orhan yalçın gültekin

oyg009sabancı üniversitesi sanat ve sosyal bilimler fakültesi asistanlarının imzalayıp kamuoyuna sundukları metni okuduğumda şaşırmadım desem yalan söylemiş olurum.

asistanlar, kendilerini şöyle tanımlıyorlar: “1960’dan başlayan ve defaatle doğrudan darbe, muhtıra, uyarı, ya da diğer dolaylı biçimleriyle ordunun siyaset üzerindeki tahakkümüne karşı gururla “ne mutlu türkiye cumhuriyeti vatandaşıyım” demek ve diyebilmek isteyenler olarak…”

güzel tanımlama… itirazım yok.

ama devamı bir felâket…

şöyle yazmış asistanlar: “türkiye cumhuriyeti ordusunun demokratik sürecin işleyişine, hukukun üstünlüğü ilkesine, temel hak ve özgürlüklere, basın ve ifade özgürlüğüne karşı takındığı tutumdan dolayı infiale kapıldığımızı ifade etmek istiyoruz.”

sözkonusu asistanlar, türkiye’de demokratik bir süreç olduğunu ve bu sürecin işlediğini gerçekten de düşünüyorlar mı? düşündüklerini sanmıyorum…

düşündüklerine inanmak istemiyorum. kantarın topuzunu kaçırdıklarını düşünüyorum.

yoksa kendilerini ‘sözde değil özde demokratlar olarak’ tanımlayan söz konusu asistanlar, kendilerini ‘özde değil sözde demokrasi’nin savunucusu ‘sözde değil özde demokratlar’ konumuna yerleştirerek garip bir duruma sokarlar mı?

oysa iyi başlamışlardı…

‘ordunun siyaset üzerindeki tahakkümüne karşı’ olmak biçiminde konumlandıklarını söylemeleri yeterliydi.

abartıp ‘özde değil sözde demokrasi’yi ‘sözde değil özde demokrasi’ olarak sunmalarına gerek yoktu.

türkiye de sözde değil özde bir demokrasi” mi var?

düşünün…

yüzde 10 barajıyla seçmen iradesinin bir bölümünü zaten devre dışı bırakan bir seçim sistemi var. bu seçim sisteminin seçmen iradesinin demokratik tezahürünü önlemesi bu kadar da değil. herkes biliyor ki bu seçim sisteminin sonucu olarak, 2002 genel seçiminde toplam seçmenlerin yüzde 26,20; kullanılan oyların yüzde 33,12; geçerli oyların yüzde 34,43’ünü alan bir partinin mecliste ‘temsil’ oranı yüzde 66,36 olmuştur. meclisteki ana muhalefetin durumu da farklı değildir; ana muhalefet de sırasıyla yüzde 14,77; yüzde 18,67 ve yüzde 19,41’lik oy oranına karşın yüzde 32,18’lik bir ‘temsil’ yakalamıştır.

yalnızca bunun bile türkiye’deki demokrasinin ‘özde değil sözde’ olduğunun kanıtı kabul edilmesi gerekmemekte midir?

hangi demokrasiden, hangi demokratik süreçten bahsediyorsunuz?

cumhurbaşkanlığı makamının türkiye için (hatta herhangi bir ülke için) gerekli olup olmadığı tartışması bir yana, cumhurbaşkanı adayının kim olacağının bile üç kişinin kapalı devre müzakereleri ve restleşmelerine bağlı olarak tek bir kişinin iki dudağının arasında olduğu bir meclis durumunun demokrasi ile ne tür bir ilişkisi olduğunu benim akademik olmayan kafam almıyor.

asistanlar bu konuya nasıl yaklaşıyor?

şöyle diyor asistanlar: “yıllardır iktidar ya da muhalefet sözcüleri tarafından sadece çıkarların çeliştiği ölçüde eleştirilen anayasa’mızı ve temsiliyet niteliğinden yoksun seçim yasamızı tartışmamızın öncelikli ve de gecikmiş gündemimiz olduğunun altını çizerek, halen yürürlükte olan anayasa’nın, açık ve de aşikar olan, ilgili hükümlerini tekrar hatırlatmaya bile gerek duymadan, bu madde ve prosedürlere uygun hareket edilmesinin gerekliliğini savunuyoruz.”

bana makul ve anlaşılır geliyor.

daha makul ve anlaşılır olabilmesi için, asistanların, “anayasa’mızı ve temsil niteliğinden yoksun seçim yasamızı”, muhtıra vb.den önce topluca eleştiriyor olmaları gerekirdi.

yine de zararın neresinden dönülürse kârdır, deyip geçecektim ki, bir de ne göreyim! aynı mahut özdeşleştirme ya da toptancılık hemen bir sonraki tümcede arz-ı endam etmiyor mu? asistanlarımız, “demokrasiye ve parlamentarizme sahip çıkmak adına” hareket ederek, yukarıda demokrasi ile ilgisini kuramadığımı anlatmaya çalıştığım cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle ilgili mevcut trionun ‘prosedür’ünü “demokratik bir prosedür” olarak sunuyor.

bir demokratik prosedür varmış ve e-muhtıra bu demokratik prosedürü demokratik prosedür olmaktan çıkarmış!

duy da inanma!

asistanlarımız konuyu şöyle bağlıyor: “her gün demokrasi adına bir ihlale tanık olduğumuz bu günlerde/militer kurumların güç gösterisine ve sonuç alışlarına tanık olduğumuz bu günlerde bir kez daha anlıyoruz ki muhtıraya tepki göstermek hayati bir öneme sahiptir.”

“her gün demokrasi adına bir ihlâle tanık olduğumuz bu günlerde” ifadesi ile “militer kurumların güç gösterisine ve sonuç alışlarına tanık olduğumuz bu günlerde” ifadesi, bir ve aynı şey ve/veya aynı olgunun iki ayrı ifadelendirilme biçimi olarak ele alındığında, “özde değil sözde demokrasi”yi ihlâl edenin sadece ve sadece “militer kurumlar” olduğu sonucuna varırız ki, bu da türkiye gerçeğini pek yansıtmıyor.

abartma kötü bir şeydir. önce söylemek istemediklerinizi söyletir size. sonra da gerçeklikle bağlarınızı koparır.

şöyle şeyler söylenmiş abartmayla ilgili:

“we always weaken whatever we exaggerate.“ / “abarttığımızı güçsüzleştiririz.” – jean francois de la happe

“exaggeration is truth that has lost its temper.” / “abartma, mizacını kaybetmiş gerçektir.” – kahlil gibran

“exaggeration is a blood relation to falsehood and nearly as blameable.” / “abartmanın yalanla kanbağı vardır ve neredeyse onun kadar suçlanmayı hakeder.” – baltasar gracin

asistanların bildirisi, türkiye’nin gerçeklikleriyle ilgili abartmalarla dolu.

asistanların bildirisi, “sivil” olmakla “demokrat” olma arasındaki derin farkı atlamış görünüyor.

asistanların bildirisi, “özde demokrasi” ile “sözde demokrasi” arasındaki derin farkı da atlamış görünüyor.

09 mayıs 2007 01:21

asistanların bildirisi