Orhan Yalçın Gültekin
Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü alması Türkiye’de infial uyandırdı. Sağdan soldan “milliyetçi” çığlıklar, Orhan Pamuk’un edebî yeterliliğinin sorgulanmasından Nobel üzerine desteksiz atışlara dek uzandı.
Demokrasinin kalesinin düşüşü anlamına gelen Fransız parlamentosunda “Ermeni soykırımını reddetmeyi suç sayan kararı”n alınmasıyla aynı güne denk gelen Nobel ödülünün açıklanması, Orhan Pamuk’un “Türkiye’de 30 bin Kürt, 1,5 milyon Ermeni öldürüldü” sözleri bağlamında ele alındı ve yorumlar bu temelde yapılmaya çalışıldı.
Orhan Pamuk’un edebî yeterliliği ve Nobel ödülü
Orhan Pamuk’un bir kitabına başladım ve bitiremedim. Bitiremememin gerekçesi, o önemli “bir kitap okudum, bütün yaşamım değişti” girişine karşın sonraki sayfalarda pek de ısınamamam. Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ini de gazetedeki tefrikasından okuduğumda sıkılmamıştım ama hem çok küçüktüm hem çok fazla okumaya açtım ve özellikle betimlemelerini atladığımdan idare edivermiştim ama sonra basılı kitap olarak elime aldığımda sabırsız biri olarak devam edememiştim. Benim devam edememiş ve bitirememiş olmam ne Yaşar Kemal ne de Orhan Pamuk’un edebî kişilikleri ne de yeterlilik ya da ustalıklarını etkiler. Ben, bu konuda yorum yapamam ve kitaplarını okumamış ya da okuyamamış insanların da herhangi bir yazar hakkında yorum yapmasının doğru olmadığını ve bu tür yorumlarda bulunmanın da hakkaniyetle bağdaşmadığını düşünüyorum.
Nobel ödülünün, aday gösterilen ya da ödül alan kişilerin o alandaki yetkinliğinin kanıtı olmadığını da düşünüyorum. Ödülü alanlarla almayanların karşılaştırılmasının bu düşünceme destek vereceği kanısındayım. Aslında ulusal ya da uluslararası herhangi bir ödül tartışmaya açıktır ancak o ödüllerle ilgili yorum yapmak için o alanlarda uzman olmak gerekir. Bostanda nasıl yürüneceğini bilmeyenlerin bostana girmemesi gerekir.
Herhangi bir ödülde yalnızca o konudaki yetkinlik ölçütlerinin geçerli olduğunu düşünmüyorum. Kararların, çevre ilişkileri, tanıtım, politik mülâhazalar vb etkenlere açık olduğu inancındayım. Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü almasında bu tür etkenlerin de etkili olmuş olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu tür etkenlerin olmuş olabileceğinin Orhan Pamuk’un edebî yetersizliğine karine oluşturmadığını da söylemem gerek.
Orhan Pamuk’u bir yazar olarak beğenip beğenmemek, size hitap edip etmediğini söylemek ayrı bir şeydir, onun edebî yeterliliği ya da düzeyiyle ilgili ahkâm kesmek ayrı bir şeydir.
Orhan Pamuk ve “Türkiye”nin hassasiyetleri
Orhan Pamuk’un “Türkiye”nin hassas konularında “beklenen hassasiyeti” göstermediği bilinen bir gerçek. İyi ama bir yazar – yazarı da bırakın herhangi bir yurttaş – bu tür “hassasiyetler” içinde olmak zorunda mı? Bu tür “hassasiyetler”in Muazzez İlmiye Çığ gibi bir bilim insanının yargılanmasına da yol açtığını göremiyor muyuz? Ne tür “hassasiyetler”in “tahammül” sınırı nedir, bu sınırı kim belirler ve kim çizer meşruiyet sınırını?
Hangi “Türkiye”dir ki bu “hassasiyetleri” belirlediği gibi “tahammül” sınırlarını da çizer?
Önce “Komünistler Moskova’ya” dendi; sonra “Mollalar İran’a”… “Ya sev ya terket”le sonuçlandı (Sanılanın tersine bu sonuncusu bizim “milliyetçiler”imizin ürettiği bir söz değildir; Amerikalı izdüşümlerinden yürütmüşlerdir).
Şunu ya da bunu şuraya ya da buraya gönderme konusunda neden bu kadar istekli ve “kararlı””dır bu “Türkiye? Kendisinden farklı yaklaşımları, düşünceleri vb olan insanları adabıyla tartışarak ikna edemeyeceği kanısında mıdır ki, oraya ya da buraya göndermeye ve/veya çıplak şiddet içersin ya da içermesin bir linç ortamına sokmaya bu kadar heveslidir?
Bu “Türkiye”, “tartışmak”tan niye kaçınıyor ki?
“Kürt sorunu”nu tartışmaktan, masaya yatırmaktan kaçındı; varılan yer neresi? “Ermeni sorunu”nu tartışmaktan kaçınıyor; varacağı yer neresi olacak?
Tartışmaktan kaçınarak yalnızca sorular sorup onlara kendince yanıtlar verenleri farklı çevrelere itersiniz. Onları farklı çevrelere iterken sizler de farklı yerlere sürüklenirsiniz.
Şu “Türkiye” ne ola ki?
Bireyi dışlayan bir “ulus” ve “ifade hakkı”nı sınırlayan bir “demokrasi”…
Ormana bakıp tek tek ağaçları görmemek ve tek tek ağaçları görüp onların bir orman oluşturduğunu farkedememek…
Ya kırk katır ya kırk satır!
Üstelik Orhan Pamuk, söylediklerinden dolayı – Ay’da ya da Merih’te değil – Türkiye’de yargılandı ve beraat etti! Thanks to Ajda Pekkan! [Bir TV programında bu konuya dikkat çekti.]
AB baskısı vardı, yargı bağımsız karar veremedi diyorsanız, o zaman sorununuz Orhan Pamuk’la değildir; gider yargıyı “düzeltirsiniz” ama geriye doğru düzeltmeniz için de bir elli yıl geriye gitmeniz gerekir!
Konu, düşünce özgürlüğü değildir; ifade edilmeyen düşüncenin kime ne zararı var! Konu, ifade özgürlüğüdür.
Tartışılmayacak konu, ifade edilemeyecek düşünce yoktur ve benim için de as’lolan şudur:
“I disapprove of what you say, but I will defend to the death your right to say it”
“Söylediğini tasvip etmiyorum ama onu söyleme hakkını ölüm pahasına savunacağım.”
voltaire.
Hâsıl-ı kelâm
Ajda Pekkan’ın uyarısından yola çıkarak şunu söylüyorum: Madem ki dünya fırsatçılık (oportünizm) dünyasıdır ve herkes herşeyden nasıl yararlanacağının hesabını yapmaktadır; Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü alması Türkiye için iyi olmuştur. Ödüle lâyık olduğunun ilânının Fransız parlamentosunun iğrenç kararıyla aynı tarihe denk düşmesi de ekmek kadayıfının üzerine kaymak koymak gibi olmuştur.
Şimdi şöyle söyleyebiliriz: Evet, bizim demokrasimizde sorunlar var ama “biz”, “en hassas olduğumuz konular” da bile “büyük infialler”e karşın yasaların gerektiğini yapıyor ve dahası yasaların sivri uçlarını törpülemeye çalışıyoruz.
Oysa “Eşitlik-Özgürlük-Ķardeşlik” simgesi Fransa, kaç yüz yıl geriye gitti bir parlamento kararıyla. Siz, bize değil Fransa’ya bakın!
Hamiş: Orhan Pamuk ve Elif Şafak’a gösterilen ilgi ve verilen desteğin, Muazzez İlmiye Çığ’a da gösterilmesi ve verilmesi gerekmiyor mu? Türkiye’de günümüzde/tanıklığımızda bilim yargılanıyor! 01 Kasım 2006 Çarşamba günü duruşması var Muazzez İlmiye Çığ hocamızın.
17 Ekim 2006 04:15:00