Orhan Yalçın Gültekin

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Cumhuriyetin tehlikede olmasının sebebi kızların yükseköğrenimlerini türbanlarıyla sürdürmek istemelerinde değildir; türbanlarıyla evlerine hapsedilmelerindedir.

Bir zamanlar, ilerici olma savlılar, kız çocuklarını okula göndermeyip eve hapseden, sonra da kendilerinin buldukları adamlarla evlendiren babalara ateş püskürürdü. Bu babalar elinde yetişip o adamlarla evlendirilen kadınların ne tür çocuklar yetiştirebileceklerini düşünür dertlenirdi.

Bu kız çocukları, İslâmın belli bir yorumuna dayanarak eğitilirler ve kendileri gibi olmayanları tüü kaka olarak bellerlerdi. Babalarına benzemeyen erkekler kavat, analarına benzemeyen kadınlar da orospu olurdu onların indinde. Dünyaları o kadarcıktı. Hani kurbağa kuyudan yukarı bakarmış da gökyüzünü kuyunun ağzı kadar bir yer sanırmış ya… O hesap.

Türkiye kapitalizminin derinlemesine gelişimi “kırsal din”e dayanan “yeni” bir burjuva toplum da doğururken köylerin artı nüfusunu da kentlere (kentlerin onları kendine eklemleyemeyeceği ve/veya kendi uygarlık tipine dönüştüremeyeceği düzeyde) yığdı. Sonuç yeni bir kent örgüsü, yeni bir kent yaşamı oldu. Bu yeni yaşam, eski yaşam biçiminin değer yargılarını dönüştürmeye başladı. Eskiden kızların okutulması bile “İslâm ahlâkı”ndan uzaklaşma olarak algılanırken, bu ahlâk çatırdadı ve kızlar okula gönderilmeye başlandı ama emniyet sübabı olarak da örtünmeli bir yükseköğretim şart koşuldu.

Eskiden köy ve kasabalarda, işçi semtlerinde, varoşlarda evlerine hapsedilmiş kızlar vardı. Oralarda kaldıkları sürece ilerici olma savlıların yalnızca içlerini burkarlar, en fazlasından onları da aydınlığa kavuşturmak için çabalama arzularını dürtüklerlerdi.

“Yeni ” burjuva toplumunun kız evlatları da (erkek evlâtlardan çok ama çok sonra da olsa) üniversite derdine kentin merkezlerine çıkmak durumunda kaldılar.

O güne dek kent merkezlerinde handiyse tek modernleşme tipi olarak algılanan Batılı giyim tarzı ve yaşam biçimine karşı Batılılaşma sürecinde yeni bir giyim tarzı ve yaşam biçimini geliştirmeye başladılar. (Başta “türban”, sırtta kot mont, uzun etek ve ayaklarda botlar…)

Batılı mı Batıcı mı olduğu tartışmalı gelenekleşmiş “Cumhuriyetçi” yaşam biçimini modernleşmenin olası tek biçimi olarak algılayanlar bu durumdan dehşete düştüler.

Zurnanın zart dediği yer bu dehşete düşme konağında oluştu.

Bir dönemin ilerici olma savlıları, bu yeni dalgayı ancak bir koşulda kabul edebileceklerini söylediler: Bize benzerseniz!

Ancak karşılarında artık yalnızca evlerine gündeliğe gelen başı bağlı kızlar ya da fabrikalardaki işçi kadınlar yoktu. Bir kısmı basbayağı burjuva ailelerden geliyorlardı. Bu kızlar, “kendi” erkeklerinden daha okumuş yazmışlardı, çünkü ancak o koşullarda “öğrenimlerine devam hakkı”nı elde edebilirlerdi.

Hem “yok, siz bilmezsiniz, Kur’an’da öyle yazmıyor” lâflarını yemeyecek kadar “Kur’an” okumuşlardı, hem de meramlarını anlatacak denli modern iletişim bilimini öğrenmeye başlamışlardı. Hiç “Kur’an” okumadan Müslüman olma savındaki sözümona “Cumhuriyet” kadınlarıyla çatır çatır İslâmiyet tartışacak ve çoğu yerde onları tuşa getirecek denli konuya hakimdiler. (Bir kadın “Cumhuriyet” profesörü ile “türbanlı” bir üniversite öğrencisi kızın televizyondaki tartışmasını anımsadım. “Türbanlı” kız, çatır çatır “örtünme” ile ilgili ayetleri sıralayınca profesör handiyse dehşete kapıldıydı.)

Evlerine kapatılmış kızlar evlerinden çıkıyor ve “okul”a gitmeye kalkıyorlardı ama “kendi”leri olarak!

Kendini dayatan “yeni” olgu, hemen hemen herkesin ezberini bozuyordu.

Devam edecek…

07 Şubat 2008 14:38