Objektif sistem diye bir sisteme göre siyasî suçlar tasnif edilmiştir ve bu sisteme göre, suç ile ihlâl edilen menfaat Devletin mevcudiyeti ve teşkilâtına taallûk etmekte ise siyasî suçtur. Sübjektif sisteme göre; fail siyasî saik ile hare­ket etmiş ise o suç siyasîdir. Siyasî suçlar Devletin siyasî intizamına karşı işlenen suçlardır. Bu iki sistemi birleştiren bir düşünce tarzıdır bu ve siyasî suçlara mürtebit suçlar diye bir baş­ka tasnif yapılmıştır; siyasî bir maksat ve gaye zımnında işlenen âdi bir suç mürtebit siyasî suç sayılmıştır ve bunlar da siyasî suçların kaderi­ne tabi kılınmıştır.

En son İtalyan Ceza Kanununda bu gayet açık bir şekilde izah edilmiştir: «Devletin si­yasî bir menfaatini veya vatandaşın siyasî bir hakkını ihlâl eden suç, siyasî suçtur. Kısmen veya tamamen siyasî saiklerle işlenmiş âdi suç­lar da siyasî suç sayılır.» Gerek objektif siste­me göre, gerek sübjektif sisteme göre bu işle­nen suçların, bugün önümüzde bulunan ve müzakeresini yaptığımız suçların siyasî suç oldu­ğunda şüphe yoktur.

Değerli arkadaşlarım; Birçok arkadaşlarım okudular, üstünde faz­la durmayacağım, ama bugün ceza hukukunda değerli eserler vermiş olan Sayın Profesör Fa­ruk Erem gerek yabancı mehazlardan, gerek Türkiye’deki gelişen durumdan yararlanarak burada geniş bir bahis ortaya koymuştur. Bu­rada niçin siyasî suçlarda idam yapılmamalı­dır, unsurlarını saymış uzun, uzun. Vaktinizi al­mamak için kısaca arz edeceğim:

En önemli konulardan birisi olarak amme­nin tasvibi konusunu ele almış. Siyasî suçlarda ölüm cezasının âmmenin mutlak tasvibine bağ­lanabilmesi mümkün olamamaktadır. Ne kadar gerçek olduğu ortadadır. Şu Mecliste dahi sa­bahtan beri yapılan müzakerelerde, nasıl iki fikrin en kuvvetli bir şekilde savunulduğu orta­ya çıkmaktadır. İlimde yazılan bu gerçek şu Meclis huzurunda dahi saat 15,00 ten beri ce­reyan etmektedir. Bunun unsurları olarak da kamuoyunun değişir oluşu ortaya konmakta­dır. Siyasî suçta vuzuhsuzluk sebebiyle idam­ların yapılmaması ortaya konmaktadır ve bu­nun sonunda (demin bir arkadaşım bir kısmı­nı okudular, ben tamamını okuyayım) büyük Devlet admı Guizzot şunları söylemiş, bu ko­nuda: «Eğer bir iktidar bir adamın öldürülme­si ihtiyacında ise, hakikaten böyle bir ihtiyaç mevcut ise, o halde bu iktidar kötüdür.» 1822’de söylenmiş bir lâftır.» Siyasî suçlulara ölüm ce­zasında iktidarın aradığı şey adalet değil, sa­dece kendi emniyetidir. Fakat aradığını bula­maz, aramadığını bulur» Guizzot 1822 tarihinde yazdığı kitabının önsözünde kanaatini şöyle açıklamıştır: «İfrattan nefret ederim, zira ifrat yalandır. Bugün siyasî suçlarda ölüm cezası­nın tek müdafii kalmıştır; korku.»

Diğer bir unsur olarak ilim adamları siya­sî suçu ölüm cezasının önleyemeyeceğini orta­ya koymaktadırlar ve bir ilim adamı: «Siyasî suç müphem kaldıkça, siyasî suçluyu haklı gö­renler daima mevcudolacaktır. Kendinin haklı da görülebileceği inancı içinde olanları ölüm cezasının korkutacağını, dolayısıyle bu cezanın müsakbel suçları önleyeceğini zannetmek hata olur.» Bizim için bugün ilimde ortaya konan en önemli unsur; cemiyette huzur sağlama lüzumudur. Yani idam cezalarının cemiyette huzur yerine, huzursuzluk sağladığını ilim ortaya koymaktadır.

Buradaki ifadeyi aynen okuyorum: «Ceza mutlaka cemiyette bir İhtilâfa son vermelidir. Siyasî suçlarda ölüm cezası hakkında en tanın­mış eseri yazan Devlet adamı Guizzot daha o tarihlerde şu fikirleri ileri sürüyordu: Siyasî bir infazdan sonra âmme sükûnunun daha iyi teminat altına alındığı, Hükümetin kendini da­ha emniyette hissettiğine hiç kimse inanmakta­dır. Bilâkis kuvvet ve emniyetin geleceğine daha az itimat etmektedir. Hükümet infaz eder, halk infazı görür, fakat her ikisi de bir şey kazandığına inanmamaktadır. Âmme vic­danı münhasıran siyasî fiillere ölüm cezasının tatbikini reddeder. Bu vicdan, ölüm cezasının bu sahada faydalı olmaktan ziyade, zararlı (olduğuna kanidir. Büyük Fransız İhtilâli ge­tirdiği hürriyet fikirleri ile tarihe geçti, fakat tatbik ettiği ölüm cezaları yüzünden asırlar sonrası vahşete yakın suçlu bir hareket sayıl­mıştır.

Bir kimsenin öldürülmesinde belki öldüren bakımından haklı sebepler mevcudolabilir, fa­kat bundan bir kan davası doğarsa menşe de kimin haklı, kimin haksız olduğunu kanunlar aramamaktadır. Bu itibarla haklı sebeplerle dahi sosyal bir kan davasına vesile olmamak lâzımdır.»

Beşinci unsur olarak, siyasî suçlarda af yetkisi ele alınmıştır Ve ilim adamlarının or­taya koyduğuna göre, hiç bir siyasî suçlu öm­rünün sonuna kadar hapisanede kalmamıştır.

Bilim adamları söylüyorlar, tetkik etmişler ve sonunda şu hükme varıyorlar:

«Mahkeme kararıyle sabit olan bir siyasî suçun affına, suçlular cezasız kalmamalıdır iti­razı karşı kor. Fakat cezasızlıktan ne anlaşıla­cğını tayin icabeder. ölüm cezası yerine veri­len müebbet ağır hapse cezasızlık demek için bu cezanın ne olduğunu bilmemek lâzımdır.»

Yani, idam cezası vermiyorsunuz ama, mü­ebbet ağır hapse çeviriyorsunuz; müebbet ağır hapis cezasının ne ağır bir ceza olduğunu bilme­yenler belki bunu savunabilirler diye, bilim adamları ortaya koyuyorlar.

Değerli arkadaşım, kısa olarak ele aldığım bu konular ortaya koymaktadır ki, ilim adam­ları artık siyasî suçlardan idamın cemiyete fay­da yerine zarar getirdiğini iddia etmektedirler. Binaenaleyh, önümüzde siyasî suç bulunduğu­na siyasî suçlarda idamın cemiyete huzur de­ğil, huzursuzluk getirdiği, ilim adamlarının gö­rüşleriyle tespit edilmiş olmasına göre, toplumumuzun gelecekteki huzuru bakımından bu­nun üzerine dikkatle eğilmemiz gerekir.

Değerli arkadaşlarım, siyasî suç olmanın, ya­nında, bu suçlar hangi ortamda işlenmiştir, bu­nun üzerinde durmak lâzım.

Bazı arkadaşlarımız, bunlar dile getirildiği zaman, «Bunları bırakalım, bunların faydası yok; geçmişin muhasebesinin hiç bir kimseys faydası olmaz..» gibi sözler söylediler. Elbette fevkalâde zamanlarda bu gibi tartışmalara gir­mekten dikkatle kaçınmaktayız; ama bir ger­çeği tespt etmek için nasıl bir ortamda bu suç­ların işlendiğini ortaya koymak mecburiyetin­deyiz. Şunun için ortaya koymak mecburiyetin­deyim: ilim adamları ne diyorlar? Siyasî suç­larda infazın, âmme vicdanında derin yaralar açabilecğini ortaya koyuyorlar. O halde, âmme vicdanı hüküm verirken, bakacaktır: «Bu suç hangi şartlar içinde işlenmiştir; nasıl bir or­tamda işlenmiştir?» Eğer işlenen ortam, bu suçluları tahrik eden, bir ortam ise; bu suçlu­lara zemin hazırlayan, âdeta bir bataklık mey­dana getirilmiş, sivrisinekler meydana geliyor gibi bir ortam yaratılmışsa; bunlar idam edil­diği zaman asıl suçlu olanlar muhakeme edil­mez, bunlar idam edilirse, işte âmme vicdanın­da durmadan derin bir yara işler ve bu işleyen yaranın ne gibi sonuçlar doğuracağını kimse tahmin edemez. O bakımdan, nasıl bir ortam içerisinde işlenmiş olduğunun üzerinde durmak gerekmektedir. Yoksa, bir muhasebeye girmek, bir münakaşa açmak maksadiyle değil.

Bu suçlar nasıl bir ortamda işlendi: Çok arkadaşlarım, benden evvel konuşanlar dile getirdikleri için fazla üzerinde durmayacağım. Ama, kısaca bu suçların nasıl bir ortamda işlenmiş olduğunu, idamların infaz edilip edilme­mesi konusu tartışılırken ortaya koymaya mec­buruz.

Değerli arkadaşlarım, 1961 Anayasası, den­geli, güzel hazırlanmış bir Anayasadır. Bir ta­raftan siyasî hak ve hürriyetlere en geniş im­kânları açarken, öbür taraftan dengeli olarak, ekonomik ve sosyal haklara en geniş imkânları açmıştır.

LÂTİF AKÜZÜM (Kars) — 44 maddesi değişti.

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Değişti, ama özü muhafaza edildi. Değişenler onun özün­de büyük bir değişiklik getirmedi; siyasî hak­lar devam ediyor, mevcuttur; sosyal ve ekono­mik haklar da değiştirilmek istenmiştir ama değişmemiştir; özü muhafaza edilmiştir.

O halde siz, siyasî hakları en geniş anlamiy­le tanıyacaksınız – ki 1961’den sonra kabul edi­len kanunlarla siyasî hak ve hürriyetlere en geniş şekliyle yer verilmiştir – ama Anayasanın gerektirdiği reformlar yapılamadığı için; bir taraftan siyasî haklarla cemiyette en geniş hürriyetler kullanılarak toplumun önüne meseleler serilirken, gerekli reformlar yapılamadığı için toplumda bunalım gittikçe artmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bir memlekette hem gelişmeyi sağlayacaksınız, millî gelirin artışını sağlayacaksınız, ama gerekli reformları yapa­madığınız için gelir dağılımındaki adalet git­tikçe alt gelir tabakaları aleyhine gelişecek; bu memlekette, bu toplumda huzursuzluklar gittikçe artacaktır; hiçbir polis tedbiri bunu önlemeye yetmeyecektir, işte 1965’ten sonra Türkiye’de cereyan öden olay budur.

Anayasanın gerektirdiği reformların, sos­yal ve ekonomik hakların süratle gerçekleştiril­mesi gerekirken, 1965’ten sonra bu durmuştur ve toplumda 1965’ten sonra iş başına gelen ik­tidar bu reformları yapmamak için direndiği kanaati toplumda uyanmıştır, yerleşmiştir ve bir mücadele başlamıştır.

Bu hakların gerçekleştirilmesi için masum olarak başlayan mücadele, iktidarın tutumu, Devlet güçlerini bitaraf kullanmaması sonucu yavaş yavaş bir anarşi haline gelmiştir.

SEYFİ ÖZTÜRK (Eskişehir) — Hangi top­lumda?.

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Ger­çekler ortada..

TURGUT NİZAMOĞLU (Yozgat) — Siz de ortadasınız..

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Gizle­meniz mümkün değil.. Meclis zabıtlarında yazı­lı. Birçoklarına kendiniz oy verdiniz.

…Ve 1971 Martına geldiğimiz zaman toplum huzursuzdur; toplum ekonomik ve sosyal hakların, reformların gerçekleştirilmesi sebebiyle bir huzursuzluğa girmiştir; anarşik olaylar al­mış yürümüştür.

Baştaki hükümet, Devlet gücünü bitaraf olarak kullanacağı yerde, hoşuna giden tarafı himaye etmiştir, hoşuna gitmeyen tarafı Devlet kuvvetiyle ezmeye kalkmıştır, işte Devlet kuv­vetini böyle kullanmaya başladığınız zaman, – Genel Başkanımız birçok vesilelerle konuşma­larında iktidarın başını yarmaya çalışmıştır, ta 1967’de 1968’deki olaylarda; fakat bu uyarı­lar hiç tesir etmemiştir – Devlet kuvvetleri bu şekilde kullanılmış ve memleket bir anarşinin kucağına atılmıştır. Asıl o zamanki iktidar bun­dan mesuldür.

O iktidarın mesuliyetini bir tarafa atacak­sınız, iktidarın başındaki bir Başbakan çıkacak, «Demokraside biraz anarşi var,» diyecek ve memleket 12 Martın eşiğine gelecek, anarşi başlayacak, karşılıklı çatışmalar, öldürme olay­ları başlayacak; Devlet kuruluşları Hükümete karşı yürüyecek…

İSMET SEZGİN (Aydın) — Çıkaran sizsi­niz Muammer Bey…

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Yürü­yen Yargıtay üyeleri, yürüyen Danıştay üyele­ri, yürüyen üniversite profesörleri kendilikle­rinden mi sokağa çıktılar? Dünyanın neresinde görülmüştür? Ama onları sokağa dökecek ka­dar, olayları o hale getirdiniz ki, niçin kendi­nizde aramıyorsunuz?.. (A.P. sıralarından «Siz, siz» sesleri)

Memleketi anarşiye getirdikten sonra, 12 Mart Muhtırası geldikten sonra, herşey unutu­lacak ve bütün bunların mesulü olarak üç ki­şiyi idam etmek için uğraşacağız?

Muhterem arkadaşlarım, âmme vicdanında derin yaralar açacaktır.

FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Halinize bakın.

BAŞKAN — Sayın Azmioğlu, müdahale et­meyin efendim. (A.P. sıralarından müdahale­ler).

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Ne ka­dar çırpınsanız faydası yoktur. Zaman geçtikçe göreceğiz; bu çırpınmalarınız endişelerinizi ör­temeyecektir. Hepimiz göreceğiz, yaşayan insanlarız, bu Meclis çatısı altında çok olaylara şahidolduk. Böyle bağıranların ne hallere düştüğüne biz bu Parlamentoda çok müşahede et­tik. Onun için, olayları yaşadıkça göreceğiz,; kimin haklı kimin haksız olacağı çok yakın za­manda görülecektir.

FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Öyle ko­nuşma, senin de oğlun var İngiltere’de.

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Evet, oğlum üç tane çocuğum var; bir baba olarak konuşuyorum aynı zamanda.

Değerli arkadaşlarım, sayın Adalet Partisi sözcüsü burada konuşurken korkunç bir zihniye­ti ortaya koydu: Ortanın solu kol, kanat gerdi, işte Genel Başkanının sözünü alarak, sathı mail­de kaya kaya bu noktaya kadar geldik diye…

Bilmiyorum Adalet Partisi buna sonradan tam katılacak mı? Alkışlarla katıldılar ama.

SEYFİ ÖZTÜRK (Eskişehir) — Tamamen katılacak,..

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Değer­li arkadaşlarım, bu, korkunç bir zihniyetin ifa­desi kanaatimce.. Şu bakımdan: Demokratik re­jimlerde, meşru, Anayasa içindeki sol olmadık­ça bir demokratik rejimden bahsedilemez. Ana­yasa sınıfı içindeki solu suçladığınız müddetçe, yalnız o partileri suçlamakla kalmıyorsunuz; demokratik rejime karşı bir hareketin içine gi­rişiyorsunuz. Anayasanın sınırları içindeki solu tahribe çalıştığınız müddetçe demokratik rejim yara alacaktır.

SEYFİ ÖZTÜRK (Eskişehir) — Sayın Ece­vit’i niye suçluyorsunuz? Yep yeni bir nazari­ye, yep yeni bir fikir…

İLHAMİ ERTEM (Devamla) — Sayın Öz­türk, grup sözcümüz size cevabını verdiler; onun için ben cevap vermeyeceğim.

Değerli arkadaşlarım, solu, Anayasa içinde­ki solu suçlayan bir zihniyet, demokratik reji­me karşı yönelmiş olan bir zihniyettir. Onun için tehlikesine işaret etmek istedim. Ama, de­mokratik sol, Anayasa sınırları içindeki solu ortadan kaldırmaya, tahribetmeye kimsenin gü­cü yetmeyecektir. Buna uğraşanlar, beyhude gayretlerinin netice vermeyeceğini şimdiye ka­dar görmüşlerdir, bundan sonra da görecekler­dir.

Bugün burada idam cezaları vesilesiyle, – ki idam cezalarının infaz edilip edilmemesi ayrı, bir konu, demokratik solun bir memlekette iş­leyip işlememesi ayrı bir konudur, ama bu ve­sileyle nasıl bir zihniyet ortaya çıkmakta oldu­ğu, hortlamakta olduğu müşahede edilmiş bu­lunmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, en büyük bir tehlike de, meşru solla gayri meşru solu birbirine ka­rıştırmak suretiyle suçlamaktır. Bu suçlama de­vam ettiği müddetçe, memleketin, geleceğimizin ne kadar büyük tehlikelerle karşı karşıya ge­leceğini izah etmeye lüzum yoktur. O bakımdan, bugün bu olay vesilesiyle Adalet Partisi sözcü­sü, dervişin fikri ne ise zikri de odur kabilinden, dervişin fikri ne ise zikri de odur kabilinden, maksadını ortaya koymuştur. Ama bu, boşuna bir gayrettir. Hiçbir zaman, Anayasa sistemi içindeki demokratik rejime yönelmiş hareket­ler Türkiye’de muvaffak olmamıştır, bundan sonra da muvaffak olmayacaktır. Bu gibi hare­ketlere tevessül edenlerin daima hüsranla kar­şılaştıkları bundan böyle de hüsranla karşıla­şacakları bir tarihî gerçektir.

Değerli arkadaşlarım, bu geç zamanlara ka­dar her şeye takdimen öncelik, ivedilikle bu me­seleyi konuşmuş bulunuyoruz. Ama, tekrar, bir çok arkadaşların kararlı olduklarını görüyorum. Ama, sözlerime son verirken bir kere da­ha, bu kararlılıktan vazgeçerek vicdanlarınıza hitabetmek istiyorum. Bu, toplumumuzun gele­ceği büyük huzursuzluklara sebebolacak bir olay olarak görünmektedir.

FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) Sana göre.

MUAMMER ERTEN (Devamla) — Bana göre öyle, siz de yakın zamanda gerçekleri göreceksiniz, ne olduğunu öğreneceksiniz. O bakım­dan, Devletimizin geleceği, Türk toplumunun selâmeti için yeni bir olay, yeni bir kahraman yaratmayalım; vicdanlarımıza müracaat ederek kararlılığımızdan çıkarak burada selâmetle bir neticeye ulaşalım. Vereceğiniz karar bunları suçluluktan çıkarmıyor, sadece ölüm cezasını müebbet hapse çevirmiş olacaksınız. Bununla, suçluluktan kurtulmuş olmayacaklar. Ama ölüm cezası vermekle bunları kahraman yapacaksı­nız ve bunlar hakkında toplumumuzda gelecek­te yeni huzursuzluklara sebebolacağma ben ina­nıyorum. Ama toplumumuzun gücü birçok şey­leri önlemeye muktedirdir, vicdanlarınıza tekrar müracaat ederek, bir baba olduğumuzu da düşünerek karar veriniz.

Saygılar sunarım. (C.H.P. sıralarından al­kışlar)

BAŞKAN — Başbakan Sayın Nihat Erim, buyurun efendim.

BAŞBAKAN NİHAT ERİM (C S. Cumhur­başkanınca S. Ü.) — ‘Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;

Gecenin bu geç saatinde tekrar kürsüye çık­mak mecburiyetinde kaldığım için özür dilerim. Ama, bir önceki konuşmamda aydınlattığımı zannettiğim konuda bazı sözcüler, tekrar iza­hat istediler. Başka vesilelerle de söylediğim gibi, Türkiye büyük bir komplo karşısında kal­mıştır.

Türkiye’yi bölmek ve parçalamak, demokra­tik rejimi, Türk Devletini yıkmak için silâhlı mücadeleye çıkmış olanlar vardır. (Sıkıyönetim, bunları tespit ederek, zararsız hale getirmek ve suçluları muhakeme etmek için ilân edilmiştir. Önümüze gelen kanun tasarısı, bu suçlulardan birkaçına ait bulunmaktadır. Yetkili mahkeme, kılı kırk yararak, bunlar hakkındaki hükmünü vermiştir.

Bu hükmün infaz edilip edilmemesine ait kararı Anayasamıza göre, Yüce Parlamento verecektir. Parlamentonun takdir hakkına kullanımasına Hükümetin etki yapması doğru olmaz. Tatbikat da böyledir. Bu sebeple Hükümet ola­nak bu müzakerelere müdahale etmedik. Mah­kûmiyet sebepleri meydandadır. Memleketin şartları da malûmunuzdur. Bunların ışığı altın­da karar verilmesi en uygun tarz olur. Kararın olumlu veya olumsuz tecelli etmesi hiçbir fev­kalâdelik yaratmaz. Büyük Meclis takdir hak­kını kullanırken, Anayasanın 64 ncü maddesi yapılırken hangi unsurlar düşünülmüşse, o un­surların serbestliği içinde Büyük Meclis takdir hakkını kullanacaktar. Hükümet, Büyük Mecli­siın takdiri üzerinde herhangi bir suretle etki yapmak istememektedir.

Hürmetler ederim.

BAŞKAN — Efendim?..

MUSTAFA KUBİLÂY İMER (Konya) — Sayın Başbakandan bir soru sormak istiyorum.

BAŞKAN — Kürsüden indiler efendim. Da­ha evvel olsaydı…

(Demokratik Parti sıralarından gürültüler)

Buyurun efendim, sorun.

MUSTAFA KUBİLÂY İMER (Konya) — Sayın Başkan, grup adına konuşmamız sırasın­da da beyan. ettik; verilen, idamların kaldırıl­ması mevzuundaki teklifler hususunda Komis­yonda meselenin müzakeresi sırasında oraya ge­len Bakanlık temsilcisi, bizatihi Sayın Başbaka­nın dış devletlere bu mevzuu sorduk, omların bir kısmından cevap geldi, diğerlerinden cevap gelmedi, bu bakımdan mehil isteyin dediği ve idam­lar mevzuunda Hükümetin bir kararı yoktur şeklinde bizatihi telkin yaptığı, talimat verdi­ği ve orada Bakanlık temsilcisi olan zatın bu talimat gereğince konuştuğu ifade edilmiştiır.

İkincisi, bugün görüşülen infazlar meselesin­de de yine aynı şekilde «Bu hususta fikrimiz yoktur» şeklinde konuşmuştur. Ama buna rağ­men açıkça, idamlar meselesindeki teklifin geriye bırakılması yolunda oradaki bakanlık tem­silcisi durumundaki memur konuşmuş ve bu hu­sustaki talimatı Sayın Başbakan bizzat vermiş­tir ve bu husus Komisyonca da bilinmektedir. Acaba bu yolda bir talimat vermiş midir, ver­memiş midir?

BAŞBAKAN NİHAT ERİM (C. S. Cumhur­başkanınca S. Ü.) — Sayın Başkan, Başbakan, Adalet Bakanlığı namına ‘Komisyonda bulunan zata hiçbir talimat vermemiştir.

Başbakan, Adalet Bakanına, demin burada konuşulan şekilde talimat vermiştir. Bunun hilâfında beyan olursa ya zühul etmişlerdir veya talimatı aşmışlardır.

BAŞKAN — Sorunuz cevaplandırılmıştır.

Saym Hüseyin Abbas, buyurun.

HÜSEYİN ABBAS (Tokat) — Sıramı Sayın Akmumcu’ya veriyorum.

BAŞKAN — Hüsamettin Akmumcu. Buyu­run efendim.

HÜSAMETTİN AKMUMCU (İsparta) — Sa­yın Başkan, sayın milletvekilleri;

İdam kararlarının infazı ile alâkalı olarak suç mahiyeti itibariyle siyasî midir, değil midir? Bunun münakaşasını yaparak, suça siyasî vasıf izafe ederek idamların infazının geri bırakılması yolunda kanaatlerin izhar edildiğine şahit ol­duk. Ve yine burada, işlenen suçların bazı şart­lar altında cemiyeti bu suç işlemeye teşvik ettiği kanaatlerinin söylendiğine şahit olduk.

Memleketimiz bir hukuk Devleti olma gay­reti içindedir. Memleketin içerisinde iktisadî ve içtimaî sıkıntıların hal çaresi, elbette ki, hukuk nizamını zorlayarak, hukuk kaidelerini çiğneye­rek anarşi yolundan hal cihetine gitmek de­ğildir. Bu memleket içerisinde her hangi bir fik­rin sahibi olan bir şahıs, kanunların çizdiği hu­dutlar içerisinde o fikrini söylemek, telkin etmek hakkına sahiptir. Aksi kanaatleri tethişle, te­rörle sindirmeye çalışmak, elbette ki, bu mem­lekette demokratik hayatın gidişine son verme maksadına matuf olarak kabul edilmesi icabe­den bir düşünüş olur.

Dünya milletleri içerisinde siyasî suçluları idam cezasından uzaklaştıran hukukî mütalâala­rın, memleketimiz içerisinde tatbik edileceği dü­şüncesini ileri sürmek, içerisinde yaşadığımız olağanüstü şartlan bilmemezlikten gelmek ma­nasını taşır. Memlekette anarşi, çok seneler evvel başladı. Son senelerde şiddet kazandı. Memleket içerisinde elbette ki, içtimaî, iktisadî birta­kım sıkıntılar, ıstıraplar vardı, bunalım olarak vasfediliyordu. Ve bu bunalımın çare ve se­beplerini biz memleket meselelerini açıkça orta­ya koyarak, bunun münakaşasını yaparak, izah yoluna hiçbir zaman gitmedik, gidemedik maale­sef.

Evet, bazı şahıslar, bazı gençler idama mah­kûm oldular. Haddizatında onlarla beraber ma­nen idama mahkûm olanlar da var. Onların fi­kir babaları var. Onları bu vasata itenler var, bu memlekette. Eğer bir memleketin gençliği manevî değerlerden mahrum olarak yetiştirilir­se, o memleketin millî müesseselerine bağlılığı gençlik içerisinde zaafa uğratılırsa elbette ki, o memleketin gençliği heyecanını başka yollarda kanalize etmek ister. Dikkat edilirse, bu anarşik hadiselerin içerisinde İlahiyat Fakültesinin, Yüksek İslâm Enstitüsünün adı karışmamıştır. Ama bizdeki gelip geçen hükümetler, ferdi ah­lâk bakımından, islâm ahlâk ve faziletine daya­nan Türk ahlâkını daima geri plana itmişler, si­zi Garbın örnek insanı haline getireceğiz diye kozmopolitlik yolunda alabildiğine büyük bir gayret içine düşmüşlerdir.

Bugün memleketimizde sömürüden bahsedili­yor, vurgundan bahsediliyor, soygundan bahsediliyor. Bunun için, bu şartlar altında anarşik hareketlerin başladığı ve inkişaf ettiği söyleni­yor. Eğer bu memleketteki sömürü, bu memle­ketteki vurgun, bu memleketteki soygun üzerine eğilinirse bunun sebeplerini gençlerin hareketin­de aramamak lâzım. O gençleri bu yola sevk eden sistemin ve sistemi benimseyenlerin içeri­sinde aramak lâzım gelir. Dikkat edilirse, bu memlekette ele alınmayan bir mesele var. Ko­münistleri gıdalandıran, onlara fikir babalığı yapan, onları ikiye, üçe bölen, Türk gençliğinin yekvücut bir manzara arz etmesine mani olan, millî fikriyatın önüne çıkan bir masonik zihni­yet var.

Şimdi, bu gençler niçin sömürüden şikâyetçi oluyorlar diyoruz. Vurgun var, soygun var, reformların yapılması lâzımgelir diyoruz. Re­formlar üzerine ciddî şekilde eğilmemiz lâzım­gelirken, reformların köküne bir türlü inemiyo­ruz. ilk yapılacak reform maarifte olacaktır. Ama marifte yapılacak reform, imam hatiplerin ilk kısmını kaldırmak, yüksek islâm enstitülerine giden yolu iki sene tıkamakla olmaya­caktır. Bu, tamamen masonik bir zihniyettir. Biz 4 Ağustosta İçişleri Bakanı aleyhine verdiğimiz gensoru bütün bunları bir bir izah ettik.

BAŞKAN — Sayın Akmumcu, lütfen 1 nci maddeye gelmenizi rica edebilir miyim?

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — Evet, 1 nci madde… Niye niye, bu gençler bu hale düştüler, neden millî bağlarından koptu­lar, neden birer Türk milliyetçisi olarak bu memlekette kanunların bahşettiği haklar içeri­sinde kalamadılar? Bunun sebebini araştırmak lâzım. Halk Partisi Sözcüsü itirafı zünub olmak üzere çıktı, «kabahat hepimizindir» dedi. Bu sözde yerden göğe kadar hakkı var. Evet, ka­bahat hepimizin, müştereken ve müteselsilen hepimizin. Onun için ben deminki sözlerimi söy­ledim.

Ciddî olarak meselelerin üzerine eğilinmiyor. Meseleler yalnız ve sadece fikir zemininden uzaklaştırılarak mültaâa ediliyor. Bu memleket­te zulmedecek, kendi kardeşine kurşun sıkacak, kendi ordusuna, mensubu olmakla iftihar ede­ceği şerefli ordusuna nasıl oluyor da kurşun sı­kabiliyor. Bu hâdiselerden evvel Barış Mecmu­asında okumuştum. «Orta Doğu Teknik Üniver­sitesine gittim. Oranın rektörü, Nazım Hikmet köşesinin yapılmasına ses çıkarmıyordu…»

MUSTAFA KAPTAN (Sinop) — Rektörün ismi ne?

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — Orada sosyalist fikir kulüpleri faalivette bulunuyordu,» diyor. Kendisini ikaz ettim, «Fikir hürriyeti var, gençleri bırakın demokratik zih­niyet içerisinde yetişsinler» dedi. «Bundan çok müteessir oldum» diyordu.

O rektörün adı Kemal Kurdaş’tı. Bu, kart ve anaç bir masondu. Millî duyguların gıdalanmasını bu memlekette istemiyordu. Onun için bu tavrı takınmıştı arkadaşlar.

Arkadaşlar, evet bir idamın infazına dahi rıza göstermek hakikaten insanın yüreğini parçalıyor. Derin ıstıraba ve eleme gark ediyor.

Demin arz ettiğim gibi, bu gençlerle beraber manen idama mahkûm olanlar var. Ve o manen idama mahkûm oluşun telâşı içerisinde de bir­birini itham edenler var. Ben, onlara hitabediyorum. Diyorum ki, bu memlekette sömürü var­sa, üzerine eğilinilecek, millî gelirin tevziine dikkat edilecek. Bu memleketin millî gelirine yahudi, mason, rum, ermeni hâkim olmayacak.

Bizzat Anadolu evlâdı Türkoğlu Türk hâkim olacak. Bizim istediğimiz bu, arkadaşlar.

FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Erbakan nerede, ondan haber ver?

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — Erbakan’ı ne yapacaksın? Hasta, raporlu (A.P. sıralarından, gülüşmeler)

Evet, Erbakan dedin. Odalar Birliğinden Bakanlar Kurulu karariyle atılışının da sebebi vardır. Millî gelirin dağılmasını istiyor, Ana­dolu tüccarını ihracatçı, ithalâtçı yapmak isti­yordu. İstanbul’daki 5 – 10 yahudiniıı, masonun iktisadî hayatımızdaki hâkimiyetine son vermek istiyordu.

BAŞKAN — Lütfen 1 nci maddeye gelelim Sayın Akmumcu. Yani Meclis miktarı kâfi tenevvür etti. Lütfen sözü 1 nci maddeye intikal ettirelim.

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — Şimdi 1 nci maddeye geliyorum. Bu idama mahkûm edilenler bilerek, isteyerek bu suçu irtikâbetmişlerdir. Onların niyet ve gayeleri Türkiye’nin meselelerini komünizmi hakim kı­larak halletme yoludur. Onların içerisinde kendisini nedamet hissine kaptıran bir teki yok­tur. Mahkemelerdeki ifadelerinde devamlı olarak, «Biz Mao’cuyuz, biz Lenin’ciyiz. biz komünistiz, biz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadelede kararlıyız» diyorlar.

İşte meselenin düğüm noktası burada. Eğer bu siyasî suçtur, infazı tehir edelim veya idam cezasını infaz etmeyelim, düşüncesini ortaya atanlar, bunların duydukları nedameti de bu kürsüden ileri sürebilselerdi, o zaman nispî ola­rak belki haklılıkları teemmül edilebilirdi. Ama bunlarda bir nedamet hissi dahi teşek­kül etmemiş, beyinleri masonlarmki gibi tama­men yıkanmış, bağlanmış. Komünizmden vaz­geçmiyor, Devletin temel nizamlarını yıkmak istiyor. Bu Devlete hayat hakkı tanımak is­temiyor. Türk Devletinin mevcudiyeti onu rahatsız ediyor. Mesele burada. Bunun için ne kadar ıstırap da duysak, suçun vasfı ne kadar siyasî de olsa, biz mahkemenin vermiş olduğu kararı, idam yolundaki kararı hiçbir zaman müebbet hapse tahvil edelim düşüncesinden hareket edemeyiz. Meseleleri his ve heyecan planından uzak olarak mütalaa etmek mecbu­riyetindeyiz.

LÂTİF AKÜZÜM (Kars) — Âmin, âmin.

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — «Âmin» demeyin, amini bir istihza vasıtası olarak kullanmayınız.

Şimdi burada diyorlar ki, «idamlar bir ne­tice, fayda temin etmeyecek, faydalı bir ne­ticesi olmayacak, idamların faydalı bir neti­cesi olabilmesi için, meselenin fikrî yönüyle de ele alınması lâzım gelir. Eğer Meclis idam­lar hususunda karar verir ve askerî mahke­menin idama mahkûm ettiği bu şahıslar, idam edilirse, bundan sonra çıkacak hadiselerle memlekete göz dağı vermek, bir nevi tehdit havası içerisine girmek netice üzerine mües­sir olamayacaktır.»

Devletimiz ya bekasını temin edecek dere­rede kuvvetlidir veya zaaf gösterecek derece­de kuvvetinden kaybetmiştir. Biz, Devletimi­zin zaafa uğradığı kanaatında değiliz. Devle­timiz kuvvetlidir, fakat kuvvetliliği dolayı­siyle de atıfette bulunacak değildir. Bu mem­lekette suç işleyenler elbetteki cezalarını gö­receklerdir. En ufak, cüzi, mahallî bazı fevri hadiseler bu kürsüye getirilmiş, memlekette umumî bir irtica havasının doğduğu iddiasıyla saatlerce bu kürsü meşgul edilmiştir. Eğer bunların yerine, bu eli tabancalı anarşistlerin yerine, Devlet hayatına kasdeden bu zalimle­rin yerine bunların yaptıklarının yüzde biri­ni birkaç saf Müslüman irtikabetmiş olsaydı, derhal bu kürsüden idam edilmeleri lâzımge­lir, bunun münakaşası dahi zaittir diye nice parlak nutuklar dinlerdik. Hadiseleri tek ta­raflı olarak mütalaa etmeyelim. Hadiseleri bü­tünü ile ele alalım.

Hani körleri toplamışlar fili nasıl görü­yorsunuz demişler. Bacağını tutan «dikme gibi» demiş, kulağını tutan «çarşaf gibi» de­miş, kuyruğunu tutan «Sopa gibi» demiş, Biz, meseleyi bir kör olarak ele almayalım, Gö­ren olarak fili bütünüyle görelim. Gövdesiyle, kulağı ile vücudu ile bütünüyle görelim. İşte meselenin mühim noktası burada.

Memleketin her türlü iktisadî, içtimaî dert­lerine çare bulmak için Mecliste müzakereler yapılacak, reform kanunlarının içtimaî fay­dası veya zararı burada münakaşa edilip karara bağlanacaktır. Bunun münakaşası sokakta ol­mayacaktır; bunun münakaşası tabancalarla yapılmayacaktır, bunun münakaşası hiçbir za­mn dinamitlerle müesseseler patlatılarak yapılmayaraktır.

Bunun için dünyanın diğer milletlerinde si­yasî suçlular idam cezasına mahkûm edilmiyor­lar veya mahkûm edilseler de bu ceza infaz edilmiyor diye ortaya atılan düşünceyi hareket noktası yapmak baştan sona kadar hatalıdır. İdamlar yapıldığı takdirde ondan sonra Devle­tin kuvveti zaafa mı uğrayacaktır ki, çıkacak hadiseleri önleyemesin. Niye ömleyemesin? Ön­lemeyecek ne var?

Bugün millet olarak komünizmin yanında bulunan kaç kişiyi görebilirsiniz. Dikkat edi­niz, mağara hayatı yaşayan, ekmeğine katığı zor bulan, yolu olmayan, suyu olmayan, hatta yolunu kendisi yapan köylüye, Devlet bütçesin­den burada operalara, bale mekteplerine para ayrılırken para ayrılmıyor. Köylüye kendi ke­seseinden okul yaptıran zihniyet var. Sırtında taş taşıtan zihniyet var, imeceye koşan zihni­yet var. Evvelâ bu zihniyetten bu memleketi uzaklaştıralım. Başkasında görmek istediğimi­zi kendimizde arıyalım evvelâ. Ama dikkat edin onlar anarşi yoluna teşebbüs ve tevessül edi­yorlar mı? Benim okulum yok, benim suyum yok, benim yolum yok diye miting meydanları­nı dolduruyorlar mı? Anarşi yoluna gidiyorlar mı, yağmacılığa kalkıyorlar mı, banka soyuyor. lar mı? Hayır, ama onları tutan bir tek sebep var, o da iman. Mesele imana gelir dayanır. İmanlı nesiller hiçbir zaman anarşiye tevessül etmezler; ama imanlı nesillerden de korkan züm­reler var. Memleketi sömürenler, vurguncular, soyguncular imanlı nesillerden hoşlanmazlar, onlar isterler ki, milletin sırtından geçinelim, tufeyli sınıfını devam ettirelim arzusu içinde­dirler.

HALİL İBRAHİM COP (Bolu) — 1 nci mad­deyi mi görüşüyoruz?

BAŞKAN — Tamam, bağlıyorum efendim.

HÜSAMETTİN AKMUMCU (Devamla) — 1 nci maddeyi konuşurken, burada yapılan konuşmalarda denildi ki, birtakım şartlar altında bu gençler bu yollara tevessül etmişlerdir. Ya­ni şartların mevcudiyeti idam cezalarının infa­zına mani olucu bir tahfif sebebidir. Bu fikri ileri sürdüler. Biz de bu fikrin karşısında oldu­ğumuzu söylüyoruz.

Bu zaman içerisinde bulunduğumuz şartlar tahfif sebebi olamaz. Nasıl, milletimiz tahammül ve sabır gösteriyorsa ve o tahammül sabrının mükâfatını zamanla alacaksa, biz de o gençlere aynı şeyleri söylüyoruz. Artık Türk siyasî haya­tında millî şahsiyetimizi iktisaba mecbur ve mükellefiz. Bizim millî şahsiyetimiz üzerine göl­ge düşürmememiz gerekir. Millî hüviyet içinde hareket edeceğiz. Vatandaştır diye yabancı par­mağını, Yahudi oyununu, Mason, Ermeni oyu­nunu ortaya koymayacağız. Bu memleket Bernar Naum’lann Mığırdıç Şellefyanların memleketi de­ğil, Türkün memleketidir. Bunu böyle bileceğiz. Türklüğün prensiplerini ve milletin ulviyetini kabul edenlere bu memlekette yaşama hakkını tanıyacağız. Bunun dışında olanlara yaşama hakkını kanunların bahşettiği nispette tanıya­cağız. Eğer kanunlar içtimaî fayda noktasın­da noksan ve mahzurlu ise onların da buradan telafisi cihetine gideceğiz. Kanunlarımızı içti­maî bünyemize uygun hale getireceğiz.

Sayfa 1 Sayfa 2 Sayfa 3 Sayfa 4 Sayfa 5 Sayfa 6 Sayfa 7 Sayfa 8 Sayfa 9 Sayfa 10 Sayfa 11 Sayfa 12 Sayfa 13 Sayfa 14