Orhan Yalçın Gültekin
Bazen bayıyor hakikaten… Titanic’i de sabetaycılar batırmıştı!
Farkında mısınız, bilmem ama kökten dinciler de kökten ulusalcılar da Türkiye’nin modernleşmesindeki Batı etkisine karşı – farklı gerekçelerle de olsa – tavır alırken, hem sapı samana karıştırıyorlar hem de bunu aynı grup üzerinden yapıyorlar: Sabetaycılar!
Şimdi açıkça ortaya koyalım.
Batı Batı dediğimiz yalnızca emperyalist Batı değildir. Modern Batı değerleri de emperyalist değerler değildir yalnızca. Lenin nam Bolşevik, emperyalizm döneminde demokrasinin elde edilemez olduğundan bahsetmişti de herkes bunu o zaman Batı’da demokrasi olmaz diye bellemişti. Oysa adam başka bir şeyden bahsediyordu: Emperyalizm var oldukça bir bütün olarak demokrasi elde edilemezdir, çünkü emperyalizm onu kendine eklemler ve onu kendisini korumanın araçları olarak işlevselleştirir. Haydi diyelim ki Lenin bu manada söylemedi de ben böyle bir yaklaşıma sahibim.
M. K. Atatürk değil miydi, “Bizim birleşmek istediğimiz Batı, burjuva Batı değil, proleter Batıdır” diyen? Eğer bunu S.S.C.B.’ye ve Bolşeviklere göz kırpıp onlardan üç kuruş yardım koparma niyetiyle söyledi derseniz ben bir şey demem ama bunu diyebilmek için bile biraz düşünce sahibi olmak gerek; öyle pat diye söylenemiyor bu laflar.
Hasılı kelam, Osmanlı ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti kapitalistleşmeye koşut bir batılılaşma yaşadı. (kapitalistleşme sürecini görece “ulusal” yaşayan ve bunda direnen Japonya bile batılılaştı.)
Ama bu batılılaşmanın kimi unsurları emperyalist Batı’ya bağımlılaşma anlamında olumsuz, diğer yanı bizzat o Batı’da sürmüş ve sürmekte olan sınıf savaşımları sonucu oluşan ve – evet – burjuva sistemini korumak ve kollamak üzere soğurulmuş ve yeniden konumlandırılmış olsa da bütün bir kazanımlar anlamında da olumludur.
İnanç odaklı bir yaşamdan akıl-us odaklı bir yaşama doğru evrimleşme…
İnsanın insana kulluğundan “özgür bireyler toplumu”na geçiş… (Bu, çok da matah bir şey değildir; küçük üreticinin mülksüzleştirilmesi temelinde işçileşme anlamına gelir ama o olmadan da hiç bir şey olmuyor; en azından insanlık burjuva yola girdiğinden bu yana olmuyor)
Despotik ve yalnızca kendi içinde ve yalnızca iç çatışmalarla denetlenebilen (bizans entrikaları, saray darbeleri vb) ve toplumun siyasal yaşama edilgen katılımını bile dışlayan bir siyasal yaşamdan sivil değil ama devletcil bir demokrasiye geçiş…
Kökten dinci akım ve gruplar, bütün bu değişimlere baştan beri karşıydılar ve bütün bu değişimleri “bizden” saymadıkları bir kapalı gruba ihale edip kendi dar çevrelerinde bir türdeşlik sağlamaya çalıştılar: düşman, Sabetaycılardır.
Yusuf Ziya Bey/Paşa, Darüşşafaka’yı kurdu ama onu medrese dışında modern bilimle donattı ve modernleşmenin kapılarını açtı ya… Gizli din taşıyordu, Sabetaycıydı.
M. K. Atatürk, Selanik doğumlu ya… Sabetaycıdır.
Şefik Hüsnü Deymer, Sadrettin Celal Antel, Komünisttiler ya… Zaten komünizmin babası da Yahudi Marx değil miydi? Bunlar da Sabetaycıdır.
Nazime Antel de Sabetaycıdır. Sadrettin Celal’le evlenmedi mi?
Sonra devir değişti. Kökten ulusalcılar da aynı çıkış noktasıyla Batı’ya vurmaya çalışırken Batı’nın işçi-emekçi kanıyla oluşmuş değerlerine de saldırmaya başladılar. Siz hiç adam gibi bir demokrasi programı olan bir kökten ulusalcı gördünüz mü? Devletcil demokrasi dışında bir demokrasi anlayışı var mı bu çevrelerin? Peki, düşman kim olacaktı bu durumda? Bir iç düşman arayışı hemen karşılığını buldu. Kökten dincilerin “iç düşmanı” keşfedildi: Sabetaycılar!
Şimdi bakıldığında ve evet bütün bu değişimleri yapanlar Sabetaycılar denildiğinde ne oluyor? Bu değişimlerden olumlu etkilenenler “helal olsun heriflere” demezler mi?
Özgürce mini eteklerini giyip salınan, kocam bana tecavüz etti deme hakkına sahip kızlar-kadınlar… Sakal bırakmak zorunda kalmayan ve çişlerini ayakta yapan erkekler… İçki içmenin keyfini çıkartanlar… (Listeyi biriniz geliştirebilir mi?)
“Helal şu Sabetayistlere yahu, ne yaşıyorsak onlar sayesinde olmuş”, demeyecekler mi?
Evrensel düzeyde anti-semitizm… Türkiye’de anti-sabetayizm…
Bir marşta söylendiği gibi…
“Sağdan sola soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne.”
Bir uçta kökten dinciler diğer uçta kökten ulusalcılar…
Hamiş: Garip olan şudur ki, Sabetayistler ne “Muhammed”, ne “İsa”, ne de “Musa”ya yaranamamış bir insan grubu… Dışlanmalarını sağlayanlar da Musevi ruhbanları! (Muhammed, İsa, Musa… kişiler olarak ya da gerçek kitabî din aktarıcıları olarak değil, onları bayrak eden ruhban dini anlamında kullanılmıştır. Aman yanlış anlama olmasın.)
Romalılara “Bizim dinimizi bozuyor” diye ispiyon edip İsa’yı “çarmıha” gerdirenler de Musevi ruhbanları, aynı gerekçeyle Sabetay Sevi’yi Osmanlıya ispiyonlayıp gizli din taşır hale getirenler de Musevi ruhbanları…
01 Haziran 2006