alev alatlı
gözlemlediğim odur ki, korkutan tülbent değil, türban. niye, çünkü, derin belleğimizdeki hayırhah kadının uzantısı tülbent. döner yara sarar, döner kırık kol bağlar, döner sancılı başı sıkar, döner yoğurt süzer, döner hamur teknesini örter, döner bebeyi haşerattan korur, hastanın terini siler, yavukluya armağan olur, hasreti iyileştirir. nurani yüzleri çevrelerken anılır; sabun kokusu, kekik ıtırı, kadın şefkati, ana kucağı çağrıştırır. türban öyle değil. çünkü, türban, islâmi tesettüre ilişkin en katı (dilerseniz, en erkeksi) yorumun benimsendiğinin ilânı hüviyetindedir; ve dolayısıyla, kadına ilişkin tüm diğer yorum ve kuralların da kabullenildiğini ima eder. bunların arasında kötülük, fitne ve uğursuzluk kaynağı olmamızdan başka, dinen ve aklen dûn (eksik) yaratıldığımız, namazı bozan köpekler ve eşeklerle bir tutulduğumuz şeklinde, eşrefi mahlûkat olmaktan gelen haysiyetimizi rencide eden yorumlar vardır. türban, bu yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için korkutur.
kadın/ana koşulsuz sevginin simgesidir. toplumun, yasaların, hatta kutsal kitapların dayatmalarına rağmen doğurduklarından vazgeçmeyen, terörist torunundan da, eşcinsel oğlundan da, konsomatrist kızından da kopmayandır. hiç bir ideolojinin yada toplumsal kurgunun ya da inancın selâmeti anayı çocuklarını feda etmeye iknaya yetmezken, kadın, pederşahi kuralların inşa ettiği dünyanın iflâh olmaz muhalifi olarak tebarüz eder. bu iflâh olmaz muhalif, yeri geldiğinde tüm kuralları çiğneyecek, oğlan ya da kız, suçları ne olursa olsun, doğurduklarının esenliğini sağlamaya çalışacaktır. “ağlarsa ana ağlar gerisi yalan ağlar” olgusu, kadın unsurunun beşere sunduğu eşsiz sığınağı minnetle ulularken; kadının kendisi yeryüzünde gözlenen tüm karışıklıkların (fitnenin) müsebbibi olarak takdim edilir, dünya kurulalı beri.
hint’in kutsal metinlerinde, “doğuştan düşüncesiz ve hilekârdır” kadın. “iman yolunda bir engel, salâh yolunda bir bariyer, uygulamada bir büyücü, iğrenç arzuları temsil eden” bir aşifte.(1) buda, öğretisini sulandıracakları için kadınların rahibe olmalarına karşıdır. ortodoks yahudi erkeklerinin sabah dualarından biri, “beni bir kadın olarak yaratmayan kâinatın yaratıcısı efendimize hamdolsun.” adem’i mennu meyveyi yemeğe ikna ederek, insanlığın cennetten kovulmasına neden olan havva ile ilişkilendirilmiyor olmasına şükretmektedir. hıristiyan geleneğinin başat bileşeni, kadının kötülük, ayartma ve günahla özdeşleştirilmesidir. erkek, ruhani, akla yatkın ve tanrısal olan isa’nın alanının temsilcisi sayılırken, kadın, sezar’ın ten ve madde dünyasıyla bütünleştirilir. hayrın ve şerrin, cinslerdeki karşılıkları erkek ve kadın olarak belirlenirken, yeryüzüne kötülük bulaştırdıkları gerekçesiyle kadınlardan topluca tövbe edip, günahlarını affettirmeleri talep edilir. isevi öğretiyi kaleme alan aziz paulos, memnu meyva olayında “aldanarak suça düşen” kadının susup, erkeğe tabi olması gerektiğini bildirir: “kadın tam tabiiyetle sessizce öğrensin. fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem…”(2) hıristiyan kadınların günahlarının bağışlanması, cinsiyetlerinin dayattığı rolü canı gönülden kabullenip çocuk doğurmaları, cinselliklerini kontrol altında tutmaları, erkeğe tabi olmalarına bağlıdır. islam’da, “ümmetim için kadın fitnesinden daha büyük bir fitne kaldığını bilmiyorum” mealindeki cümlenin hazreti muhammed’e ait olduğu bildirilir. “allahım bizi kadınların şerrinden, fitnesinden ve onlarla imtihan olup kaybetmekten koru” mealindeki duanın(3) varlığı, semavi dinlerin ortak tutumlarının yansıması olarak belirir.
öte yandan, 1900’lü yılların başlarına kadar medeni dünyanın hemen her ülkesinde bir eş, kocasının gölgesi, uzantısı, parçası olan kadın, dünyayı saran değişimden nasibini alacaktır. “yeni kadın” erkeğin bir refleksinden ibaret olmayı kabullenmeyen, yardımcı oyuncu rolünü reddeden, kendisine ait bir içdünyasına sahip, coşkulu, bağımsız, özgüven sahibi, yaşamını bir başına sürdürmeyi göze alabilen kadındır. bu kadın, modernleşen toplumların her basamağında rastlanabilecek birisidir. sabahın kör karanlığında işçi mahallelerinden fabrikalara akan solgun kalabalığın arasında da görülebilir, mutevazı bir tezgâhın arkasında da, laboratuvarda da, devlet arşivinde de, hastane koğuşunda da. aşkları çok başarılı evliliklerle sonuçlanan, el değmemiş “iyi” kızlar değillerdir bunlar. kocalarının ihanetlerine katlanan evli kadınlardan olmadıkları gibi, intikamlarını zina yaparak almaya kalkışanlardan da değillerdir. ne mutsuz bir aşk hikâyesinin yasını tutan yaşlı bakire, ne de bir aşifte; yeni kadın, yoksulluğa ya da mesleksizliğe kurban gitmeyi reddeden, hayattan özgün talepleri olan, ömrünü ailenin, sülâlenin hizmetinde tüketmeyi reddeden, hemcinsinin haklarını savunan kadın.
yeni kadın, erkeğin ne gönlüne ne de aklına hitap eder. erkek cinsinin en duyarlı zümresi iken şairler, yeni kadını ne görürler, ne duyarlar, ne anlarlar, ne de ayırt ederler. kendilerini geliştirmeye adanmış, yeni yollar, yeni renkler, yeni dünyalar keşfetmeye çalışan yazarlar, yeni kadının yanından geçip giderler. edebiyat, ihanete uğramış, terk edilmiş, acı çeken kadınlar, intikamcı zevceler, büyüleyici aşifteler ya da iradesiz, renksiz, sade, şirin kızlar üretmeyi sürdürür. romancıların muhayyeleleri de sanki kadının geleneksel görüntüsünden başkasını algılamaya müsait değildir. değişimi idrak edemedikleri gibi, belleklerine de kaydedemezler. yeni kadının hekimlikten yargıçlığa, sanayicilikten mühendisliğe, müzikten edebiyata, tiyatrodan öğretmenliğe kadar hemen her çağdaş uğraşta rastlanan muhteşem örneklerine gelince, onlar istisna sayılır; olağandışı psikolojik fenomenler olarak tanımlanıp, uzak durulur. yaşı ne olursa olsun, erkeğin kanatlarının altında olmayan kadın, ana muamelesi görür. özetle, kadının ne olup olmadığı erkekler tarafından kadınlar üzerinden tartışılan bir süreç olmaya devam eder; günümüzde türban meselesinde gördüğümüz gibi.
oysa, cinsellik, yeni kadının kimliğini oluşturan onlarca bileşenden sadece birisidir; meğer ki, yaptırımların kurbanı olsun, asla belirleyeci olanı değil. keza, doğurma eylemi, kadın hüviyetindeki ömrünün sancılı bir safhasından ibarettir, bütününü şekillendiren bir fenomen değil. doğum yapmış, yani, kadın olmaktan ana olmaya terfi ettirilmiş olmak, yeni kadın tarafından cinsine atfedilegelen fıtrî kötülüklerden arındırıldığı gösteren bir ibraname olarak da önemsenmez. yeni kadın, evlâd sahibi olmanın hormonlarının desteğindeki koruma içgüdüsünü körükleyeceğini, doğurduklarını yaşatabilmek için elinden geleni ardına koymayacağı ruh halinin “fitne potansiyeli”ni de güçlendirebileceğinin bilincindedir. kediler ana olmasın derler, doğrudur; en narinimiz bile tırnaklarını çıkaracak, aslan kesilecektir. bu çerçevede, “haram helâl ver allahım/çoluk çocuk yer allahım” yakarışının bir kadın duası olduğunu hatırlatayım. tekvin ve kur’an’da yer alan ismail kıssasında biricik oğlunu kurban etmeyi düşünebilenin çocuğun anası değil, babası olmuş olması, yeni kadının gözünde erkeklerin çocuklarına ilişkin eğreti tutumlarının teyidi mahiyetindedir; erkeklerden oluşan hakim sınıfının hükümranlığını yasallaştıran çağların pederşahi toplum sistemlerinde oğullarını esirgeme çabası içindeki anaların feryadlarının şeytanın iğvaları olarak yorumlanmasını da ciddiye almayacaktır.
yeni kadının tecrübesi, yeryüzündeki yaşamın somutta ispatlanan aşkla ayakta kaldığı şeklindedir, yasalarla değil. cinselliğin iletişimle mümkün olduğu şeklindedir, şiddetle değil. imanın akılla güçlendiği şeklindedir, dayatmayla değil. ruhaniyatın saygı ile beslendiğidir, seçkinci ayırımcılıkla değil. erkeklere nasip olmamış gibi duran işbu tecrübe, fitne vb. suçlamalara karşın kadınların/anaların yasaların dışında ve üstündeki konumlarına ısrarla sahip çıkmalarını öğütleyen kadınlık bilgisidir. gerektiğinde baş örten, gerektiğinde yara saran tülbent, kadınlara mahsus bilginin kadim nakil aracı olarak görülür. bu bağlamda, türban, kadınlık bilgisinin bastırılması, diğer bir deyişle, kadının kadına ihanetinin dışavurumu olarak algılanabildiği için korkutur.
türk toplumun eriştiği tarihinin bu noktasında, yargıç kürsüsündeki yerini dişiyle tırnağıyla elde etmiş yeni kadın, tanık mahallindeki hemcinsinin şahitliğini irade ve akıl bakımından erkeklerden daha zayıf olduğu gerekçesiyle reddetmeyi aklından bile geçirmezken, dünya ve kâinat görüşünü türbanı aracılığıyla ilân eden kadın yargıcın vereceği hüküm, erkek cinsi lehine cinsiyet ayırımı yapacağının peşinen kabulü demek olacağı için korkutur. benzeri korkular tıptan sahne sanatlarına, öğretmenlikten turizme kadar hemen her uğraş dalında nüksedebilecek; yalnız seyahat edememekten yönetici kadrolarından uzak durmaya varıncaya kadar çok sayıda olası yasaklar gündemde kalmaya ve ürkütmeye devam edeceklerdir.
bana sorarsanız, türban sorunu işbu “kadının kadına ihaneti” olarak ifade ettiğim açmazda düğümlenmektedir. bir kısmımız türbanı egemen erkeklerle kadınlar aleyhine yapılan bir ittifak olarak değerlendirirken, diğer bir kısmımız yasakçılarla birlikte hareket etmek suretiyle kendilerine tekâmül yollarını kapayan hemcinslerinin ihaneti olarak görebilmektedirler. her halûkârda, konu üzerinde tartışacak, uzlaşma zemini arayacak, meseleyi çözüme ulaştırmaya çalışacak olan kadınlardır; kadınlar üzerinden ahkâm kesen muhalif ya da muvafık erkekler değil. bu aşamada gerçek tehlike arzeden bir şey varsa, o da tarafların içtenlikle konuşacakları yerde birbirlerini basmakalıp sıfatlarla takdim ve itham etmeyi sürdürmeleri olsa gerek. rahmetli meriç’ten mülhem bir ifadeyle, kavga, kadın ile kaderi arasında olmalıdır, kadın ile kelimeler arasında değil.
(1) devi bhagaveta (1.5.83)
(2) yeni ahit, 1.timoteosa.
(3) ”allahümme ecirna min şerri’n-nisa…”
* zaman gazetesi’nin bas(a)madığı yazı ilk didamangisa’da yayınlandı
* konu ile ilgili olarak milliyet gazetesinde çıkan haber: Alatlı’nın yazısına Zaman’dan engel
ben yazıyı tüm dikkatimle okudum… tüm liberalliğine rağmen zihninin bir köşesinde tortulanmış bazı ideolojik kalıntıların eseri olarak tülbent ile türbanın bu kadar acımasız bir şekide ayırıma tabi tutulması benim gibi alev alatlı’nın hayranı bir kişiyi üzmüştür… o malum ve talihsiz teze destek verdiğini görmek ise beni yıkmıştır. hakim… doktor… öğretmen… olursa kendini uzak tutacağı tezi… bu tez sonuna kadar doğru olsa da bu ayrımın fıtrıliğini kabul etmektense aydın zorbalığı olan pozitivitist bakış açısıyla kadın erkek karışık toplumun faziletinin bilinç altından nüksedişini hayretle izledim.
zaman iyi yapmıştır bu yazıyı yayınlamamakla… fikir hürriyeti vardır. ama bakın okuyabiliyoruz yazıyı… ama bu fikirleri kabul manasında yayınlanmaması isabet olmuştur…
namazı bozan köpekler ve eşeklerle bir tutulduğumuz şeklinde, eşrefi mahlûkat olmaktan gelen haysiyetimizi rencide eden yorumlar vardır. türban, bu yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için korkutur…
bu yorumla alatlı farkında mı milyonlarca türbanlıya köpek ve eşşek muamelesi yaptığını…
BeğenBeğen
sayın editör fikre herkesin saygısı var… ama hakarete hayır….alev hanım alıntıladığım paragrafında hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde hakaret etmiştir. ben bu beyaz saçlı bilgenin bu durmuna seviniyor değilim…malesef üzüldüm. acaba yıllarca özgürlük derken zimmen insanın içinde bir okde vardı da o mu nüksetti….
ben burda yorum falan görmüyorum. açık açık hakaret var…. bu hakaret özgürlüğü insanı aydın mı yapar. nefis putuna bir darbede alev alatlı vurmalıydı. yanlış anlaşıldım veya kalemimin o anki gazabına uğradım demeliydi. bunu şu şekilde yazsaydı acaba hangi laik kafa bu yazıyı basardı…
BeğenBeğen
simurg kardeş….
kadını eşek ve köpekle aynı kefeye koyan zihniyet şu an türban takanların ve onların eşlerinin düşüncesi değildir.
bir gün bir konuşma duyar hz aişe annemiz… “namazın önünden eşek, köpek ve kadın geçerse namaz bozulur” diyen bir cahile ağzının payını vererek “sana hangi kanun bu hakkı veriyor kadını köpekle bir tutarsın” diyor…
ama alev alatlı şu yorumunda….
tülbent için ki methiyesini almayayım… ama türbana alerjisi olan kısmını alayım…
“türban öyle değil. çünkü, türban, islâmi tesettüre ilişkin en katı (dilerseniz, en erkeksi) yorumun benimsendiğinin ilânı hüviyetindedir; ve dolayısıyla, kadına ilişkin tüm diğer yorum ve kuralların da kabullenildiğini ima eder. bunların arasında kötülük, fitne ve uğursuzluk kaynağı olmamızdan başka, dinen ve aklen dûn (eksik) yaratıldığımız, namazı bozan köpekler ve eşeklerle bir tutulduğumuz şeklinde, eşrefi mahlûkat olmaktan gelen haysiyetimizi rencide eden yorumlar vardır. türban, bu yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için korkutur.”
ben islam camiasının hertürlüsünde çorba, çay içmiş biri olarak kadını böyle gören bir kesim görmedim. kadının farklı yaratılışında hikmetler arayan yorum yapanı görmüşüm ama türbanlı kadını bu kadar aşağılayan bir düşünceyle karşılaşmadım. kadının farklı yaratılışında yorum sadedende hz allahın şahitlik, miras, gibi konularda kadının bu konumu vermesini… kendi aklınca yorumlayan… belki duygusallığı yüzünden kadının şahitliğinin (iki kadının gördüğü bir erkeğin gördüğü makbuldur) yorum getirmesini kendince islam için eksiklik addeden bir çok kimse vardır… onlar rabbinin bu emrinin hikmetlerini araştırmışlar…
miras konusunda da aynı yorumlar vardır….yorumdur diyorum ki bu sadece olan bir şeyi anlama çabasıdır…
alev hanım gibi düşünen tek bir islami kesim yoktur. onlar hanımlarının allahın emri olduğu için örtünmesini isterler… hanımlar ise rablerinin emirleri için… türban ise tamamıyla estetik ve modern çizginin eseridir… bakın bu da benim yorumum…
ama türbanı; kadına eşek ve köpek gibi bakanların simgesi olarak görmek ise vicdansızlıktır…
BeğenBeğen
burada eşşek ve köpek muamelesi yapmak değil, bu muameleye dikkat çekmek amacı nasıl görülmez?
bu konu hakkında da kadının baştan çıkarıcılığı bence ikinci planda kalmıştır (hatta belki de bunu burada belirtmemin gereksiz olduğu kadar gereksiz bir konu haline gelmiştir kadının baştan çıkarıcılığı), çünkü kadının kendisi değil ama kadın konusu öyle bir konu olmuştur ki yıllardır, yanlış ve aklı selim insanların karşısında durmaya uğraştığı bir maço öğretinin temel kuralı olarak kadının insandan aşağı bir varlık olarak görülmesi alışkanlığının tadını o kadar çok sevmişiz ki, kadınları bu yolla iğfal etmenin keyfine o kadar varmışız ki, kadını porno film kuşağından daha keyifli bir üst malzeme olarak görmekten kendimizi alamayıp kadını insan olarak görememenin kadın konusundaki başlıca fitne olduğunu anlayamamışız. kadın konusundaki başlıca fitne zaten kadının baştan çıkarıcılığından değil, erkeğin kadına karşı olan kıskançlığından kaynaklanıyor.
hz. muhammed peygamber olduğunda arabistan’daki kadınların deve karşılığında alınıp satıldığı, kız çocukların gömüldüğü, kulaktan dolma da olsa kur’an hakkında birşeyler bilen herkesin haberdar olduğu şeyler. ve erkeklerin de kadınları insandan ayrı ya da insandan aşağı görmesi hala son derece olağandır ve mevki, makam, şan sahibi erkeklerin kadınlara insanlık haklarını teslim etmemeleri (sen kimsin ki…), kendilerini hak hukuk konusunda tanrıymışcasına yetkili görmeleri asıl fitnedir.
eğer namuzsuz bir kadın varsa, bunun ilk sorumlusu, kadını namuzsuzlukla karşı karşıya bırakan sistemin sorumlusu olan erkektir. madem ki oturdun dünyanın tahtına insanlık tarihinin başından beri, sorumluluğu kabullen de erkini görelim. şimdi bir daha düşünmek lazım,”bütün kitaplar neden erkeklere indi?” diye. kendileri istedi de ondan…
kadınların ve erkeklerin kadın haklarını savunmalarındaki tavırları bile, bu hali kabullenmişler de, “bu garibanları da insan içine sokalım.” düşüncesinden ileri gidemeyen bir tavırdır.
BeğenBeğen