Orhan Yalçın Gültekin
Taraf gazetesinde yayınlanan “Deniz’lerin Yolu ve Ergenekon Zihniyeti” başlıklı yazısıyla 68 tartışmalarına katkıda (!) bulunan R. O. Kütahyalı, tarihi eğip bükerek neler yapılabileceğinin örneklerini sunarken, bu eğip bükmelerin kendi tarih algılayışında açmış olduğu kara delikleri de ifade etmekten kaçınamıyor.
R. O. Kütahyalı’nın da bir Procrustes yatağı (1) var. Hemen hemen her şeyi o yatakta sınıyor. Procrustes yatağının özellikleri eksik bilinir. Bilinen kısmı, yatağa yatırdığı kurbanın ayakları dışarı taşarsa ayaklarını kestiği, kurbanın boyu kısaysa gererek uzattığıdır. Burada bile bir adalet vardır! Yatağın bilinmeyen özelliği ise şudur: yatak ayarlanabilir bir yataktır. Procrustes, kurbanın boyunu tahmin eder ve yatağı ona göre hazırlarmış; kurban kısaysa yatağı uzatır; uzunsa kısaltırmış.
R. O. Kütahyalı, söz konusu “Sol 68” olduğunda yatağı kısaltıyor; “Sağ 68”i ise yatağa attığı şüpheli.
R. O. Kütahyalı bunu nasıl yapıyor? Şöyle…
Maksadı üzüm yemek değil de bağcı dövmek olduğundan 68’e uyduğunu düşündüğü bir yatak hazırlıyor. Hâliyle 68, bu yatağa sığmıyor. Sığmayan kısımları kesip biçiyor. 68’in kimi özellikleri de Kütahyalı yatağına kısa geliyor. O zaman da çekip uzatıyor… Bu kesip biçme ve çekip uzatma ameliyesinden de geriye matah bir şey kalmıyor haliyle.
R. O. Kütahyalı, inanmış ki 68 milliyetçidir, kemalisttir. Kendi indinde de bunlar hiç mi hiç muteber değildir. Ne ki Kütahyalı bir konuyu atlıyor: onun bu kavramlara verdiği anlamlarla “ötekiler”in verdiği anlamlar farklıdır ve “ötekiler” kendi anlamlarıyla kullanmışlardır bu kavramları.
Kütahyalı, şu sözleri ortaya seriyor:
““Devrimci, gerçek milliyetçi öğrenciler bizleriz… Biz Mustafa Kemal gençliği olarak Amerikan emperyalizmini Türkiye’den atıncaya kadar savaşa devam edeceğiz. Bu uğurda tevkif değil, hepimiz öleceğiz.”
“Millî çıkar”…
“Gayri-milli unsurlar”…
“Gayri-milli olan her şeye dur demek Mustafa Kemalciliğin gerektirdiği bir görevdir.”
Ve buradan da Ergenekonculuğa kanıt çıkarabiliyor, çünkü kendisi de Ergenekoncularla aynı dili kullanıyor; kavramlara aynı anlamı veriyor.
Ergenekoncuların indinde de Kütahyalı’nın nezdinde de “millî” olan “Türk”tür; “gayrı-millî” olan ise “Türk-olmayan”dır. Yazık ki Türk-İslâm senteziyle yetişmiş kuşaklarda böyle bir önkabul oluşmuş. Çocuk ne yapsın? Öyle duymuş, öyle öğretilmiş, öyle belletilmiş… Sorgulamaya ne gerek var? Sorgulamıyor; bu “bilgi” kırıntılarını kabulleniyor ve onlar üzerinden bir şato inşa ediyor.
Oysa “Türkiyeli 68’liler”, dahası “Türk 68’liler” de, Mustafa Kemal’i ittihatçı filan olarak algılamadılar; onlar, Mustafa Kemal’i “İstiklâl-i tam”, “Hakimiyet bilâ kayd ü şart milletindir” ve “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”, “Bu meclis Türklerin ve Kürtlerin meclisidir” sözleriyle bildiler ve bu sözlerin oluşturduğu anlamsal çerçeve içinde sahiplendiler.
Bu anlamsal çerçevenin tarihsel gerçeklere uyup uymadığı ayrı bir tartışmadır; 68’liler bunu da tartışmışlar ve bu anlamsal çerçevenin doğru olduğunu savunmuşlardır. 68’liler bu anlamsal çerçeveyi kimlere karşı savunmuştur? Öncelikle “düzen partileri” ve onların organik aydınlarına karşı… Emperyalizm ile işbirliği içinde olanların Kemalist olmadığını söylemişlerdir; onları Kemalist olmamakla, Türkiye’nin yarı bağımlı bir ülke durumuna getirilmesinin sorumlusu olmakla, Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık düşüncesine aykırı hareket etmekle suçlamışlardır.
Onlar tam da bu yüzden, öğrenip savaşır, savaşıp öğrenir ve arınırken –özellikle başlangıçta- kendilerini “milliyetçi” ve/veya “Kemalist” olarak adlandırmakta bir beis görmemişlerdir. Tıpkı Çin’de Sun Yat Sen’in hem Çin Komünist Partisi hem de Çin Milliyetçi Partisi (Komintang) tarafından sahiplenilmesi ve özellikle ÇKP’nin Komintang’ı Doktor’un “Üç Halk İlkesi”ni (3) reddetmekle suçlaması; tıpkı Nikaragua’da hemen hepsi Komünist kökenli farklı grupların Komünist olmayan Augusto César Sandino’nun adını bayrak yaparak Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (2) kurmaları gibi… Onlara göre Mustafa Kemal, bağımsızlık, cumhuriyet, demokrasi vb demekti; modern yaşamın ortak değerleri demekti.
Ne ki onlar yalnızca bu değildiler, yalnızca bu olarak kalmadılar. Bu ortak değerler simgesinin ötesini de temsil ediyorlardı: sosyalizm, komünizm filan…
68, bir yönüyle Hrant’a uzanıyor; Ergenekon’a değil…
R. O. Kütahyalı şunları söylemekte bir sakınca görmüyor:
“O devrimci-milliyetçi tohumların Hrant katledilince ‘Türkiye bir düşmanını kaybetti, hoş gidişler ola’ diyebilecek gözüdönmüşlükteki günümüz ulusalcı-sol siyasal dilinin oluşmasında payı büyüktür…”
Oysa 68’in bununla hiçbir ilgisi bulunmamaktır! Dahası 68, tam da buna karşı durduğu için 68’dir. 68’in ne devrimciliği ne milliyetçiliği ne de kemalizmi, budunsal milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme içermez.
68’in devrimciliği de milliyetçiliği (!) de kemalizmi (!) de 23 Haziran 1969’da İstanbul’da toplanan Devrimci Milliyetçi Demokratik Gençlik Kurultayı”ndan sonra, Yusuf Küpeli ve Mustafa Kemal Çamkıran tarafından hazırlanan; Yusuf Küpeli ve Deniz Gezmiş adına yayınlanan bildiride belirtilen şu anlayışı içerir:
“Yurdumuzda yaşayan etnik guruplara, anayasamızın öngördüğü biçimde kendi dillerini konuşma ve kültürlerini geliştirme olanakları sağlanmalıdır.”
R. O. Kütahyalı, Hrant’ın katline cevaz veren zihniyetin köklerini Denizlerde değil, kendi zihniyetinin de üzerinde yükseldiği kimlik siyasetinde aramalıdır.
Vardığımız sonuç nedense hep aynı oluyor: R. O. Kütahyalı ile Ergenekoncular aynı ideolojik zemine dayanıyorlar!
“Türkiye 68’i ve “Prag Baharı” (4)
R. O. Kütahyalı, tarihi bilmiyor. Belki “Paris 68’i”nin tarihini biliyordur ama “Türkiye 68’i” konusunda bilgi eksikliği var ya da biliyor da bilmezliğe geliyor.
O, örneğin şöyle yazıyor:
“Öte yandan Deniz’ler Vietnam, Küba ve Dominik’teki gençlere selam çakıyorlardı ama aynı 68’in büyük olayı Prag baharında mücadele eden gençleri karşı-devrimci diye suçluyor, o gençleri ezen tankların yanında saf tutuyorlardı.”
Oysa gerçek hiç de öyle değil!
Türkiye solunda Aragon tipi “yeter ki komünizme gol girmesin”ciler olduğu gibi apaçık SSCB yandaşları da vardı kuşkusuz. Ne ki bu tip çevrelere Deniz Gezmiş ikonu çerçevesinde proleter-devrimcileri katmak tarihi eğip bükmek oluyor.
Türkiye solunda Prag Baharı’nın Sovyet tanklarıyla bastırılmasını destekleyenler ya da işgale karşı hayırhah tutum takınanlar olmuştur, kuşkusuz… Ne ki Deniz Gezmiş, onlardan değildi.
Çekoslovakya’nın işgaline karşı iki kanat karşı durdu.
Bunlardan biri güleryüzlü sosyalizmin temsilcisi Mehmet Ali Aybar’dı. Aybar, işgale karşı çıkmanın ötesinde “Prag Baharı”nı destekliyordu da.
Diğer kanat ise “Denizler”di. Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin önderliğindeki DÖB, SSCB konsolosluğuna siyah çelenk koyacaktı. Anlaşıldığı kadarıyla bu eylem, R. O. Kütahyalı’nın not defterinde yer almamış.
Aybar ile Gezmiş arasındaki fark ise Aybar’ın tersine Gezmiş’in “Prag Baharı”nı olumlamamasıydı.
Deniz agezmiş, Türk Solu dergisinin 19 Kasım 1968 tarihli sayısında yer alan “Gençlik ve Antiemperyalist Kavgası” adlı yazısında şöyle diyordu:
“Çağımız gençliğin Çekoslavakya’da ve diğer revizyonist ülkelerde karşı devrimci olduğu çağdır.”
DÖB, işgale karşı çıkma ile işgal edilen ülkedeki gelişmeleri olumlamama anlamına gelecek bu eylem ve açıklama ile bağımsız ve özgün duruşun örneğini veriyor. Çekoslovakya’da Sovyet işgaline karşı çıkmak Prag Baharı’nı olumlamak anlamına gelmiyor. Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline karşı çıkmanın Taleban’ı olumlamak anlamına gelmeyeceği gibi…
R. O. Kütahyalı’nın anlayamadığı budur. O, bir şeye karşı olmak için mutlaka karşı olduğunun karşı olduğunu olumlamak gerektiğini düşünüyor. “Düşmanımın düşmanı dostumdur”, çok bilindik bir yaklaşımdır. Prag Baharı’na karşıysan SSCB işgalini desteklersin; Prag Baharı’nı savunuyorsan SSCB işgaline karşı çıkarsın… Onun kafası bu kadar ve böyle çalışıyor. Bu kafayla, SSCB’nin Afganistan’ı işgaline de karşı çıktığında Taleban’a dek uzanan bütün aşiretçileri ve arkalarındaki ABD’yi desteklemen ve olumlaman gerekiyor; o, muhtemelen de bunu yapıyordur.:)
Zor olan ise şudur: “Prag Baharı” olarak adlandırılanı kapitalizmin restorasyonunu hedefleyen bir hareket olarak görüyor olsan da onun başka bir ülke ve/veya ülkeler topluluğu tarafından bastırılmasına da karşı çıkmak! Denizler de bunu yapmışlardır.
Notlar:
(1) Procrustes, Atik yarımadasında Eleusis yakınlarındaki tepeleri kendine mesken tutmuş azılı bir hayduttu. Gelip geçen herkesi demirden bir yatağa yatırıyor, ayakları dışarı taşarsa taşan kısmı kesiyor; tersine, adamın boyu kısa gelirse “gererek uzatıyordu”. Püf noktası ise, yatağın gizlice ayarlanabilir olmasıydı. Kurbanın boyunu uzaktan tahmin ediyor, yatağı ona göre hazırlıyordu.
Haydutun zulmüne son veren, kahraman Theseus olmuştur. Oldukça kısa boylu ve tıknaz olan Theseus, Procrustes’i kendisi için ayarladığı yatağa bastırıp yatırmış ve dışarı taşan kafasıyla ayaklarını keserek öldürmüştür.
(2) İspanyolca: Frente Sandinista de Liberación Nacional; İngilizce: the Sandinista National Liberation Front
(3) Çin Cumhuriyeti’nin kurucusu Dr. Sun Yat Sen’in 3 Halk İlkesi şunları içeriyordu: 1) Emperyalizme karşı olma anlamında milliyetçilik. Bu milliyetçilik, yurttaşlık temelinde bir milliyetçilikti; budunsal olmayan bir milliyetçilik… 2) Yurttaş haklarına dayanan demokrasi. 3) Halkın refahı; halkçılık.
(4) Prag Baharı: Alexander Dubček’in 5 Ocak 1968’de Çekoslovakya’da iktidara gelmesiyle başlayan, kimilerinin siyasal-ekonomik liberalleşme kimilerinin de kapitalist restorasyon olarak gördükleri hareket. 20 Ağustos 1968’de SSCB ve Varşova Paktı ülkelerinin (Romanya dışında) Çekoslovakya’yı işgaliyle sona ermişti.