Orhan Yalçın Gültekin

Kantarın topuzunu kaçırmamak ve kendi bakış açısını Cumhuriyet döneminin en önemli eylemlerinden birine yamamaya çalışmamak gerekiyor.

DSİP MK, ne yazık ki bunu yapıyor. Bu, solumuzda öteden beri varolan indirgemecilik hastalığının bir tezahürüdür.

DSİP MK metnindeki iki ifadeye dikkatinizi çekmek istiyorum:

DSİP MK diyor ki;

“Özellikle bu cinayet sonrası yapılacak törende yurt sevgisi gibi ulusalcı motifler değil, halkların kardeşliği gibi devrimci motifler öne çıkartılmalıydı.”

ve

“Bu yürüyüş “Ermeni Soykırımı yoktur” diyenlere, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en temel, kuruluş ideolojisine karşı halkın verdiği sert bir yanıttı. Bu yürüyüş, milliyetçiliğe atılan sert ve kitlesel bir tokat oldu.”

Ben, Hrant Dink’i uğurlamaya yurtsever ve devrimci duygularla geldim. Bana göre Hrant Dink, Türkiye’nin en önemli yurtseverlerinden biriydi. Hemen herkesin yurtseverliği de devrimciliği de kendinden menkuldur. Birinin yurtsever veya devrimci gördüğünü bir başkası öyle görmeyebilir. Bana göre “halkların kardeşliği” kendi başına devrimci bir savsöz değildir; bu savsözü haykıranların da devrimci olması gerekmez. Hrant’ın devrimci olup olmadığını hiç sorgulamadım; ona devrimci mi, değil mi diye bakmadım. Bir yurtseverdi ve ben onu bir yurtsever olarak uğurladım. Onu uğurlayanların bir bölümünün de öyle hissettiğini söyleyebilirim.

Yürüyüşe katılanların “Ermeni Soykırımı” savını kabul ettiğini söylemek, faşistlerle aynı zihnî temele dayanmak demektir. Ya bunu savunursunuz, o zaman burada konumlanırsınız ya da şunu savunursunuz, şurada konumlanırsınız… Onlar da aynı kafayla “Hepimiz Ermeniyiz” demenin – gizil olarak – “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmek anlamına geldiğini söylemiyorlar mı? İki yanlıştan bir doğru çıkmıyor.

1915’te olanların “soykırım” olduğu düşüncesi bana yakın gelmiyor. “Hepimiz Ermeniyiz” savsözüne kendi yüklediğiniz anlamı herkesin kabul ettiğini sanmayın.

Hrant Dink’in cenazesinde biraraya gelen yüzbine yakın insanın içinde örgütlü gruplar vardı kuşkusuz. Ama bu yürüyüşe anlam katan, demokrasinin, birlikte yaşama isteğinin, eşitlik, özgürlük, kardeşliğin sessiz çoğunluğunun – herhangi bir örgüt bağlantısı olmaksızın – tribünden sahaya inmesiydi.

Bu sessiz çoğunluk, yol boyunca, Hrant Dink’in vasiyetine uygun biçimde sessizliklerini korudular.

Sessizliğin sesi ve bu sesin gücüne kulak vermek gerekiyor.

Kimi örgütlü gruplar ise sürekli slogan attılar.

Kimin sesi daha gür çıktı acaba?

***

Eğer bir düzenleme kurulu olmasaydı ve bir çağrı yapılmasaydı bile Hrant Dink’i uğurlamaya gelecek insanlar vardı “sol”un sessiz çoğunluğunda. Yüzbin değil yüz kişi olacaklardı belki ama olacaklardı.

Düzenleme Kurulunun başarısı o yüz kişinin sayısını arttırarak ve tek tek derecikleri birleştirerek yüzbinlik bir ırmak oluşturabilmesindeydi.

Düzenleme Kurulunun başarısı “sol”un sessiz çoğunluğunu harekete geçirebilmiş olmasındadır.

Kendilerine teşekkür ederim.

Umarım sessiz çoğunluğun sesi sürekli duyulur.

Özgürlükçü Sol, 26 Ocak 2007 14:29