orhan yalçın gültekin
bekir coşkun o yazıyı iyi ki yazdı; başbakan recep tayyip erdoğan da iyi ki o yanıtı verdi.
böylelikle biz akademisyeninden akademisyen olmayanına kadar ‘demokratlar’ımızın hangi makamdan ‘demokrasi’ türküsü çığırdıklarını bir kez daha duyma-okuma-öğrenme fırsatı bulduk.
adını söylemekten imtina edip de “bir köşe yazarı” olarak zikrederek, o “bir köşe yazarı”nın söyledikleri üzerinden “demokrasi nedir, ne değildir?” başlığıyla bir köşe yazısı yazan “bir akademisyen”, 40 yıldır siyaset üzerine kalem oynatırken zamanını boşa geçirdiğinin bile farkına varamamaktadır.
söz konusu “akademisyen”, “bir köşe yazarı”nın söz konusu yazısından şu bölümü aktarıyor:
“doğrusunu isterseniz ‘göbeğini kaşıyan adam’ın zaferidir bu. taa genel seçimlerde kararı o verdi. çocukları için aydınlık türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı… abdullah gül tam ona göredir. zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır. benim değil…” (hürriyet, 15 ağustos)
ve bu bölümü şöyle yorumluyor:
“bu satırların bırakın demokrasinin temel ilkelerinden biri olan “çoğunluk yönetimi” ilkesine saygısızlığı, açıktan açığa demokrasiye duyulan garez ve öfkeyi yansıttığı muhakkak. ne var ki demokrasilerde, şiddete övgü ve çağrı yapmadıkları, toplumun belirli bir kesimine karşı kin ve nefret yaymadıkları sürece, demokrasi düşmanlarının da fikirlerini dile getirme özgürlükleri vardır. burada türk demokrasisi açısından endişe verici olan husus, nasıl olup da ülkenin en çok satan gazetelerinde, bu kadar çok sayıda köşe yazarının hemen her gün çoğunluk yönetimine, dolayısıyla demokrasinin temel ilkelerinden birine diş bileyen yazılar yayınlamasının toplumun önemli bir kesiminde tasviple karşılanabildiğidir.”
şimdi, bu metnin neresini düzeltelim, karar veremedik.
“bir akademisyen”in klavyesinden bu sözleri okuyunca kafamıza bazı sorular takıldı… şöyle ki:
“çoğunluk yönetimi” yalnızca demokrasinin temel ilkelerinden biri midir? demokrasinin olmadığı bir yönetimde de “çoğunluk yönetimi” olamaz mı?
eğer demokrasi içermeyen bir cumhuriyette de “çoğunluk yönetimi” olabiliyor ve oluyorsa – zira başka türlü cumhuriyet olunmuyor – o zaman “çoğunluk yönetimi” demokrasinin temel ilkelerinden biri olsa bile ayırdedici ilkelerinden biri olmuyor, demektir. o zaman da demokrasiyi “çoğunluk yönetimi” üzerinden tartışmanın da tanımlamanın da bir anlamı olmuyor.
yine de şu “çoğunluk yönetimi üzerinden gitmeyi sürdürelim.
“akademisyen”imiz, “azınlık”ta kalanların, “çoğunluk”ta olanların çoğunluk oluşlarına etken olan seçmen davranışına ilişkin eleştiride bulunmalarını “çoğunluk yönetimi” ilkesine karşı “saygısızlık” ve “demokrasi”ye karşı “açıktan açığa duyulan garez ve öfke” olarak tanımlıyor. üstelik bunu “demokrasi düşmanlarının da fikirlerini dile getirme özgürlükleri vardır” derken yapıyor. belki de “akademisyen”imiz, “şu özgürlükler olmasaydı, ‘çoğunluk yönetimi’ olarak demokrasi ne güzel işlerdi; naçar ‘saygı’ duyacağız bu özgürlüklere…” yaklaşımındadır. öyle ki “akademisyen”imiz, “çoğunluk yönetimi”ne diş bilenmesini hayretle karşılıyor ve bunun “en çok satan gazetelerde” yapılmasını anlayamıyor (belki de kabullenemiyor).
“akademisyen”imiz, bunu yaparken, adını zikretmektem imtina ettiği “yazar”ın eleştirdiği davranışının bir benzerini yaptığını farkedemiyor bile… “demokrasinin hem çoğunluk yönetimine hem de azınlıkta kalanların tercih ve görüşlerine saygı gösterilmesi demek” olduğunu söyleyen “akademisyen”imiz, “çoğunluk yönetimi”ne gösterdiği saygının zerresini “azınlıkta kalanların tercih ve görüşleri”ne göstermiyor. (şu “saygı” meselesini başka bir yazıda irdelemek üzere bir kenara bırakıyorum. benim için demokraside önemli olan “tahammül”dür.)
“akademisyen”imiz “bir yazar”ın görüşlerini “çoğunluk yönetimi” ilkesine karşı “saygısızlık” ve “demokrasi”ye karşı “açıktan açığa duyulan garez ve öfke” olarak tanımlarken, başbakanın verdiği yanıtın “açıktan açığa faşistlerin ‘ya sev ya terk et’ zihniyetini andırdığı”ndan dem vuruyor. yine de başbakan’ı kayırmaktan kendini alamıyor. 22 temmuz seçim sonuçlarının hemen ardından başbakanın yaptığı itidal dolu konuşmaya gönderme yapıp o “sözlere özde de bağlı kalmanızı bekliyoruz” diyerek eleştirisini yumuşatıyor.
siz bakmayın “akademisyen”imizin araya “azınlıkta kalanların özgürlükleri” diye bir kaç kırıntı sıkıştırmasına. “azınlıkta kalan”ın “çoğunluk yönetimi”ni eleştirisine öfke kusarken, “çoğunluk yönetimi”nin temsilcisinin abesle iştigalden bile öte söylemini “kaygı uyandıran bir beyan” olarak geçiştiriyor.
“akademisyen”imiz “demokrasinin temel ilkelerinden biri olan ‘çoğunluk yönetimi’nden bahsederken hangi çoğunluğu kastediyor, salt çoğunluk mu, nisbî çoğunluk mu?
belirsiz… “akademisyen”imiz için bu kilit sorunun hiç bir kıymet-i harbiyesi yok.
o, bütün yaşamı boyunca bir “çoğunluk yönetimi” sözüne takılmış kalmış ama bu çoğunluğun salt mı, nisbî mi olması gerektiği üzerine kafa yormamış.
böyledir benim demokratlarım…
demokrasiyi “azınlıkta kalanların özgürlükleri”ni de bir biçimde içeren sınırları belirsiz bir “çoğunluk yönetimi” olarak algılayıp “demokrat” olurlar. okumuş yazmış adamlardır ama bunun daha henüz “cumhuriyet” bile demek olmadığını bilmezler.
çığırdıkları “demokrasi” türküsü de iktidar makamındandır.
23 ağustos 2007 23:22