Raşit Kaya
Ağrı’daydık Diyadin’de… Çocuktuk… Kürtçe konuşuyor, Türkçe okuyor, insanca düşünüyor, çocukça aşık oluyorduk. Öğretmenlerimiz bizlere dünyanın yuvarlak olduğunu kavratmak için denizden kıyıya doğru bir gemi geldiğinde, önce direklerini, sonra bacasını, sonra teknesini görürüz diyordu. Biz dünyanın yuvarlak olduğunu böyle öğreniyorduk. Yüce dağlar ve bitimsiz bozkırlarla çevriliydi o küçük ve uzak yaşantılarımız, ama düşlerimizde deniz vardı; Ağrı’da deniz vardı.
Büyüyorduk; büyüdükçe aşklarımız, özlemlerimiz büyüyordu. Şiirler yazıyorduk yasak sevmeler üstüne; imgelerimizde deniz vardı.
Delikanlı çağlara geldiğimizde özgürlük, eşitlik, adalet özlemleriyle bezeniyordu şarkılarımız. Koltuklarımızda kitaplarımız, gökkuşağı bakışlarımızda deniz vardı.
MC hükümetleri iktidardaydı. Üniversiteler, sokaklar, kahvehaneler kan çanağı gibiydi. Süleyman Demirel vardı, Erbakan vardı, Ecevit vardı. Kaşla göz arasında civanlar, fidanlar öldürülüyordu. Yazarlar, hocalar öldürülüyordu. Vietnam’da, Angola’da, Polisaryo’da bağımsızlık savaşları veriliyordu. Emperyalizmin filoları, müfrezeleri halkların, emekçilerin üzerine pervasızca ve kıyasıya yürüyorlardı. Çığlık çığlığa bir onur savaşıydı yaşamak; deniz yasaktı ama deniz vardı…
Sehpaya çıktıklarında, onlar, Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye, diye bağırıyorlardı. Habire kalem kırıyordu apoletli yargıçlar. Yusuf, Deniz, Hüseyin ibret olsun, dehşet olsun, bağımsızlık, eşitlik isteyenler kahrolsunlar diye darağacında asıldılar. Onlar asıldılar ama sehpada deniz vardı…
Sonra tekrar yasaklar, gözaltılar, sonra tekrar IMF, NATO, çeteler, sonra demokrasi dillerde pelesenk, sokakta kötürümdü. Ecevit vardı, Erbakan vardı, Demirel vardı, deniz bitmemişti, o da vardı.
Yine çığlık çığlığa özgürlük, çığlık çığlığa eşitlik, adalet sesleriyle işçiler, öğrenciler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar o bahar vurgunu kavganın içindeydiler. Yine evler, otobüsler, kahvehaneler, sokaklar taranıyordu. 1 mayıslarda intercontinental’lerden yağmur gibi kurşunlar yağıyordu. Filistin yine Filistin’di, Latin yine Latin, Afrika yine Afrika. O güne kadar her neredeyse, o gün ülkenin bekası için Kenan Evren geldi. Yine sehpalar kuruldu, yine fidanlar devrildi, yine anneler ağladı. Dağların, bozkırların nehirlerin yürekkıran hüzünlere büküldü boyunları; ama deniz yine vardı.
Deniz vardı ama sular göklerin rahmine sığmamıştı. Liberal sermayenin amansız doymazlığı ve 12 Eylül’ün despotik ruhu kolkola girdi. Talan, yağma, demokrasi düşmanlığı, şövenizm yine baştaydı. İnternet gelmişti, uydu yayınları, cep telefonları, özel televizyonlar, ‘show’lar, ‘stand-up’lar… Parayı veren medyayı çalıyordu. Yasağa satılığa çıkarılmıştı, güzel yaşamakların güneşlerinde çoğalan ne varsa…
12 Eylül despotizmi tebdil’i kıyafet oldu ve gitmez oldu artık. Kan irin akıyordu Doğu ve Güneydoğu’da. Onbinlerce can gitti, onbinlerce can kayboldu, heder oldu. yıkım, kıyım, yürek acısı ve gözyaşı gölgeliyordu ertelenmiş sabahlarımızın beyazlarını. Sivas’ta 37 insan yakıldı; yazarlar, aydınlar, canlar; Madımak otelinde deniz vardı. Gazipaşa’da kim vurduya gitti insanlar. Musa Anter kardeşliğin ve barışın ürkek kanatlarında gözlerine gökyüzü ararken vuruldu. Musa Anter’in sol cebindeki kaleminde mürekkep yerine deniz vardı.
Polisler öldürüldü, askerler öldürüldü, dağlarda gençler öldürüldüler… Hapishanelerde, ölüm oruçlarında tutuklu gençler öldüler; koğuşlarda, mazgallarda, voltalarda, görüş günlerinin kör-kandil ıssızlığında deniz vardı.
Gazeteciler öldürülüyorlardı ve gazeteciler Kardak kayalıklarına bayrak dikiyorlardı. Baldırıçıplaklığın, aymazlığın ve silikonların sanatı yapılıyordu; anneler kayıplara ketum ağıtlar örerken… Görünmüyordu kiralık gözbebeklerine karanlık tanrılarının, ama deniz vardı.
Coca-Cola, Marlboro, dolar, borsa zamanıdır şimdi. Birilerinin düğmelere bastığı, kıran kırana krizlerin, hortumların ekmeğe, suya abandığı zamandır şimdi. Şimdi emperyalizmin, küreselleşmenin “ötekileri”, var olmaya çabalayanları tüketme, kimliksizleştirme zamanıdır. Barış, sevgi, iş, ekmek acılı bir suskudur aynaların kurşunî ışıltısında. ama deniz var.
Elele vermiş bütün koltuk havarileri, yaşamak karası küller içinde. F tipi yaşamakların zamanıdır şimdi. Prangalar vurulmuş ak köpüklü sulara, ama deniz var.
Biz dünyanın yuvarlak olduğunu denizlerden öğrendik. Dünya yuvarlaktır; dünya dönüyor ve deniz var, deniz var…!
böyle güzel bir tasvir olsun biz AĞRI mızı böyle güzel dinleyelim
BeğenBeğen