Orhan Yalçın Gültekin
Modern anlamda demokrasi kavramıyla tanışmamız Fransa üzerinden oldu. “Fransız İhtilâl-i Kebir”inin “Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik” ilkeleriyle Fransız bayrağının üç rengi (mavi-beyaz-kırmızı) özdeşleşerek beynimize kazınmıştı.
Bir yaklaşımın demokratik olup olmadığı, Fransa’da bulunup bulunmadığına bakılarak değerlendiriliyordu.
Emperyalist Fransa’nın Cezayir rezaleti bile kafamızdaki demokrasi ile Fransa arasındaki özdeşleşmeyi kıramıyordu.
Beynimizde, Sartre belirirdi önce… Fransa’nın 1954’te Cezayir’deki bağımsızlık hareketine karşı başlattığı acımasız savaşa karşı çıkan ve bu karşı çıkışı kendisini Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin “çantacı”sı olarak ifade etmeye dek götüren Sartre…
Ama Fransa imgesi bununla sınırlı değildi. Belli çevreler gidip De Gaulle’e şikâyet ederler Sartre’ı ve uyarmasını isterler. De Gaulle, şaşkınlıkla bakar gelenlere ve dudaklarından şu sözler dökülür: “Sartre’ı uyarmak mı? İyi ama Sartre, Fransa’dır…”
Sonra Carlos Marighella gelir gözlerimizin önüne. “For the Liberation of Brasil” [Brezilya’nın Kurtuluşu İçin] adlı derlemeye (muhtemelen içindeki “Şehir Gerillası El Kitabı” yüzünden) basım izni alamaz yayınevi. Bunun üzerine Fransa’da ne kadar yayınevi varsa biraraya gelir ve kitabı hepsinin adıyla basarlar.
Fransa, bizim için edebiyattı, sanattı, demokrasiydi… Eşitlik, özgürlük ve kardeşlikti. Ne yalnızca biri ne diğeri ne de ötekiydi… Birbirinden ayrılmaz bir üçlü…
“Ermeni soykırımı yasası” ile demokrasinin kalesi düştü…
Kaleyi düşürenler kabul oyu veren Fransız parlamentosunun beşte birini oluşturanlar değildi yalnızca… Asıl sorumluluk Fransa’nın bütün dünyaya evrensel değerler olarak benimsettiği değerlere sahip çıkmayı göze alamayıp oylamaya katılıp demokrasi karşıtı oportünistleri geri püskürtmekten kaçınanlardı.
Yazık oldu…
Diyarbakır Egoup, 17 Ekim 2006 04:04




Yorum bırakın