12 Nisan 1968 – Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” adlı kitabını yayımladığı için hakkında soruşturma açılan Mehmet Ali Ermiş sorgu sırasında öldü.

Marcel Willard’dan “Babeuf’ten Dimitrof’a Sosyalist Savunmalar”, Fedor Vasilevich Gladkov’dan “Çimento”, Maksim Gorki’den Halk Kültürü, Lenin’den Devrim Stratejisi gibi pek çok çeviri eseri okuyucuyla buluşturan Gün yayınlarının sahibi olan Mehmet Ali Ermiş, 1968’de Nâzım Hikmet’in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanını yayımladı. İlk baskısında herhangi bir sorunla karşılaşılmadı, ancak ikinci baskıda kitap toplatılıp soruşturma açıldı.

Mehmet Ali Ermiş’in sorgu sırasında ölümü üzerine oluşturduğum bir seçkiyi aşağıda sunuyorum.

1. Bir sosyalist mahkemede can verdi. (Ant’ın haberi ve FKF İstanbul Sekreterliği’nin Açıklaması)
2. Doğan Özgüden’in Haftanın Yorumu köşesindeki yazısı
3. Milliyet Gazetesi Haberi
☆☆☆
Gün Yayınları ile ilgili ufak bir kişisel not:
Kütüphanemde Gün Yayınlarından çıkmış Maksim Gorki’nin Ana romanının 1. cildi vardı… Onu buldum, öpmedim ama kokladım…
Türkçesi Cevdet Ün’den…
Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul – 1965
Sizin de ulaşabileceğiniz bir yerlerde bir “Ana”nız yok mu?
Size de iyi okumalar…
OYG, 12 Nisan 2020
☆☆☆

Bir sosyalist mahkemede can verdi.

Gün Yayınları’nın sahibi Mehmet Ali Ermiş, geçen cuma günü saat 16.10’da Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” isimli romanında komünizm propagandası yapıldığı iddiasıyla sorguya çekilirken adliyede bir kalb krizi geçirerek ölmüştür.

Tamamen toplumcu eserler yayımlayarak Türkiye’deki sosyalist mücadeleye büyük katkıda bulunan Mehmet Ali Ermiş’in son zamanlarda yayınladığı kitapların hemen hepsi toplatılmış ve hakkında Savcılıkça TCK’nun 142. maddesine göre “komünizm propagandası” yaplığı iddiasıyla dava açılmış bulunuyordu.

Ermiş, kitapları toplatılmak suretiyle uğradığı bütün maddi zararlara ve karşı karşıya bulunduğu ceza tehditlerine rağmen mücadeleden yılmamıştı. Bir süre önce enfraktüs geçirerek hastaneye yatırılmış, sorgudan orada da kurtulamamıştı. Karısının verdiği hasta raporuna rağmen Sorgu Yargıcı yanına bir zabıt katibi alarak gizlice Cerrahpaşa Hastanesi’ne girmiş ve hasta yatağında Ermiş’i sorguya çekmeğe kalkışmıştı.

Ermiş’in kovuşturma konusu olan kitapları şunlardır: Marxizmin Kaynağı, İhtilâlin Özü, Sosyalist Savunmalar, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim. Çimento…

1924’te dünyaya gelmiş olan Mehmet Ali Ermiş, liseyi Kars’ta bitirmiş, bir süre Edebiyat Fakültesi’ne devam ettikten sonra gazetecilik hayatına atılmıştır. Bu arada Türkiye İşçi Partisi’nde de aktif görevlerde bulunan Mehmet Ali Ermiş, 1963 yılında Gün Yayınevi’ni kurarak iyi seçilmiş, mükemmel hazırlanmış bir çok kitabı kültür hayatımıza armağan etmiştir.

Ermiş evli olup, üç çocuğu vardı.

Ölümü gerek basın çevresinde, gerekse sosyalistler arasında büyük üzüntü yaratmış ve Fikir Kulüpleri Federasyonu İstanbul Sekreterliği şu bildiri ile ortak üzüntüye tercüman olmuştur:

“Demir Ökçeyi tanıttı bize. Tanıttı ve yeryüzünün her yerinde insana vurulan soysuz tekmeye karşı uyardı bizi. Demir Ökçe sinirlendi buna, Yürüdü bu yiğit insanın üstüne. Korkmadı Ermiş. Ve Çelike Su Verildi, dedi. Yürüdü Demir Ökçe Ermiş’in üstüne… Korkmadı o… Sosyalist Savunmalar, dedi. Yürüdü Demir Ökçe, ekmeğine uzandı. Yaşamına uzandı. Enfraktüsten yatarken hastanede daldı odasına Demir Ökçe. Ne demek “Ve Çeliğe Su Verildi”, ne demek “Sosyalist Savunmalar”? Güldü Ermiş, kahkahalarla güldü; çılgın gibiydi Demir Ökçe Son darbeyi indirdi.

Ne demek Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim?

Kopardı yüreğini bu yiğit adamın. Kopardı dostlarından, kopardı karısından ve çocuğundan, kopardı kavgasından.

Ama dostları, ama karısı ve çocukları komazlar bunu Demir Ökçe’nin yanına.

Gelir bir gün gelir
Hesap sorulur…

Bunu biliyordu Ermiş. Gözleri açık gitmedi bu yüzden. Bu yüzden korkmadı Demir Ökçe’den…

Kaynak: Ant Haftalık Dergi, 16 Nisan 1968 Sayı: 68
☆☆☆

Doğan Özgüden | Bu ölümün hesabı ergeç sorulacaktır!

Mehmet Ali Ermiş öldü… Hayır, ölmedi; onu Dinçer’in terörü öldürdü! Aylar var ki, ölüm kendisini adım adım izliyordu. Şiddetli bir enfraktüs geçirmiş, bünyesi zayıf düşmüştü. Hiçbir şekilde yorulmaması, üzülmemesi, heyecanlanmaması, sinirlenmemesi gerekiyordu… Ama, Dinçer’in savcıları bir kez takmışlardı kendisine… Ne kitap yayınlarsa yayılasın, derhal toplatma kararı çıkartıyor, ardından soruşturma, dava, soruşturma, dava, soruşturma, dava açıyorlardı… Savcılıktan, sorgu yargıçlığından gelen her tebligat onun için birer ölüm çağrısı idi… Bir ay kadar önceydi. Go Home başlıklı yazımdan dolayı ifade vermek üzere adliyeye gitmiştim. Ermiş de oradaydı. Yine toplatılan bir yayınından dolayı sorguya çağırılmıştı. Davetiyelerimizde saat 10’da sorguya çekileceğimiz bildiriliyordu. Tam dört saat kapıda bekledildik. “Hastayım, bu kadar beklemeğe tahammül edemem. Alacaksanız alın şu ifadeyi…” diyordu… Mahkeme kapısında ölümle pençeleştiği her halinden belli idi. Ama dinleyen, anlayan yoktu. O gün yenilmedi ölüme; fakat zayıf bir bünye bu yorgunluğa, üzüntüye, heyecana, sinir bozucu beklemeye uzun süre direnemezdi. Nitekim direnemedi de…

Ne demektir bir yayınevinin beş kitabını birden toplatmak, dünyanın dört bir yanında rahat rahat basılıp satılan kitaplan Türkiye’de de yayıladığı için bir editörü hasta hasta adliye koridorlarına sürükleyip canına kasdetmek? Düşünen insanları, inançlarının kavgasını veren kişileri tutuklamak ne demek? İki sayı önce “Devr-i Süleyman” başlıklı yazımızda bunu
sorduğumuz için Adalelin kararları üzerinde mütalaa yürüttüğümüz iddiasıyla yine savcılıkta sorguya çekildik… Koltuk uğruna girip çıkmadığı parti kalmamış bir transfer politikacısı, sırf çıkarcı çevrelerin gönlü olsun diye yazar üstüne yazar tevkif ettirecek, kitap üstüne kitap toplattıracak, adliye koridorlarında editörler can verecek; ondan sonra da bizden susmamız istenecek! Yok Hasan Bey, yok! Bu ülkede adalet adına adaletin boğazlanmasına göz yummayacağız… Susmayacağız! Bu, bir münferit yargıç kararı meselesi değildir. Bir iktidar politikası meselesidir. Sekiz yıldır hiç bir gazeteci mahkumiyeti kesinleşmeden tutuklanmazken birdenbire fikir suçu işledikleri iddiasıyla arka arkaya insanlar tutuklanmaya, her hafta birkaç kitap toplatılmağa başlanmışsa, “adalet”i Kırat Partisinin adından ibaret görmeyenlerin de söyleyecek sözü olmak gerektir.

Adaletsiz Adalet Bakanı’nı teminatsız savcılar eliyle yürüttüğü terörün hukuki dayanaklardan ne denli yoksun olduğu yüksek mahkemede kesinleşen kararlarla sabittir. Toplatılan kitap ve plâkların çoğu sonradan Yargıtay kararlarıyla serbest bırakılmış, haklarında olur olmaz dava açılan gazeteci ve fikir adamları sonunda beraat ettirilmiştir. Toplatılan kitaplar eninde sonunda serbest bırakılmaktadır ama bu keyfi toplatmalar yüzünden yayınevlerinin uğradığı zararları kim tazmin edecektir? Bugün azılı caniler gibi tutuklanan gazeteciler ve düşünürler yarın beraat edecek olurlarsa, demir parmaklıklar ardında geçirdikleri ıstırap dolu günlerin hesabını kimden soracaklardır? Türkiye adliyesini Torquemada’nın engizisyonu haline getirmeye kalkışan Hasan Dinçer bu soruların cevabını vermek zorundadır. Ya, adliye koridorlarında can veren Mehmet Ali Ermiş? Hasan Bey sanmasın ki, bu olay bir süre sonra unutulup gidecek, ardı arkası takip edilmeyecektir. Hayır! Her kitap toplatmada, yazar, düşürür ve editörler aleyhine her dava açılışında bu olay hafızalara daha köklü olarak yerleşecek ve bu ölümün hesabı ergeç sorulacaktır.

Ant Haftalık Dergi, 16 Nisan 1968 Sayı: 68
☆☆☆

Milliyet gazetesi (13 Nisan 1968)

M. Ali Ermiş ‘Yaşamak Güzel Şey’ kitabı için ifade verirken öldü.
‘Gün Yayınevi’ sahibi Mehmet Ali Ermiş, dün sorgu yargıçlığında ifade verirken geçirdiği bir kalp krizi sonunda ölmüştür. Nazım Hikmet’in ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ adlı kitabından dolayı, yayın yoluyla komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla Adliye’ye verilen Mehmet Ali Ermiş, dünkü ifadesi sırasında yargıca, ‘Ben fena oldum, müsaade ederseniz oturayım’ demiş ve bu sırada baygınlık geçirmiştir. Ermiş, kaldırıldığı hastanede ölmüştür.”

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Popüler