Orhan Yalçın Gültekin

Murat Belge’nin 29 Temmuz 2008 tarihli Taraf gazetesinde yayınlanan “Devrimci” başlıklı yazısını okuduğumda, “devrimcilik zor zanaat” dedim kendi kendime. “Devrimcilik zor zanaat”, çünkü soldan çarkedenlere “devrimci” beğendirmek zor. Üstüne üstlük bu soldan çarkeden zevat, “devrimcilik” vaaz etmekten de alakoyamıyorlar kendilerini. Ne ki, varolanı ya da varolmuş olanı değil de bilinçaltlarına yerleştirmiş oldukları bir “devrimci” imgesi üzerinden “devrimcilik” vaaz etmeye kalktıklarında kendi sınırlarını da ortaya koyuyorlar.

Murat Belge hiç devrimci olmuş muydu?

Murat Belge’nin bahse konu yazısı, Murat Belge’nin yaşamının herhangi bir döneminde “devrimci” olup olmadığını sormamı zorunlu kılıyor. Bu soru, konuya olumlu bir biçimde yaklaşma dürtümden kaynaklanıyor. Olumsuz düşünme gibi huyum olsa “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” atasözünü kullanabilir ve bunun ilerleyen yaşlara denk düşen bir maluliyet olup olmadığını sorgulayabilirdim.

Murat Belge’nin irdelemeye kalkıştığı konu “devrimci”dir ama o, bunu, muhataplarının düşünsel ürünleri ile eylemleri arasındaki bağıntı ve çelişkiler üzerinden ele almaya yeltenmiyor. Bir tür kolaycılığa yönelen Murat Belge, bilinçten çok bilinçaltıyla ilgilenmeyi yeğliyor ve bunu da açıkça zikrediyor. Belge, yazının girişinde şöyle diyor:

“Öyle anlaşılıyor ki, bizim memleketin “sol”unda yer alan bazı arkadaşlarımızın zihninde, belki daha çok da bilinçaltında, oldukça kendine özgü bir “devrimci” kavramı var. Bu, “ortaklaşa bilinçdışı”na özgü imgeden söz ettiğim için, söylediklerim kimsenin fiilen ağzından çıkmış şeyler değil; ama birilerinin ağzından çıkanların altında yattığını düşündüğüm şeyler.”

Konu bir kez kimin ne söyleyip söylemediği, ne yapıp ne etmediğinden kurtarıldıktan ve başkalarının bilinçaltının okunması temelinde eleştiri nesnesi sizin zihninizdeki yansımalar alanına taşındıktan sonra, zihninizdeki muhayyel bir devrimci portresi üzerinden her türlü eleştiriyi yapma rahatlığını elde edebilirsiniz. Murat Belge de bunu yapıyor ve bu dayanılmaz ve sınırsız rahatlık içinde kuralsız bir döğüşün galibi olabilmek için belaltı vurma ayrıcalığını da elde edivermiş oluyor.

Ayakkabı ve ayakkabıcı deyip geçmeyin

Çocukluğumuzda ayakkabıcı değil de kunduracı derdik. Kunduracı demeyi bırakalı uzun zaman oldu. Ne ki ayakkabıcı ne kadar düz ve sıradan bir imgelem yaratıyorsa, kunduracı da o kadar mistikmiş gibi geliyor. Murat Belge’ye de böyle geliyor olsa gerek ki, “devrimci”yi sıradanlaştırmak için “ayakkabıcı” ile kıyaslıyor. Şu sözler ona ait:

“Ayakkabıcı” dediğimizde aklımıza nasıl “ayakkabı yapan” bir adam geliyorsa “devrimci” deyince de “devrim yapan” birini zihnimizde canlandırıyoruz herhalde. Bu adam, öyle ufak tefek, “çerezlik” işlerle uğraşmıyor, zamanı gelince “devrim yapıyor”.

Ayakkabıcıların Murat Belge’yi okumadığı kesin gibi. Okumuş olsalardı birileri mutlaka itiraz eder ve ayakkabıcıların manevi şahsiyetine hakaretten dava açardı.

Murat Belge, “devrimci”yi basit ve güncel pratikten kopuk bir “şey” derekesine düşürebilmek için “ayakkabıcı”yı da aynı düzeye düşürmekten kaçınmıyor. Böylelikle Murat Belge, “devrimci”nin ne olduğunu bilmediğini “ayakkabıcı”yı bilmediğini de itiraf ederek gösteriyor.

Murat Belge için ayakkabı, parasını verip mağazadan aldığı bir nesnedir. Vitrinde görür, beğenir, dener ve alır. Ayakkabı vitrine muhtemelen gökten inmiştir ve zaten oraya nasıl geldiği de önemli değildir. Bu yüzden olsa gerek, Murat Belge, “ayakkabıcı”yı “öyle ufak tefek, ‘çerezlik’ işlerle uğraşmayan, zamanı gelince ‘ayakkabı yapan’” biri olarak algılıyor.

Gökten inenlerle pek ilgimiz olmadığından, “devrimci”nin benzetildiği şu “ayakkabıcı”, şu “ayakkabı”yı nasıl yaparmış merak ettik. Bir nevî hizmetimiz olsun vatandaşa saikiyle şöyle bir araştırdık konuyu. Vikipedi’de anlatıldığına göre ayakkabı yapımı öyle bir çırpıda tamamlanan bir iş değilmiş.

“Ayakkabı yapımı genellikle sekiz aşamada gerçekleşir. Hayvan derisi, kumaş ya da yapay deriden, ayakkabının sayası ve astarı uygun biçimde kesilir. Sayayı oluşturan parçalar ile astar birbirine dikilir. Ayrıca ayakkabının burnuna sertlik veren parça ile topuğa konulan yumuşak parça da dikilir. Bağcık delikleri bu aşamada açılır ve ayakkabının iç yüzeyine numara ve model kabartmaları yapılır. İç ve dış taban parçaları ile topuklar hazırlanır. Bunlar genellikle kösele, kauçuk, bunların bileşimi ya da öteki yapay malzemelerden yapılır. Topuklar tahta da olabilir. Parçaların eklenmesiyle oluşan saya, kalıbın üzerine gerilir; iç tabana dikilir ya da çivilerle tutturularak kalıplanır. Saya ve iç taban, kalıcı biçimini alıncaya kadar kalıpta tutulur. Tabanlama aşamasında dış taban sayayla birleştirilir. Bu işlem dikerek, yapıştırarak, çivileyerek ya da bunlardan birkaçı birden uygulanarak yapılabilir.”

Bu araştırma sonucunda Murat Belge ile birlikte diyebilirim ki, “devrimci”, gerçekten de “ayakkabı”cıya benzer ama Murat Belge’nin anladığının tersi biçimde… “Ayakkabıcı”nın işi zordur: bir sürü iş sürecinin ürünü bir sürü nesneyi bir araya getirip bir hedefi oluşturmak için seferber etmek; sonra da biraraya getirilen nesnelerin aritmetik toplamı olmayan bambaşka bir nesneyi topluma sunmak ve kabul ettirmek. Gerçekte de “devrimci” tam da bunu yapmaya çalışan insan değil midir? Gerçekten de “devrimci”, bir “ayakkabıcı” gibi çalışan insan değil midir?

“Devrimci”nin değil ama Murat Belge’nin bilinçaltındaki “devrimci” ve “ayakkabıcı”, gerçek yaşamdaki “devrimci” ve “ayakkabıcı” ile örtüşmüyor. Sorun ne “devrimci” ne de “ayakkabıcı”da; sorun, bütünüyle Murat Belge’nin bilinçaltında.

“Asker Karınca” nerede?

Yaş ilerledikçe insan çocukluk anı ve algılamalarına dönermiş. Yaşımız Murat Belge kadar olmamakla birlikte (biz bir sonraki kuşağa aitiz) bizde de zaman zaman o saflık günlerine dönme eğilimi oluşur. O günlerle ilgili yazılanlar artmaya başladığında 68 ve 78 kuşaklarının aynı kuşağın iki dönemi olarak algılanması gerektiği yönündeki eğilimlerim güçleniyor. Bizler de çocukluğumuzda “Hayvanlar Âlemi” benzeri çocuk ansiklopedilerinden yararlanır, bilgi hazinemizi onlar sayesinde geliştirirdik.

Murat Belge’nin “Hayvanlar Âlemi” benzeri çocuk ansiklopedilerinden edindiği karıncalara dair malumatı biz de edinmiştik. Murat Belge bu malumatı şöyle özetliyor:

“Bütün bilgiler zaman içinde değişiyor, yenileniyor; bu da değişti mi, bilmem. Ama “asker karınca” denilen, her yuvada bulunan bir karınca tipi olduğunu okumuştum. Bu karınca sadece dövüşmeyi bilirmiş, elinden başka hiçbir şey gelmezmiş. O kadar ki, karnını doyurmayı bile beceremez, bildiğimiz sıradan işçi karıncalar bunların ağzına yem koyarak beslermiş. Bir zamanlar bizim memlekette de ‘profesyonel devrimci’ denilen bir insan tipine –şimdikinden daha sık- rastlanırdı. Bunları görünce nedense aklıma hep “asker karınca” gelirdi.”

68 ve 78 kuşağı devrimcileri, böyle bir “profesyonel devrimci”-“asker karınca” benzetmesine pek itibar etmeyeceklerdir. Edenler çıkarsa da, bu, kendi yeni konumlanışlarının meşrulaştırılmasına dayalı bir eğip bükme ile mümkün olacaktır.

Geçmişin idealleştirilmesi ne kadar çocuksuysa, toptan inkârcılık da öylesine tehlikeli bir zihnî maluliyet anlamına gelecektir.

68 kuşağı devrimcileri, bu tür bir işbölümüne gidecek denli çok ve örgütlü değillerdi. Onlar, nitel özellik ve nicel gelişim düzeyi açısından “asker karınca” türünden bir “profesyonel devrimci” tipi oluşturamazdı. 68 kuşağı devrimcileri, belki Murat Belge’nin daha sonra irdeleyeceğimiz “Bolşevik” tipine yakındı denilebilir. Her işi kendileri yaparlardı. Kuramsa kuram; kantinde çalışmaksa çalışmak; yürüyüş düzenlemekse düzenlemek; silah bulmak, araba ayarlamak, örgüt evi kiralamak… aklınıza ne gelirse yapardı 68 kuşağı devrimcileri.

78’liler de ağabey ve ablalarından daha az “bütünsel” devrimciler değildi. Gerçi sayıca daha çok ve daha ilk adımda bir araya gelme zorunluluğundan “örgütlenme düzeyi” daha “gelişkin”di ama örgütiçi işbölümü de kimseleri ya da çoğunluğu “asker karınca” benzeri “profesyonel devrimci” yapmamıştı. Onlar da ağabey ve ablaları gibi “Bolşevik” tipine daha yakındı. Öte yandan “tekke şeyhleri” eleştirisi temelinde pıtrak gibi yeni “örgütlenme”ler ortaya çıkıyor ve bir araya gelen her iki ya da üç kişi Osmanlı’dan 1970’lere dek Türkiye tarihinden devrimin hemen her türlü sorununa yanıt verme zorunluluğunu hissediyordu. Bu dar kadro örgütlen-eme-meleri her şeyi sıfırdan oluşturma zorunda kaldıklarından “bütünsel devrimcilik” bir mecburiyet oluyordu.

Hasılı, ne 68 ne de 78 devrimcileri “asker karınca” türü “profesyonel devrimci”lerdi ama “bolşevik” tipte devrimcilerdi.

“Asker karınca” benzeri tipleri bulmak için Murat Belge’nin “devlet”e bakması gerekmektedir. Orada bol miktarda –sivil ya da “üniformalı”- “asker karınca” bulacağından emin olabilir.

Profesyonel Devrimci uyduramadık Bolşevik verelim

Bizim devrimcilerimizi “asker karınca”laştıran Murat Belge, bizim “profesyonel devrimci”mizin karşısına “bolşevik”i koyuyor.

Murat Belge’ye göre “bolşevik”, bizim “profesyonel devrimci”mizin tek boyutluluğunun tersine “bütünsel” bir devrimci tipidir. O, “bolşevik”i şöyle anlatıyor:

“Sonuç olarak, “takıntılı” bir insan tipidir; o da, yaptığı her şeyi “devrim için” yapar. Bu özelliğiyle, bana çok “sevimli” gelmez doğrusu, ama çok “saygıdeğer” gelir. Bu adamı bir gün fabrika semtinde işçilere, ertesi gün kırda köylülere propaganda yaparken görebilirsiniz; akademik bir konuda bilgi toplamasını söyleyin, kitaplığa kapanıp o bilgiyi çıkarır; “falancanın evine ahçı kılığında girip istihbarat toplayacaksın” deyin, yemek pişirmeyi de –bilmiyorsa- öğrenip o işi de yapar.”

Murat Belge’ye “sevimli” değil ama “saygıdeğer” gelen “bolşevik”, aslında henüz yenisi ortaya çık-a-madığına göre yegâne “devrimci” tip örneği olarak ortada durmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, Murat Belge, kendisine hem “sevimli” hem “saygıdeğer” gelecek bir “devrimci” tipi de çiz-e-memektedir. Bunu yapamamasının muhtemel sebeplerinden biri, bir “devrimci”ye ihtiyaç duymamasından olabilir mi, düşünmeye değer.

Aslında Belge, bunun ipucunu veriyor:

“Böyle ‘adanmış’ ve böyle ‘becerikli’ bir adam olduğu için, koşullar belirli bir durumu ortaya çıkardığında, ‘devrim’ de yapar. Ama zaten koşullar sadece kendiliğinden –anlayamadığımız, analiz edemediğimiz birtakım mistik mekanizmaların çalışması sonucu- böyle bir ‘durum’ yaratmaz. O koşullarda ve o ‘durum’da, anlattığım bu insan tipinin de payı vardır. Daha doğrusu, ‘nesnel’ ve ‘öznel’ diye zihnimizde soyutlayarak ayırdığımız koşullar, gerçekte tamamen içiçe geçmiş olarak varolurlar. Böyle adamların varlığı ve etkinliği böyle bir ‘durum’un oluşmasına imkân verir ve adamlar böyle olduğu için de, o ‘durum’dan bir ‘devrim’ ortaya çıkar.”

Demek ki Murat Belge, halâ “devrim”in nasıl ve hangi “durum”da, ne tür “devrimci”lerin varolması koşuluyla ortaya çıktığını unutmamış! Şimdi ona düşen (eğer halâ “devrim”in olması ya da ortaya çıkmasıyla ilgili bir arzusu varsa) ona hem “sevimli” hem “saygıdeğer” gelecek “devrimci”yi ortaya çıkarmaktır.

İlginç olan şudur: Murat Belge, ne belli bir işbölümü çerçevesinde belli bir alanda uzmanlaşmış olanı ne de hemen her işi yapabilecek olanı beğeniyor. Neden hoşlandığını ise bir türlü söyle-ye-miyor.

Bolşevikler bugün Türkiye’de olsaydı…

Murat Belge’nin “bolşevik”lere duyduğu saygı, Türkiyeli devrimcileri “bolşevik”ler gibi davranmaya çağırmasıyla doruğa ulaşıyor.

O, şöyle yazıyor:

“O yılların bir ‘devrimci’sini, imkân olsa da diriltsek ve bugünkü Türkiye’ye getirebilsek… bir yanda ‘Kapatma’ davası, öbür yanda ‘Ergenekon’ davası… Radek veya Buharin veya Troçki, bu duruma bakacak ve ‘bu işler bizi ilgilendirmez. biz ‘tarafsız’ kalmalıyız’ diyecek!..

“Ya da, diyelim Narodnikler hükümet kurmuş, icraatlarından biri de Okrana’nın insanlık dışı etkinliklerini teşhir etmek. Lenin, ‘bu bizi ilgilendirmiyor’ diyor ve Rusya’da kapitalizmin gelişmesini incelemeye devam ediyor.

“Siz, bir toplumun tarihinin en çetrefil bir anında, Jules Verne’in Aya Seyahat romanını okumaya karar vermişseniz, sonra, o toplumun mütebaki tarihinin hangi aşamasında vaziyet edip de ‘devrim’ yapmayı kuruyorsunuz?”

“Bolşevik”, “Menşevik” ve “Narodnik”lerin kendi toplumlarının en çetrefil anlarında kendilerini yerleştirdikleri konumların doğru, işlevsel ya da etkili olup olmadıkları bir yana bırakıldığında, bu grupların o en çetrefil anlarda tavır koydukları doğrudur.

Türkiye sosyalist solunun değişik mahfillerinin de Türkiye’nin en çetrefil anlarında tavır koydukları da bir gerçektir. Bu tavır koyuşların doğru, işlevsel ya da etkili olup olmadıkları ise ayrı bir konudur.

Rusya’daki devrimcilerin değişik kanatlarının kendi toplumlarının en çetrefil anlarında kendilerini yerleştirdikleri konumlanmalar ile Türkiye sosyalist solunun değişik kanatlarının kendi toplumlarının en çetrefil anlarında kendilerini yerleştirdikleri konumlanmalar arasındaki ortak saik, hemen hepsinin bu konumlanmalarda “sınıf” çizgisi izlemeye önem vermeleridir.

Rusya’daki devrimcilerin değişik kanatlarının oluşumunda “sınıf” çizgisinin nasıl ele alınacağı, “sınıf”ın (yani proletaryanın) kendi dışındaki sınıflarla ilişkisinin ne olacağı ne kadar önemli ve belirleyici olduysa, bu kanatların kendi toplumlarının en çetrefil anlarındaki konuşlanmalarında da bunun günün koşullarına nasıl uygulanacağı belirleyici olmuştur.

Murat Belge’nin adını zikrettiklerinden (Radek, Buharin, Troçki, Lenin) hiçbiri, proletaryayı savsaklayarak hiçbir konumlanış içinde olmamışlar; konumlanışlarının proletaryanın çıkarları olarak tanımladıklarıyla bağıntısını kurmazlık etmemişlerdir.

Kuşkusuz Murat Belge, bu konuları bilir(di).

Kuşkusuz Murat Belge, Narodniklerin küçük-burjuva devrimcileri olduğunu, köy komünlerine dayanarak sosyalizmi kurma gibi bir hedefleri bulunduğunu, bizatihi bu hedefin verili düzenin devrimle yıkılması ile mümkün olacağının Narodniklerce kabul ve ilân edildiğini ve Narodniklerin hükümet kurmalarının ancak devrim sayesinde olabileceğini bilir(di).

Narodniklerin hükümet kurmalarıyla kendini ifade edecek bu devrimin ne bir “Ak Devrim” ne de bir “Turuncu Devrim” olacağını da Murat Belge bilir(di).

Murat Belge’nin kendi ifadesine dayanılarak yinelemek gerekir ki, Okrana ile gerçek bir hesaplaşma bile ancak “devrim”le gerçekleşebilecek bir şeydi.

Netekim öyle de olmuştur ama Murat Belge, bütün bunları unutmuş görünüyor…

Öylesine unutmuş ki, Narodniklerle Adalet ve Kalkınma Partisi’ni, Okrana’nın insanlık dışı etkinliklerini teşhir etme ile “derin devlet”in mi, “Gladio”nun mu (artık hangisininse) “safra”larının ayıklanmasını bile sağlama gücü göster-e-meyen bir “soap opera”yı aynı kefeye koymaktadır.

“İki Taktik”i anımsamak

Her ne kadar Rus(ya) Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ndeki (RSDİP) “Bolşevik” ve “Menşevik” bölünmesi “tüzüksel” sebeplerle başlamış olsa da kısa zamanda bölünmenin siyasal sebepleri de ortaya çıkacaktı.

Lenin, “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” (kısaca “İki Taktik”) adlı çalışmasında “… kapitalizmin, Asya biçimi ile değil de, Avrupa biçimi ile yaygın ve hızlı bir biçimde gelişmesi için gerekli ortamı yaratacak” (1) ve “ilk kez olarak, sınıf olarak burjuvazinin yönetimini olanaklı kılacak” (2) bu “demokratik devrim”in (*) gelişimini ve nasıl sonuçlanabileceğini şöyle anlatıyordu:

“Mevcut güçlerin bileşik eylemi, iki şeyden biri ile sonuçlanabilir, bu dönüşümün iki biçiminden birini getirebilir. Ya, 1. olaylar ‘devrimin çarlık üzerinde kesin zaferi’ ile son bulacaktır, ya da 2. bu güçler kesin bir zafer için yetersiz kalacak ve olaylar çarlık ile burjuvazinin en ‘tutarsız’ ve en ‘çıkarcı’ unsurları arasındaki bir pazarlıkla sonuçlanacaktır.” (3)

Ve Lenin, “Bolşevik” yaklaşımı şu biçimde özetliyordu:

“’Devrimin Çarlık üzerindeki kesin bir zaferi’, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün kurulması demektir.” (4)
(…)
“Demokrasinin tutarlı savaşçısı ancak proletarya olabilir. Ancak köylü yığınlarının, proletaryanın devrimci savaşımına katılmasıyladır ki, proletarya, başarılı bir savaşçısı olabilir.” (5)

Buna karşılık Menşevikler ne diyordu?

“Rusya’da mücadele arenasına göz attığımızda ne görürüz? Yalnızca iki güç: Çarlık otokrasisi ve şimdi örgütlenmiş olan ve muazzam bir özgül ağırlığı olan liberal burjuvazi. Buna karşın, çalışan kitle, darmadağınıktır ve hiçbir şey yapamaz; bağımsız bir güç olarak biz mevcut değiliz; dolayısıyla görevimiz ikinci gücü, liberal burjuvaziyi desteklemekten, onu cesaretlendirmekten ve hiçbir şekilde kendi bağımsız proleter taleplerimizi ileri sürerek onun gözünü korkutmamaktan ibarettir.” (6)

Lenin, konuyu şöyle özetliyordu:

“Burjuva toplumu içersinde faaliyet gösteren bir sosyal-demokrat parti, bazı durumlarda, burjuva demokrasisi ile yanyana yürümeksizin siyasete katılamaz. Bu açıdan, aramızdaki fark, bizim, onunla kaynaşmaksızın birlikte yürüdüklerimizin devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazi olmasına karşın, sizin onunla kaynaşmaksızın birlikte yürüdüklerinizin liberal ve monarşist burjuvazi olmasıdır.” (7)

Menşevikler, Batı tipi bir burjuva toplum yaratmaktan öteye geçemeyecek olan “demokratik devrim” için liberal ve monarşist burjuvazi ile birlikte yürüyorlardı. Haklarını teslim etmek gerekiyor: liberal ve monarşist burjuvazi ile kaynaşmıyorlardı.

Bizim liberal solcularımız ise, muhafazakar-restorasyoncu burjuva-feodal unsurlarla birlikte yürümeyi yeğliyorlar; aralarından su sızdırmadan…

Kaynaklar:
(1) Lenin, V.I., Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Sol, sf.48
(2) a.g.e., sf.48
(3) a.g.e., sf.57-58
(4) a.g.e., sf.59
(5) a.g.e., sf.64
(6) Menşevik Iskra’dan aktaran G. Zinovyev, History of the Bolshevik Party, sf.107 (farklı bir çeviri için bknz: Zinovyev, Rusya Komünist Partisi Tarihi, Akış, sf.91)
(7) Lenin, V.I., Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Sol, sf.45

(*) Lenin’in “İki Taktik” adlı kitabında dile getirdiği görüşler, ciddî bir eleştiriyi hak etmektedir. “İki Taktik” ile hesaplaşılmadan gerçek bir proleter akımın ortaya çıkması mümkün değildir. Türkiye Solu’nu da uzun yıllar etkilemiş olan ve reddi durumunda da “sol”a savrulmasına sebep olan bu kuramın ilk eleştirisi Hüseyin İnan tarafından (ama Marksizm-Leninizm adına) yapılmıştı.

Hüseyin İnan, Millî Demokratik Devrim üzerine farklı görüşleri ele alıp eleştirdiği bölümde kendi anlayışını şöyle anlatıyordu:

“MDD, emperyalizmin hegemonyası altındaki ülkelerin, evrensel bir öz kazanmış olan devrim stratejisidir. Burjuva Demokratik Devrimi ise, kapitalist üretim ilişkilerinin belirli bir gelişim düzeyinde (emperyalizm faktörü önemli değildir) kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin tasfiyesi için geçerli bir devrimdir. İki devrim, politik ve ideolojik karakterleriyle birbirinden farklıdır. Bu yüzden MDD ile Burjuva Demokratik Devrimi arasında sadece öncülüğe bağlı bir ayrımdan hareket edilerek tahlil yapılamaz.”
(…)
“Bu yüzden MDD mücadelesi, başından sonuna kadar ezilen sınıf ve tabakaların politik mücadeledeki ittifaklarıdır. Başka bir ifade tarzı ile, önümüzdeki devrimci adımın MDD olmasını zorunlu kılan etken, temel çelişkinin çözümü için gerekli sınıflar ittifakıdır.”
(…)
“Emperyalizmin tasfiyesinden sonra halk kitlelerinin kendi aralarındaki çelişkiler ön plana çıkacaktır, fakat emek-sermaye çelişkisi temel çelişki olmayacaktır ve olamaz. Temel çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olması demek, toplumda kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olması ve işçi sınıfının sömürülmesi demektir. Oysa MDD böyle bir toplum yaratmayacaktır. Emek-sermaye çelişkisi talî bir çelişki olarak MDD sürecinde belirli bir dönem var olacaktır, fakat hakim çelişki olamaz. Olması demek devrimde işçi sınıfı öncülüğünün gerçekleşmemesi demektir. işçi sınıfı öncülüğünün gerçekleşmemesi halinde ise, MDD söz konusu değildir.”

Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (1972)