Mustafa Lütfi Kıyıcı

Anayasa değişikliklerine “Evet mi, Hayır mı?” diyeceğiz tartışmaları nedeni ile en çok konuşulan konulardan biri 12 Eylül ile hesaplaşmadır. “Yok, zamanaşımı var, hesaplaşma olamaz“ veya “ceza hukukunda sanık aleyhinde olan değişiklik uygulanamaz” gerekçelerinin hiç de yabana atılır olmaması hiç de umurumda değil… Ama darbecilerle hesaplaşabilme ihtimalini bile umut etmek var ya! İşte o ihtimal beni “Evet!” demeye götürendir. Biz “68’li yıllarda” o denli zulmü yaşamadık diyebilirim. Hiç yaşamadık değil! O denlisini yaşamadık. 12 Martın Mamak’ı ile 12 Eylülün Mamak’ı farklıydı. Özellikle Diyarbakır cezaevi… İşte anlatılamayan/tüm ayrıntısıyla konuşulamayan o cehennemdir.

Ve bizler, sanki 78’lilerin üzerinden buldozer gibi geçen yaşanmışlıklarda kendi sorumluluklarımızın olduğunu da hiç mi hiç unutmadık.

O nedenle isteyen sübjektiflikle, duygusallıkla nitelesin benim oyum, bir daha yaşanmaması, insanlık suçunun en rezilini yaşatanların gerçek yüzlerinin ortaya bir daha bir daha deşifre edilebilmesi ihtimali için Evet’tir. Kiminle aynı safta görünecekmişim inanın bu da umurumda değil. Çevremizde de statükoyu sarsmasını umduğumuz bu ufak kıpırtıya aynı oyu verecek, Evet demekle AKP’li olmayacağının bilincinde olan pek çok kişiyi gözlemliyoruz.

Nedir 12 Eylül? Öncesinde, günde ortalama 20 kişinin öldürüldüğü, darbe ortamının “oluşması” için sonranın omuzu kalabalık diktatörlerinin el ovuşturarak beklediği ve sıkıyönetimler nedeniyle erk ellerinde iken önlem almadıkları bir dönem sonrasının adıdır. 11 Eylül’de dökülen kanın 12 Eylül’de bıçak gibi kesildiği gündür. Demek ki bu, kanın dökülmesini bilinçli olarak önlemediklerinin, darbe ortamı yaratabilmenin kanıtıdır. 12 Eylül kandır, gözyaşıdır. Faşizmdir.

1980-1985 arasında 650 bin kişi gözaltına alınmıştır. Bir milyon 683 bin kişi fişlenmiştir. 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmıştır. Sıkıyönetim mahkemelerince 939 kişiye 20 yılın üzerinde,630 kişiye müebbet hapis cezası, 420 kişiye idam cezası verilmiştir. 98 bin 404 kişi hakkında örgüt üyesi olduğu gerekçesi ile dava açılmış bunların 21 bin 764’ü örgüt üyesi olduğu gerekçesi ile cezalandırılmıştır.

12 Eylül’ü bana göre en iyi anlatan Ertuğrul Mavioğlu’nun “Apoletli Adalet –Bir 12 Eylül Hesaplaşması-2” isimli kitabıdır. Mavioğlu, kitabında ilginçliklere dikkat çeker ve “12 Eylül adaleti, aydınları susturma, yığınları sindirme adaletidir. Bu ülkede faşizmin ne olduğunu gelecek kuşaklara anlatmak için asla Hitler, Franco ya da Mussolini hikâyelerine ihtiyaç yoktur” der.

1982 yılında açılan İstanbul’daki Dev Sol Davasında ve Ankara’daki Dev Yol Ana Davasında o dönemin idam cezasını içeren 146. Maddesinden 146’şar idam talebinde bulunulmasını ve 1981 yılında Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesinde açılan PKK davasında gene idam cezası içeren 125. Maddeden 125 kişiye idam cezası istenmesini görevlilerin ilginç espri anlayışı ve ciddiyetlerine örnek olarak verir. Ve “insan hayatına son vermeye hazırlanırken ortaya konulan bu kötü espri anlayışı, sıkıyönetim yargılamalarının kimliği hakkında yeterli ipucu vermektedir” der.

12 Mart martinlerini Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i ve Kızıldere’de katledilen Mahir ve Cihan ve On’larımızı bir ağızda söylemek kolaydır ve hemen anımsanır. Ancak onların izinden gidenleri nedense saymaya kalksak bir iki ismin ötesine geçemeyiz. O nedenle burada sağ/sol ayırımı yapmadan isimlerini anmak isterim. Çünkü idam cezaları devletin tasarlayarak adam öldürme suçunu oluşturur ve bu nedenle de en büyük insanlık suçudur.

-7 Ekim 1980 Necdet Adalı (sol), Mustafa Pehlivanoğlu (sağ). İkisinin de suçlu olduklarına dair yeterli delil yoktur. İbret için ve sağ sol dengesini kurmak adına Ankara’da idam edilmişlerdir.

-25 Ekim 1980’de Serdar Soyergin (sol) Adana’da, savunma avukatı talepleri yok sayılarak savunmansız bırakılmıştır,

– Daha sakalı bile çıkmamış Erdal Eren’i (sol) 13 Aralık 1980’de Ankara’da astılar. Avukatı Nihat Toktay’ı yaptığı savunma nedeniyle 6 ay hapis cezasına çarptırdılar ve infaz ettiler.

-Cevdet Karakaş (sağ) 4 Haziran 1981’de Elazığ’da,

-Veysel Güney (sol) 10 Haziran 1981’de Gaziantep’te, savunma avukatı olmadan idam cezası verdiler. Cenazesi ailesine verilmedi, mezarı da hala meçhul,

-Ahmet Saner (sol) ve Kadir Tandoğan (sol) 25 Haziran 1981’de İstanbul’da,

-Mustafa Özenç (sol) 20 Ağustos 1981’de Adana’da idam edilmişlerdir. Yargılama devam ederken avukatının sıkıyönetim bölgesine girmesi yasaklanmıştır.

-Seyit Konuk (sol) İbrahim Ethem Coşkun (sol) ve Necati Vardar (sol) 13 Mart 1982’de İzmir’de, Bu üç işçi,” sanıklar duruşma düzenini bozarak 1 Mayıs işçi bayramını kutlamıştır.” gerekçesiyle 59. madde uygulamasına gerek görülmediği” idam kararına yazılmıştır.

-Fikri Arıkan (sağ) 27 Mart 1982’de Ankara’da,

-Cengiz Baktemur (sağ) 30 Nisan 1982’de Elazığ’da,

-Ali Bülent Orkan (sağ) 13 Ağustos 1982’de Ankara’da,

-Ali Aktaş (sol) 23 Ocak 1983’de Adana’da,

-Ramazan Yukarıgöz (sol),Ömer Yazgan (sol) Erdoğan Yazgan (sol) ve Mehmet Kambur (sol) 29 Ocak 1983’de İzmit’te, (Ömer Yazgan teğmendi. İdam kararında asker olmasının ve geridekilere ibret olması düşüncesinin etkisi vardı.)

-Halil Esendağ (sağ) ve Selçuk Duracık (sağ) 5 Haziran 1983’de İzmir’de,

-İlyas Has (sol) 6 Ekim 1984’de İzmir’de, Eylemi gerçekleştirdiğine dair tek kanıt dahi yoktu. Sehpaya giderken ”ölümüm bebeklerin mutluluğuna belki katkıda bulunur.” diyordu.

-Hıdır Aslan (sol) 24 Ekim 1984’de İzmir’de idam edildi. Tariş Direnişinin intikamını almak için idam edildi.

Her biri için yaşanılmış /tanık olunmuş ibretlik anlatılar vardır.

Bu arada 22 adli mahkûm ve Levon Ekmekçiyan isimli Asala üyesi olduğu iddia edilen kişi de idam edilmişti.

İdamların hepsinde istisnasız –evet, istisnasız- hukuki hatalar, aceleye getirmeler vardır. Bunların detayları Mavioğlu’nun kitabında var. Emirle verilen, devlet terörünün ürünü can almalar. Ve bunun sonucu referansları olduğunu iddia ettikleri Mustafa Kemal’in siyasileşmelerini cumhuriyete ve devrimlerine sahip olmalarını önerdiği/emrettiği gençliği apolitikleştirmiş, siyasetin dışına atmış bencil bir gençliğin yetişmesine ortam hazırlamıştır. Kemalistlikleri de bundan menkuldür.

Gelelim Diyarbakır cezaevine… Dört insanı, kafalarını bir piknik tüpünün ateşine tutarak intihar etmeleri noktasına getiren düzen insan havsalasının almayacağı bir vahşet düzenidir. Fehmi Kutay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin… Unutulabilir mi? Açlık grevinde ölen Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek…

İşkence ve itiraf politikalarını protesto için kendini asan Mazlum Doğan… Ve ölüm tarihleri bir kayda alınmayan sırf Kürt olduğu için zulüm gören insanlar…

Haksızlığa karşı çıkmayan her insanın yapılan haksızlıkta payı vardır, diye düşünürüm. Öyle de olmalıdır.

Kimisi yapılan anayasa değişiklikleri “ehven-i şer” kabul ediyor ve şerlerin en kötüsü ilan ederek yetersiz buluyor. Yeterli bulana şahsen ben rastlamadım. Gönül ister ki insan hakları, özgürlükler ve özgürlüklerin kullanımında dört başı mamur bir anayasa yapılabilsin. Ama herkesi memnun edebilecek bir anayasa sınıflı toplumda her yerde hayalden öte anlam ifade etmez.

Evet, işte sadece darbecilerin yargılanabilme ihtimalini bile önemsiyor ve sade bir vatandaş olarak oyumu açıklıyorum. EVET…