Orhan Yalçın Gültekin

Harun Gönül’ün yazısına ilişkin notlar

HG: Hrant Dink denen gazeteci, Türkiye’de yaşamayan Ermenilerin açık destekçisi, eski militan, Kürt sempatizanı, yani Türk’ün her türlü düşmanının dostu olan soytarı öldürüldü. Allah benim topraklarım üzerinde ona rahmet eylemesin.

OYG: “Türkiye’de yaşamayan Ermenilerin açık destekcisi” ve “Kürt sempatizanı” diyen bir kişi nasıl bir ruh hali içinde olabilir ya da düşünsel temelinde ne vardır? Hemen söyleyeyim: toptancılık… Ona göre belli bir ırk/budun/ulus/millet ya iyidir ya kötü… Eğer HG’nin iyisinin içindeysen iyisindir, kötüsünün içindeysen kötü… O, bir budun içinde farklı görüşlerin, farklı çizgilerin, farklı açılımların olabileceğini (Türkler hariç – Türklerde de HG gibi düşünmeyenler zaten “hain”dir) düşünemez. Bir insan Ermeni ise, doğrudan “Türk”ün düşmanıdır. Ona gore “Türk”ün kabul ve/veya tahammül edeceği Ermeni, “Türk”ün egemenliğini kabul eden Ermenidir.

HG, “Türkiye’de yaşamayan Ermeniler”de egemen anlayışa karşı Hrant Dink’in verdiği savaşımdan bihaber; onun “Ermeni Diasporası” tarafından da makbul bir adam olarak kabul edilmediğini bilmiyor. Bilmesine de gerek yok… Madem ki Ermeni, kötüdür netekim.

Kürt sempatizanı” olmak ne demek? Örneğin, Lozan’a “Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi” olarak giden İsmet İnönü ve başkanlığındaki heyet; onları gönderen Türkiye Büyük Millet Meclisi ve başkanı Mustafa Kemal; “Bu meclis Türklerin ve Kürtlerin meclisidir” diyen Soysallıoğlu ve onu protesto etmeyen başta Mustafa Kemal olmak üzere mebuslar, “Kürt sempatizanı” mıydı?

HG, Agop Dilaçar ismini hiç duymuş mu? Misyoner okullarında okumuş bir Ermeniyi Türk dili Tetkik Cemiyeti’ne çağırıp ona etkin görevlerle birlikte Dilaçar soyadını veren kimdi? Bir “Ermeni sempatizani”?

Agop Dilaçar, İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gedikpaşa’da, misyonerlerin açtığı bir Amerikan okulunda yaptı. İngilizce, Rumca, İspanyolca öğrendi. Robert Kolej’i bitirdi (1915). Latince, Yunanca, Almanca, Rusça, Bulgarca üzerinde çalıştı. Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. Kafkas cephesinde gösterdiği başarıdan dolayı madalya ile ödüllendirildi. Robert kolej’de İingilizce öğretmenliğine başladı (1919). Sofya’da Svabodan Üniversitesi’nde eski Doğu dilleri ve Osmanlıca okuttu. Avrupa’da ve İstanbul’da çıkan Ermenice gazetelerde yazdı. Yazının Doğuşu (1928), Albion Bahçesi (1929) adlı kitaplarını yayımladı. Atatürk tarafından, Birinci Türk Dil Kurultayı’na çağrıldı (1932). Ilk kurultayda “Türk, Sümer ve Hint Dilleri Arasındaki Rabıtalar”; ikincisinde “Türk-Paleoetimolojisi” konulu bildirilerini sundu. Türk Dil Kurumu başuzmanlığına atandı (1934). Atatürk’ün isteğiyle Dilacar soyadını aldı (1935).

Ermeni de Kürt de “Türk”ün düşmanıymış… Haydi oradan. “Türk”un bir düşmanı varsa, bu kafadaki “Türk”lerdir; uzaklara gitmeye gerek yok.
***
HG: ben bu tip insanların öldürülmesine karşıyım. Çünkü ölüm, Türk milletine karşı çalışan bu insanları kahraman yapıyor. Onun gibiler başka ülkelerin, milletlerin kahramanı olabilirler. Ama benim ülkemde 2 metrelik mezar toprağını bile hak etmiyorlar. Türkiye’de yaşıyor olmaları, bu devlete ve millete karşı çalıştıkları sürece, hiç bir kimseyi ne Türk yapar ne de Türkiyeli. O ve onun gibiler, vatanımın yakasından yıllardır düşmemiş istenmeyen misafirlerdir.

OYG: Ne olduğu belli olmayan ifadeler vardır; hepsi aslında belli kodlardır. Bu kodları çözmeden ilerlemek mümkün değildir.

Örneğin, “Türk milletine karşı çalışmak”, “devlete ve millete karşı çalışmak” ne anlama gelir? Ya da tersini sormak gerekir: “Türk milleti ve devleti” için çalışmak nasıl olur?

Bu sorulara yanıt veril-e-mediği sürece, her türlü konuşma hezeyan olarak kalacaktır.
***
HG: Bu topraklar neredeyse bin yıldır bizimdir. Eğer bu ülkede toprak hakkı olduğunu düşünüyorsa bizimle savaşmak hakkıdır. Ancak savaşmak isteyen, dövüşün her türlü sonucuna katlanmaya en baştan hazır olmalıdır. Silahla savaşanla silahla, kalemle savaşanla kalemle dövüşmek de bizim amacımız olmalıdır. Onları öldürerek yok etmek yerine, onlardan daha aktif olmalı, onlardan daha hatip olmalı, onların tezlerini çürütmeli; üç kuruşluk, pervasız bir hayal haline gelmiş bulunan, ve hiçbir zaman desteklemediğim avrupalı olmak sevdası ile böylelerinin arkasından ağıt yakmamalıyız. Belki bu sayede rezilleri vezir etmeden yaşayabiliriz.

OYG: Bu topraklar bin yıldır kimindir, yalnızca “Türk”ün? Örneğin Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Laz, Çerkez vb.lerinin toprağı değil midir? Gökten zembille mi indiler? Bir anda mı zuhur ettiler? HG’ye göre değildir; bu topraklar yalnızca “Türk”ündür?

Bu konuyu açmakta fayda vardır.

Osmanlı devletini kuran Kayı boyunun “Türk budun”dan olup olmadığı bir yana… Osmanlı devleti belgelerinde “Türk” adı devletin bir unsuru olarak hangi tarihlerde geçiyor, bu “milliyetci” biliyor mu?

HG adlı bu “milliyetci”,

* bin yılın altı yüzünde bu topraklarda hükmeden Osmanlı padişahlarının kendilerini bir kez bile “Türk”lerin temsilcisi olarak adlandırmadıklarını, kendilerini “Sultan-ı İklim-i Rum” olarak tanımladıklarını;

Ben ki, sultanu’s selatin ve burhanu’l havakin tac-bahş-i husrevan-ı ruy-i zemin zillulllah fi’l-ardayn Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin, Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve vilayet-i Zulkadriyye’nin ve Diyarbekr’in ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen diyar-ı Arab’ın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin ki… Sultanı ve padişahı Sultan Beyazıd Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım.

* bir “Türk” büyüğü olan Yavuz Sultan Selim’in İdris-i Bitlisi ile niye ve kimlere karşı hangi temelde anlaştığını;

* bütün Osmanlı döneminde Ermenilerin “millet-i sadıka” olarak kabul edildiklerini;

* Kürt ve Ermeni kökenli insanların “devşirilmeden” kendi kimlikleriyle “devlet”e üst düzeyde hizmet etmelerinin sağlandığını;

* Türklere değil ama Müslümanlara egemen millet (millet-i hakime) statüsü veren Osmanlı millet sisteminin yasal dayanağının Islahat Fermanı’yla kaldırıldığını ve bütün milletlerin (dinsel grupların) eşit hale getirildiğini;

* Türkiye Cumhuriyeti devletinin de yalnızca Türk budununa değil, bütün yurttaşlara dayanma savıyla kurulduğunu; bugüne dek böyle geldiğini ve bugün de böyle olduğunu;

Biliyor mu?
***
Bu tür “Türk milliyetçileri”nin temel bir zaafı vardır: tarih bilmemek.

08 Şubat 2007 18:46