Fatih Yaşlı

Slavoj Zizek, ideoloji üzerine yazdığı bir makalede ideolojik olanın her zaman “yanlış” olmadığına, “doğru”yu söyleyerek de etkili olabileceğine işaret etmek için şöyle bir örnek verir: “Batılı bir güç insan haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bir üçüncü dünya ülkesine müdahale ettiğinde, bu ülkede en temel insan haklarına riayet edilmediği ve Batı’nın müdahalesinin insan hakları sicilini gerçekten de düzelteceği ‘doğru’ olabilir pekâlâ, ama bu tür bir meşrulaştırma, müdahalenin gerçek güdülerini (ekonomik çıkarlar, vs.) dile getirmediği sürece, yine de ‘ideolojik’ kalacaktır.”

Şimdi, bu örnekten, Türkiye’ye ve bugüne geçmeye çalışalım. Ergenekon Operasyonu’nun Türkiye’nin demokratikleşmesine büyük katkı yapacağı, hukuk devletinin tesisine yardımcı olacağı, çeteleri tasfiye edeceği vs. sahiden de “doğru” olabilir. Peki bu, operasyonun ideolojik boyutunu, yani Zizek’in deyişiyle, “tahakküm ilişkilerini meşrulaştırma” işlevini görmemizi engelleyecek midir?

Yanıt “hayır” ise buradan başka bir soruya geçilebilir. Ergenekon söz konusu olduğunda ideolojik olan nedir?

İdeolojik olan, küresel kapitalist tahakkümün meşrulaştırılmasıdır ve tahakküm ideolojik düzeyde kendisini dil aracılığı ile kurar.

Küreselleşmenin dili, serbest piyasa ile demokrasi arasında varoluşsal bir ilişki olduğu, biri olmadan öteki olmayacağı argümanını kayıtsız şartsız kabul eder ve konuşmaya bu kabulün ardından başlar.

İktidara geldiği günden bu yana küreselleşmenin icra komitesi görevini ifa eden AKP küreselleşmenin dili ile kendi dilini ne kadar uyumlu hale getirebilirse o kadar çok başarılı olacağını bilmektedir ve küreselleşme yalnızca, serbest piyasa, verimlilik, karlılık, istikrar gibi terimlerle konuşmaz. Küreselleşme, emperyalist bütün askeri müdahaleleri haklı çıkarma kaygısıyla, insan hakları, demokrasi ve özgürlük terimleriyle de konuşur. Ve küreselleşme aynı zamanda Sorosçu turuncu devrimlerin hepsinde olduğu gibi sivil toplum, ceberut devlet, statüko vb terimlerle konuşur.

Küreselleşmenin dili Türkiye’ye bir ağ aracılığı ile taşınmaktadır. “Muhafazakâr demokrat hegemonya”nın kuruluşunda en büyük rollerden birini oynayan bu ağ, liberal, liberal sol ve liberal muhafazakâr akademisyenlerden/entelektüellerden müteşekkildir ve kuşkusuz enternasyonalist bir karakteri bulunmaktadır. Ağın mensupları, küresel kapitalizmin ideolojik aygıtlarının, yani küresel tahakküme hizmet eden ve küresel ölçekte faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının, think thankların, vakıfların, derneklerin hepsi ile organik bir ilişki içerisindedirler.

Ergenekon, bu ağ tarafından küreselleşmenin diline, tahakkümün söylemine “öteki” olarak dâhil edilmiş durumdadır. Bu öyle bir ötekidir ki, içerisine hem sağı hem solu dâhil edebilirsiniz. Kenan Evren ile Doğan Avcıoğlu’nu, 12 Mart ya da 12 Eylül’le 9 Mart darbe girişimini aynı kefeye koyabilirsiniz. 9 Martçılarla olan ilişkileri nedeniyle, THKO ve THKP-C’yi ihtilalci darbeci sol diye nitelendirip, haftalık dergilerde “derin sol tertip” isimli haber dosyaları hazırlayabilirsiniz. Maraş Katliamı’nın da, Sivas Katliamı’nın da vebalini sağın omuzlarından alabilirsiniz, ne de olsa her ikisi de Ergenekon’un tertibidir. Hatta bu öyle bir “öteki”dir ki, Ömer Ulusoy-MHP ilişkisi örneğinde görüldüğü gibi, “o içimize Ergenekoncuların yerleştirdiği bir ajandır” deyip işin içinden çıkabilirsiniz.

Böylelikle bütün kötülüklerin kendisinden kaynaklandığı, solu da sağı da aynı şekilde kullanan, her yerde hazır ve nazır bir üstün akla, bir meta varlığa ulaşmış olursunuz. Bu, Türkiye siyasi tarihinin bütün sınıf çelişkilerinin, bütün sınıf mücadelelerinin, bütün sol hareketlerin itibardan düşürülmesi demektir.

Bu, bir itibarsızlaştırma operasyonudur.

Sol, böyle bir operasyona maruz bırakıldığında, Türkiye tarihi boyunca statükoya karşı savaşan demokrasi güçleri, liberal-muhafazakâr ittifakın öznelerinden ibaret olacaktır. DP’den AP’ye oradan ANAP ve AKP’ye uzanan bütün bir merkez sağ gelenek, bütün tarikatlar ve cemaatler, siyasal İslamcı hareketler ve onlarla birlikte hareket eden liberaller, birer özgürlük savaşçısı imajına büründürülecektir.

Bu operasyon aynı zamanda elli yıllık soğuk savaş boyunca Türk sağının emperyalizmle ortaklık içerisinde gerçekleştirdiği icraatları, kontrgerillayı, suikastları, Çatlıları ve Kırcıları, kolektif hafızadan silmeye hizmet etmektedir. Tüm icraatlar, “Ergenekon” isimli ve ne olduğu tam da bilinmeyen bir örgüte tahvil edildiğinde, yani tarih bir komplolar tarihi olarak okunduğunda, faşist harekete, hareketin devletin içerisindeki uzantılarına ve dış bağlantılarına dair tek bir söz sarf etmek bile imkânsız hale gelmektedir.

Aynı şekilde bu operasyon, AKP’nin emperyalizmle ve ABD ile olan ilişkilerinin üzerini örtme misyonunu da üstlenmiştir. Muhafazakâr basının kimi kalemlerinin, Ergenekon ile ABD ve Neo-conlar arasındaki ilişkiye dair ısrarlı vurgularının temelinde bu vardır: AKP dış destekli bir örgütlenmeyi çökertmeye çalışan “milli” ve “yerli” bir harekettir.

Ergenekon, güçlü bir sol hareketin olmadığı ülkemizde, küreselleşme karşıtı olanı temsil eder hale getirilmiştir. Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği karşıtlığı, serbest piyasa ve liberal demokrasiye muhalefet gibi nitelikler, birer suç haline getirilip önce bu örgüte isnat edilmekte, sonra da bu isnat üzerinden esas olarak sola, yani bu niteliklerin gerçek sahibine saldırılmaktadır.

Ergenekon, ikinci iktidar döneminde mazlum edebiyatını daha fazla sürdürmesi imkânsız hale gelen AKP’nin mazlum sıfatını taşımaya devam edebilmesine yardımcı olmuştur: AKP; devletin içerisindeki güç odaklarına, yani gizli iktidara karşı savaşan, hukuk ve demokrasi yanlısı ve mazlum bir partidir. Kapatma davası da bu gizli iktidara karşı verilen savaşın bir cephesi olarak düşmanlar tarafından açılmıştır.

Aynı şekilde Ergenekon, merkez-çevre paradigmasından hareketle, AKP’yi seçkinlere karşı halkın çıkarlarını savunan ve ceberut devlete karşı demokrasinin bayraktarlığını yapan bir siyasal akım olarak gören liberallerin/liberal solcuların ideolojik hâkimiyetini de pekiştirmiştir. “Ceberut devlet” diye tanımladıkları ve esasen orduyu kastettikleri bir gücün aslında AKP ile bir karşıtlık içerisinde olmadığını görmedikleri anda, Ergenekon, bir düşman olarak, imdatlarına yetişmiş ve AKP destekçiliğini meşru kılmaya hizmet etmiştir: Demokrasi karşıtlarına karşı AKP ile ittifak yapmak mubahtır.

Ergenekon, AKP’nin bir süredir unuttuğu ve bu nedenle liberal müttefiklerini kızdırdığı AB sürecini de yeniden hareketlendirmeye vesile olmuş, 301. madde bir tür siyasi rüşvet olarak değiştirilmiş ve AB’nin kamuoyunda azalan desteğinin yeniden artırılması gündeme gelmiştir.

Ergenekon, küresel kapitalizmin Truva Atı olan Gülenist hareketin devlet içerisindeki örgütlenmesinde bir sıçrama tahtası işlevi de görmüştür. Operasyon ile hem devlet içerisindeki anti-Gülenist’lere güçlü bir mesaj gönderilmiş hem de hareketin nelere kadir olabileceği ispatlanmıştır. Bu, yeni bir derin devlet demektir. Operasyonun ardından, Gülenist hareketin, “iktidar olmadan dünyayı değiştirmek” şeklinde özetleyebileceğimiz hegemonya stratejisinde, büyük mevziler kazandığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

Ergenekon yalnızca polisiye bir operasyonun adı değildir, ülkenin önümüzdeki beş on yılını şekillendirecek siyasi bir operasyonun da adıdır ve Türkiye solu
nun bu operasyondan en ufak bir kazanımı bile olmayacaktır.

Sendika.org, 18 nisan 2008