orhan yalçın gültekin
eski binanın yabancı ellere geçişinden bu yana pilav günlerine gitmiyorum. darüşşafakalılar derneği’ne de uzun zamandır uğradığım yoktu. tamamen oğuz altay’ın zorlamasıyla – tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır atasözüne uygun olarak – bir perşembe akşamı derneğe uğradım. doğrusu, hem hevesli değildim, hem de kayda değer bir şeyler yapılabileceğinden umutlu değildim. düzenli olarak bülteni alıyor ve okuyordum. en son derginin haziran sayısı da elime geçmişti ama, yine de yürütülen çalışmaların bir hayrının olup olmadığı konusunda olumlu bir düşüncem yoktu.
“geldim ve ruhumu kurtardım.”, diyebilmek için girdiğim dernekte, diğer insanların yaklaşımlarının ne kadar farklı olduğunu gördüm. herşeye rağmen derneği varetmeye çalışanları, darüşşafaka ile ilgili en ufak bilgiyi değerlendirmeye ve en önemsiz sorunu bile önemseyip çözmeye uğraşanları, darüşşafaka’ya önyargısısz ve önkoşulsuz karınca kararınca, damlaya damlaya göl olur örneği, özveriyle hizmet edenleri görünce onların coşkusu beni de sardı ve hemen ne yapabileceğimi, nasıl katkıda bulunabileceğimi sormaya ve düşünmeye başladım.
akşam eve dönerken, olanları düşündüm.
darüşşafaka’yı gönlümüzde yaşatmanın çok güzel ama yetersiz olduğu geldi önce aklıma. darüşşafaka zaten var. bizim düşüncemiz ve gönlümüzden bağımsız olarak var. darüşşafaka, kitap ister, ekmek ister, su ister. darüşşafaka emek ister. darüşşafaka bizi ister.
sonra bu işlerin zaman istediğini, bu işlere ayıracak zamanımın olmadığı düşüncesi çıktı ortaya. ne yalan! nelere zaman buluyoruz şu ahir ömrümüzde de bu işlere mi zaman bulamayacağız/ayıramayacağız?
öyle darüşşafakalıyım diye övünmek kolay! geçmişi anmak, “bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.” benzeri geçmişe özlem yüklü anlatımlardan hoşnut olmak, “siz darüşşafakalılar bir aile gibisiniz, birbirinizi desteklersiniz.” sözleri karşısında gururlanmak yeter mi? bu aileye katkımızın ne olup ne olmadığını, aramızdaki dayanışmayı geliştirmek için neler yapabileceğimizi düşünmenin zamanı gelmedi mi?
ben, kendi adıma, bu soruları sormaya başladım artık. elimi taşın altına koymaya kararlıyım. bunu övünmek için yazmıyorum. bu çalışmaları özveriyle sürdürenlerin sadeliğinde ve gösterişsizliğinde olabilmek asıl önemli olan. yine de her özeleştiri “ben”i vurgulamak zorunda.
siz de bir kez olsun derneğe, “geldim ve ruhumu kurtardım.” diyebilmek için gelin. darüşşafaka için yapabileceğiniz bir şeyin olduğunu göreceksiniz ve bir sonraki gelişinizde “katkıda bulunuyorum ve ruhumu kurtarıyorum.” dediğinizi farkedeceksiniz. doğrusu bunun tadına doyamayacaksınız.
darüşşafakalılar bülteni, ağustos 1997
meraklısına notlar:
1) bu yazıdan sonra darüşşafakalılar listesine yazdığım her yazının altına kişisel künyemle birlikte “darüşşafaka için yapabileceğimiz bir şey mutlaka vardır” savsözünü eklemeye başladım. bir gün, mustafa uğur demirci ağabeyim, “bir şey mi, iyi bir şey mi?” diye sordu. o gün bugündür savsözü “darüşşafaka için yapabileceğimiz iyi bir şey mutlaka vardır” biçiminde kullanır oldum.
2) bu metin bir masumiyet dönemi yazısıydı. üzerinden çok zaman geçti. darüşşafakalılar derneği içinde ve aracılığıyla darüşşafaka’ya hizmet etme sürecimde bir dizi savaşım verdim. bu savaşımlar beni farklı mecralara iterken, darüşşafaka içindeki insan kümelerine ilişkin değerlendirmelerim de değişti. her camiada olduğu gibi bizde de dört tip insan kümesi olduğunu düşünüyorum: darüşşafakalılar, darüşşafakalı geçinenler, darüşşafaka’dan geçinenler, darüşşafaka’ya ‘kıyanlar’… (kimi darüşşafakalılar, bu ‘kıyanlar’ ifadesinin yerine ne geçmesi gerektiğini bileceklerdir.)




Yorum bırakın