Orhan Yalçın Gültekin

Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her birine arkadaş denirmiş, aslı arka çıkan olsa gerek… Dost ayrı bir şeymiş; sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş…

Dostunuz olanla öyle içli dışlı olur, öylesine yakınlaşırsınız ki, yaşamınızın ayrılmaz bir parçası haline gelir ve yaşamınızın handiyse bütününü bilir olur. Bu kapsayıcı bilme, onu, yalnızca sizi düşünmenin ötesinde yakın çevrenizi de düşünür hale getirir. Sizi, yakın çevreniz içinde, o ilişki ve çelişkiler yumağı içinde düşünür olur ve sizin iyiliğinizi o yakın çevre içinde gerçekleşecek bir kendinde olmayan şey olarak görmeye başlar. Bir genelleşmiş arkadaşlıktır artık onunki; size özel olmaktan çıkar. Kararlarınızla ilgili verdiği tavsiyeler, öneriler artmaya ve çevrenizle ilişkilerinizde bir uyum temelini korumaya yönelik olmaya başlar. Sizin için düşünmeye başladığı anda arkadaşlık da ortadan kalkar. Arka çıkması koşullara bağlanmıştır bir kere!

Oysa arkadaş öyle mi ya! Onun için önemli olan sensindir. O – hatta – senin kararlarını sorgulamaz bile. Sorgulamaz. Edimlerini çözümlemez, çözümlemeye çalışmaz. Sen istiyorsun diye yanındadır; sen istiyorsun diye arka çıkar sana. Ne gereksiniyorsan söylersin ve o yapabiliyorsa yapar. Yalnızca yapar. Nedenini, niçinini sormaz… Yalnızca konuşmak istediğinde seni dinler. Midas’ın kör kuyusu gibi…

Dostu yeğleriz ya arkadaşa… Çokluk gereksindiğimiz arkadaştır.

Sevgi ve anlayış gösterecek, arka çıkacak… İstediğinde yalnızca kendi yankını duyacağın, gerektiğinde yalnızca sen istiyorsun diye sorgusuz sualsiz yanında yer alacak… Arkadaş…

(Sevgili arkadaşım Oğuz Altay’a ithafen yazılmıştır.)
17 Temmuz 2007