Orhan Yalçın Gültekin

Sabetaycıların tarihi hazin ve hüzünlü bir tarihtir. “İsa” ile alıp veremedikleri olmuş ve bu yüzden Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmış Yahudilerin bir kısmı, bu topraklarda ne “Musa” ne de “Muhammed”e yaranamamışlar.(*) Örs ile çekiç arasında varlıklarını sürdürmeye çalışmışlar. Bunu gizli olarak sürdürmekten başka şansları da olmamış. Her gizli cemaatin başına gelen bunların da başına gelmiş: Her musibet bunların üzerine kalmış. Aslında Titanic nam transatlantiği batıran da bunlardır.

Her cemaatin başına gelen bir başka şey de gelmiş bunların başına, bölünmüşler. Mustafa Kemal Atatürk’ün de okuduğu “Şemsi Efendi Okulu”nun kurucusu Şemsi Efendi de Sabetaycıymış. Eğitimle iki rakip Sabetaycı grubun birliğini sağlamak istiyormuş. Şemsi Efendi modern fikirleri ve iki Sabetaycı muhalif grubu birleştirme gayreti yüzünden cemaat tarafından aforoz edilmiş, sonra İstanbul’a göçmüş (1912) ve 1917’de orada ölüp Üsküdar’da Sabetaycı mezarlığına gömülmüş.

Sözün özü, açık ya da gizli, çalışan her toplulukta olduğu gibi Sabetaycılarda da bir davranış bütünlüğü, külliyen reddedilecek ya da külliyen eyvallah denilecek bir davranış ve eylem çizgisi bulmak toptancı zihniyetin bir ürünü olmaktadır.

Yaşam, sorunları önümüze koyarken, başlangıçtaki ortak paydamız ne olursa olsun, her birimizi farklı yönlere savurabilmekte, sorunların çözümü için geliştirdiğimiz modeller, başlangıçtaki ortak paydaları da anlamsız hale getirecek konumlanmalara yol açabilmektedir. Çoğu durumda ortak paydalardan baki kalan yalnızca benzer duruşlardır.

Meraklısı sabetaycılıkla ilgili tartışmaların bir kısmına “Münazaralar“dan ulaşabilir.

(*) “Musa”, “İsa”, “Muhammed” tırnak içindedir ve kasıt, tebliğ ettikleri din değil, bu dinleri maske olarak kullanan ruhban sınıfı ve o ruhban sınıfının dinleridir. bu dinlerin arkasında da yıkılmaz kale devlet vardır.

04 Mayıs 2004