Prof. Dr. Yakup Kepenek
Toplumsal okunun en sağlam olması gereken bağlantı “teli” adalettir.
Eğer bu tel incelirse, kopacak duruma gelirse ve adalet duygusu yerle bir olursa toplumu bir arada tutan ana tel kopar.
Toplumun yaşadığı ekonomik adaletsizlikleri, yolsuzlukları, işsizliği, yoksullaşmayı; eğitim ve sağlıktaki eşitsizlikleri; bürokrasideki haksızlıkları… bir tarafa bırakalım.
Yargının özellikle 12 Eylül sonrasında olumsuz yöndeki evrimine; onlarca işleyeni bulunmayan cinayetin karanlıkta bırakılmış olmasına ve diğer aksaklıklarına da bakılmasın.
Ergenekon ve Dink duruşmalarında yaşananların toplumun “adalet duygusunu” en azından zedelediği gerçeğini; kimi soruşturmalarla ilgili büyük soru işaretlerini ve kimilerinin “gizlilik” içinde yürütülmesinin adalet duygusuna verebileceği zararları; iletişim alanında konulan “yasakları”…da bu yazının dışında tutalım.
Yine de, çıkan son üç karar hiçbir biçimde göz ardı edilemez niteliktedir.
Birincisi, geçen ay, 22 Eylül’de, beş yıl süren bir cinayet davası sonuçlandı.
Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu, güvenlik güçlerine “taş atan” kalabalığa “yedi kurşun” sıkarak bir kişinin ölümüne neden olan askere “bölgenin özellikleri gerekçesiyle” ceza verilemeyeceğine hükmetti. Başsavcı ve yarsav-yargıçlar ve savcılar birliği başkanı -dinci basının hedef göstermekten çekinmediği- ömer faruk eminağaoğlu’nun gerekçeli “itirazına” bakılmaksızın, sanığa “beraat” kararı çıktı.
başsavcının bile itiraz ettiği bu karar sonucu toplumda adalet duygusunun yara almadığı söylenebilir mi?
ikincisi, yaklaşık on gün önce, bu kez anayasa mahkemesi, bir karar aldı. ilköğretim 5. sınıfı bitirenler için tatil döneminde yaz kuran kursları açılmasını öngören ve kuran kursu konusunu yönetmeliklere bırakan kanun maddelerinin iptal edilmesini danıştay idari dava daireleri kurulu anayasa mahkemesinden istemişti. anayasa mahkemesi bu isteği reddetti.
böylelikle, 11-12 yaşındaki çocukların, zihinsel, ruhsal ve belki de bedensel gelişmelerini olumsuz etkileyebilecek bir sürecin önü açılmış oldu; çocukların “tatil yapma” ve tatilde dinlenme hakkı ellerinden alındı. anayasa mahkemesinin ya da herhangi bir mahkemenin “çocuk haklarını” ortadan kaldıracak bir oluşuma evet demeye; bir hakkın “gasp” edilmesine yol açmaya hakkı olabilir mi? kaldı ki iki en üst yargı organının bir konuda çelişkili kararları adalet kavramıyla bağdaşır mı?
üçüncüsü, aynı günlerde yargıtay hukuk genel kurulu bir karar verdi. nobel ödüllü yazar orhan pamuk’a, ermeni soykırımı savları bağlamında söylediği sözler nedeniyle, açılan tazminat davasını yerel mahkeme reddediyor. yargıtay’ın ilgili dairesi, yerel mahkemenin kararını “oy çokluğuyla” bozuyor; yerel mahkeme kararında direniyor; bu kez yargıtay hukuk genel kurulu, yargıtay’ın ilgili dairesinin bozma kararına uyuyor ve vatandaş olan “herkesin” maddi tazminat davası açabileceğine karar veriyor; pamuk’un karara karşı yaptığı itiraz da reddediliyor.
kararın, yargıtay ceza genel kurulunun bir kararıyla çelişip çelişmediği ya da hukukun temel ilkleri açısından değerlendirilmesi büyük önem taşıyor.
düşünce özgürlüğünü çok olumsuz etkileyebilecek olan bu kararın hak ve adalet duygusuyla bağdaştırılmasına olanak var mı?
***
her üç karar süreci, yargının kendi iç işleyişinin çok sancılı olduğunu kanıtlıyor.
ayrıca hangi anlayışla bakarsanız bakın, bu kararlar toplumun “adalet duygusunu” daha da aşındırır.
yargı yaralıdır. bu yarayı “bakım ve onarıma” alması gereken, kesinlikle “yargının kendisi” olmalıdır.
yargının organları ve kurumları, yargıçların, savcıların ve avukatların örgütleri, özellikle türkiye barolar birliği sorunu tartışmalı ve yarayı iyileştirmenin yolunu bulmalıdır.
onlar kendilerini düzeltmezse birileri “reform” adı altında yargıyı düzeltir!
ve o birileri, düzeltirken “yargıya ne yaparlarsa yapsınlar” toplumun gözünde “haklı” olurlar. o durumda yıkımın “sorumlusu” kimler olur?
yargının topluma da kendine de bu haksızlığı yapmaya hakkı yoktur!