Orhan Yalçın Gültekin

İster reform ister reconstruction deyin, yapılmaya çalışılan yeni bir İslâm toplumu oluşturmak anlamına gelmektedir.

Peki, ama bunu kim yapacak?

Bu soruya verilecek yanıtın “ulema” olmasından daha doğal bir şey yok. ilâhiyat fakültelerinden bir kaç profesörden oluşan bir kurul bunu yapabilir. Bu kurulun Alevileri de kapsaması pek kuvvetle tavsiye edilir.

Yani aklı ermeyen olarak kabul edilen halk/ümmet dışarda bırakılacak ve ulemadan-aydınlardan bir ekip “bu işi bilse bilse biz biliriz” diyecek, muhtemelen Aleviler de ikna edilecek, “siyasi otorite-devlet” de buna yeşil ışık yakacak ve reform ya da reconstruction gerçekleşecek.

Yani Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “türban” konusunu da, din ile ilgili herhangi bir konuyu da “ulema”ya soracaksınız!

Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin düzenlediği türden Alevi iftarları düzenleyeceksiniz ve bir tür İslâm ittihadı gerçekleştireceksiniz.

O güne dek türbelere akın eden, yatırlara çaput bağlayan halk da metazori (çünkü yeni devlet sınıfı ya da devlet sınıfının yeni içtihadı böyle buyurmuş olacak) boyun eğecek. Belki türbe ziyaretleri, yatırlara çaput bağlama da dinen caiz değildir diye ilan edilir ve yasaklanır. Uymayanlara da ceza kesilir netekim.

İster içine halkı katın ister bütünüyle ulemaya havale edin, her türlü reform veya reconstruction işi baştan dayatmacı olacaktır, oydaşma olsun ya da olmasın. (kaldı ki İsevi inanç sistemindeki Protestan hareketi de göstermiştir ki bu tür reformlar toplumun bütününü kucaklayamayacaktır; kucaklaması da mümkün değildir zaten.)

“Din budur” deme ile “din böyle yaşanacaktır, yaşanmalıdır” deme arasında bir fark bulunmamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’i değişmez kabul edip (ki öyledir) orada vazedilenin nasıl yaşanacağını ister ulema ister çoğunluk tarafından karar altına almak, gerçekte bireyin “Allah-Rab” ile Kur’an-ı Kerim üzerinden kurduğu-kuracağı ilişkiyi zapt ü rapt altına almak demek olacaktır.

Bu durumda da yeni bir “engizisyon”, yeni bir “milli görüş”, yeni bir “diyanet” kuruyorsunuz demektir. Bunun başında “Fethullah Gülen”in olması ile “Yaşar Nuri Öztürk”ün bulunması arasında fazla bir fark olmayacaktır. Sistem laik olmadıkça ruhbanlar arasındaki fark çok anlamlı olmayacaktır.

Bu projenin çoğunluk tarafından kabul edilmesi ve uygulamaya sokulması demek “çoğunluğun azınlık üzerinde”, “topluluğun birey üzerinde” tahakkümünü kurmak demek olacaktır.
Lord Acton’un bir sözü vardır:

“It is bad to be oppressed by a minority, but it is worse to be oppressed by a majority… from the absolute will of an entire people there is no appeal, no redemption, no refuge but treason.”
“Azınlık tarafından baskı altına alınmak kötüdür, ancak daha da kötüsü çoğunluk – bütün halkın mutlak istemi – tarafından baskı altına alınmaktır… Ne temyiz, ne geri alma, ne sığınak… Yalnızca vatana ihanet…”

Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 46,7’lik oy desteğine dayanarak “çoğunluk bende, istediğimi yaparım” mealindeki söylem ve ediminin ne kadar “demokratik” olduğunu düşünmek gerekiyor.

***

Ulemanın genel kanaatıdır: türbe ziyaretleri, oraya buraya çaput bağlamak dinen caiz değildir.
Ama ümmi halk laiktir, bildiğini okur. Kur’an-ı Kerim’in bütün şiddet ve öfke dolu uyarı ve tehditlerine, ulemanın bütün uyarılarına, yüzyıllardır süren dayatma ve şekil vermelere karşın gider türbe de ziyaret eder, oraya buraya çaput da bağlar, üfürükçüye de gider, çünkü halk, atalarının dinini uygular!

Hâsılı…

Her türlü reform ya da reconstruction birilerinin iradesinin bastırılması anlamına gelir. Birilerinin iradesini bastırmanın entelektüel örgütlenmesine de dinsel alanda ruhban örgütlenmesi denir.

Laiklik, birilerinin kalkıp da “din adına” ahkâm kesmesine ve başkalarına dayatmalarda bulunmasına karşı çıkıldığı zaman başlıyor. Yalnızca devletin değil herhangi bir örgütlenmenin bunu yapmasına karşı çıkıldığı aşamada başlıyor.

Türbe ziyaretinde bulunana, oraya buraya çaput bağlayana da kendi anladığı, inandığı ve uygulamak istediği “din”i yaşamasına tahammül etmeyle başlıyor laiklik.

Laiklik, asla ve asla, belli bir din anlayışının (o din anlayışı ne kadar modern, ne kadar uygar görünürse görünsün) dayatılması demek değildir.

Bir tür ulema yerine başka bir tür ulema ikame etmek laiklik değildir.

“Senin dinin sana, benim dinim bana” yalnızca “din”ler arası farklılıkları gözeten bir söz olarak kaldığında ve her “din” kendi kompartımanına hapsedildiğinde “birey” ya da “inanan” ortadan kalkar. Bir “cemaat insanı” olarak birey kalır.

“Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” biçiminde çoğul şahıs zamirleriyle düşünmek yerine “senin dinin sana, benim dinim bana” biçiminde tekil şahıs zamirleriyle konuşmak gerekir.

***

Cumhuriyetçi olmak gerekir. Devlet ile birey arasında aracısız ilişki kurmak, topluluk değil birey haklarını öne çıkarmak ve bunu yasal düzeyde tanımlamak gerekir. Cumhuriyet, devletin yurttaşının dil, din, budun, ırk, kültürel topluluk aidiyetlerini dikkate almaz. Cumhuriyet, şu ya da bu topluluğa değil bireye hitap eder. Birey Müslümanmış, Hristiyan’mış; deist, ateist, vb. imiş; ilgilenmez.

Cumhuriyet, dinin geleceğiyle ilgilenmez; birilerinin din adına ahkâm kesmesine ve bu temelde örgütlenilmesine izin vermez. Bu yüzdendir ki tekke ve zaviyelere, tarikatlara vb. karşı durur.

Bu yüzden laik olmak gerekir. Din ile birey arasında aracısız ilişki kurmak, topluluk-cemaat değil birey haklarını öne çıkarmak gerekir.
***
“Düne dair ne varsa, dünle gitti cancağızım.
Artık, yeni şeyler söylemek lazım!”
Mevlana Celâlettin-i Rumi

Zihnimiz, laik olmayan düşünme biçimleriyle dolu oldukça maalesef aynı paradigmalar çerçevesinde düşünüyoruz.

15 Şubat 2008 14:01