedense belki de bir tedbir olarak, bizim hiç düşünmediğimiz/düşünemediğimiz, böyle yollara başvururlardı. Mesela, Yusuf Baha’yı İbrahim Baha diye bilirdik ya da tersi. Aramızda nüfus kâğıtlarına bakıp üye yazmadığımız için mesela ana veya baba adını yanlış yazdırıp tutuklanmalardan kendini kurtaranlar olurdu. Haşmet’in bu nedenle Ankara Adliyesindeki ilk DEV-GENÇ tutuklanmasından yakayı sıyırması gibi… Bunları bir kötü niyete yormuyorum. Olgudan bahsediyorum.

İşgal olayını o kadar yakın takip etmiş olmasına rağmen, Bozkurt Nuhoğlu’nun Hukuk Fakültesi İşgal Komitesi üyesi bile olmadığını; İşgal ve Boykot Komiteleri Konsey Başkanının Deniz’in önerisi ile Kemal Bingöllü olduğunu; Bozbey’in işgal ve boykot hareketlerine baştan karşı çıkıp olay kitle tarafından kabul gördükten sonra eylemlere katılmak zorunda kalan FKF’lilerin önerisiyle eş başkan olduğunu yazmaması da garip..!

Nahit’e verilen itibar konusuna gelelim. Şükran Soner dönemin önemli bir gazetecisi olduğu tartışılmaz olduğuna göre ve kitabının referans olabileceği de dikkate alındığında, bu konu önemli.

Marksist literatürde, devrimci konumundan ayrılarak sağ ideolojilerin savunulduğu oluşumlara katılanın, onun örgütlenme ve propaganda faaliyetlerine katılanın adına eğer misyon sahibi değilse, dönek denir. Bu teorik realiteyi söyleyip geçiyorum. üzerine kimin alınması ya da alınmaması önemli değil. Okurun ferasetine bırakıyorum.

Soner, kitabında rektörlüğün işgali sırasında hiç olmayan bir olaydan bahsederken Nahit’ten, “Deniz’in en yakın arkadaşlarından” diye bahsediyor. İşgal döneminde henüz DEV-GENÇ oluşumu yokken etrafta dolaşan DEVGENÇ’li gençleri anlatıyor. Oysa, DÖB bile henüz kurulmamıştı. Bizim o dönemdeki örgütümüzün adı Devrimci Hukuklular Örgütü idi. Geçelim.

DÖB 15 ekim 1968’de kurulmuştur. Nahit, DÖB kadrosuna sonradan katılan, işgal olayında hiç tanımadığımız, ancak çok konuşması vs gibi nedenlerle şahsen benim hiç hazzetmediğim, diğer arkadaşlara da pek sempatik gelmeyen bir “arkadaşımızdır”. Buna Deniz de dâhil. Gürkan’a da bu “’en yakınlık’ meselesine ne diyorsun?” diye sorduğumda, sadece benim gibi güldüğünü söyleyeyim. Gerisi bana kalsın.

necmi demir, mustafa zülkadiroğlu
Arka Sıra (soldan sağa): Mustafa Lütfi Kıyıcı, Nahit Tören, Cihan Alptekin. Ön sıra (soldan sağa): Mustafa Zülkadiroğlu, Necmi Demir.

Ancak Nahit’in aramızda yer almasının sorumluluğu Gürkan’a ve itiraf etmeliyim ki biraz da bana aittir.

Ben Ankara’ya giderken silah yakalatmış ve 4 ay sonra İstanbul’a dönebilmiştim. O’nu tanıştıran, Gürkan’dır. Referansı olması nedeniyle de ilk sorumludur. Onun aramıza katılmasının duyulması üzerine hemşehrisi Konyalı devrimci öğrenciler, grup halinde TMGT’ye gelmişler ve Konya’nın önemli sağcı liderlerinden “Halıcı” soyadlı birinin adamı olduğundan bahsetmişlerdir. Konya’da hiçbir ilerici harekete katılmamışken burada birden bizim aramıza katılmasına anlam verememişler, itirazlarını sıralamışlardır. Buna rağmen nasıl olduysa aramızda kalmaya devam etmiştir.

Bir başka hata daha yaptık Gürkan’la; Atilla Sarp’ın başkan seçildiği ve FKF’nin DEV-GENÇ’e dönüştüğü kongrede İstanbul Bölge Yürütme Kurulu listesini hazırlarken Nahit Töre’yi de yazdık. Kongre sırasında Doğu Perinçek, Nahit’in ismini iki kez sildi, gene DÖB kökenli hatta kurucu üye Ahmet Özdemir’in adını yazdı. İtiraz etmeyeceğimiz zannıyla Ahmet’in adını yazdığını sanıyorum. (Ahmet sonraki yıllarda, Filistin’de gene DÖB’lü bir arkadaşımız olan Yücel Özbek ve Türk Solu dergisinin yazı işleri müdürü Bora Gözen ile birlikte şehit olmuştur.)

Ben de iki kez Ahmet’in adını silip Nahit Töre yazdım. Doğu daha önce bizlerle konuşmuş olsaydı yazmayacağım kesindi. Ancak psikolojik bir inatlaşmaydı bu.

Doğu’ya karşı psikolojik şartlanmaydı diyorum, çünkü ardından, FKF’nin İstanbul yöneticisi üç kişinin atılması için önerge verdim. Doğu’nun itirazlarına rağmen Kongre kararı ile atıldılar. Mahir ile aralarında uzun tartışmalar oldu.

Aradan kısa bir süre geçti. Doğu, Divanyolu caddesi üzerinde, Türk Solu dergisinin üzerinde bulunan İstanbul Dev-Genç bürosunda Konya’da savcılık görevinde bulunan ve sonraları Ankara’da görev yaparken faşistlerce katledilen Doğan Öz’ü kaynak göstererek Nahit’e neden itiraz ettiğini açıkladı. Mosmor olmuştuk. Gürkan referansı olduğu için sorumluluk hissetti ve Konya’ya gitti. Ancak, yanlış bir zamanlamayla birkaç savcının aynı odada görev yaptığı bir ortamda savcı Doğan Öz’e soru yöneltmiş ve dönmüştü;”Yokmuş böyle şey! “ dedi.

Nahit kendisi de defalarca söylediği gibi, sonraları işkence merkezi Ziverbey Köşkünden de sorumlu olduğu açıklanan Memduh Ünlütürk Paşa’dan “dayım” diye bahseder ve sık sık görüşmeye giderdi. İlginç değil mi?

Selçuk Şahin Polat’ın “Mahşerin Beyaz Atlısı” isimli önemli tanıklıkları açıklayan kitabını okuyanlar, THKO’dan yargılanan Nahit ile Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, İrfan Uçar, Bingöl Erdumlu gibi THKP-C’nin önemli isimlerinin, Sıkıyönetim Komutanlığı ile pazarlık sonucu Abdülhamit ve Demirel övgüleriyle dolu inkâr ve itiraf furyasına neden başladıklarını anlarlar. Hapishanedeki tutum ve davranışlarına ise hiç mi hiç girmek istemiyorum.

Bu nedenle, sayın Soner’in “Deniz’in yakın arkadaşı” diyerek referans niteliğindeki kitabında itibarlı konum atfeden tanımlamasını bilgi eksikliğine, belki yakınlık duymasına, belki yıllarca hapis yatmasına yorumluyorum. Bilinmeli ki; faşizm kullanır, limon gibi sıkar ve fırlatır atar.

Şükran Soner’in anılarından öğreniyoruz ki Taylan Özgür’ün katilini yakından görmüş. Peki ya demokrat ve cumhuriyetçi sayın Şükran Soner, onca gürültü yanında o kadar yakın tanışmışlık adına tanıklık yapmak hiç mi aklına gelmedi?

Not:
(*) 4M yani 4 Mustafa şunlardır: Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Mustafa Zülkadiroğlu, Mustafa Karşılayan (Boy Boy Mustafa da denir. “Mustafa Kemal Bağımsızlık Yürüyüşü”nde bayrağı taşıyan –Deniz Gezmiş değil- Mustafa Karşılayan’dır.)