Tarık Ziya Ekinci
Dünyadaki yaygın üretim biçimi kapitalizmdir. Kapitalist toplumlar çıkarları farklı karşıt sınıf ve katmanlardan oluşur. Karşıt sınıfların çıkarlarını uzlaştırma politikası ancak totaliter ve baskıcı rejimlerle sağlanabilir. Bu yöntemle sağlanan zahiri birlik politikası da sadece faşizan ideolojilerle sürdürülebilir. Örneğin Türkiye’de 25 yıl süreyle devam eden tek parti iktidarında “Türk milleti imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitledir” belgisinde somutlaşan ‘birlik ideolojisi’ halka zorla dayatıldı. Başta çalışan sınıflar olmak üzere farklı etnik grupların ve farklı düşüncelerin örgütlenmesi yasaktı. Ülkede tam bir mezar sessizliği hâkimdi. Devletin belirlediği sınırlar dışında düşünce açıklanamaz ve örgüt kurulamazdı. Aksine davranışlar ağır yaptırımlara bağlanmıştı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda İtalya, Almanya, İspanya ve Portekiz başta olmak üzere faşist yönetimlerin egemen olduğu birçok Avrupa ülkesinde de sermaye sınıfının çıkarlarını ön planda tutan zoraki bir ulusal birlik politikası uygulandı. Ancak ikinci dünya savaşı’ndan sonra tek partili, baskıcı, faşizan birlik siyasetleri son buldu. Bugün saygınlığı kalmayan bu tür totaliter rejimler uluslararası toplumda lanetlenmekte ve dışlanmaktadır.
Türkiye’de yurt ve dünya koşullarının değişmesine paralel olarak çok partili yaşama geçildikten sonra da yıllarca emeğin ve farklı etnik toplulukların örgütlenmesi yasaktı. Sadece egemen sınıfların çıkarlarını koruyan siyasetler için örgütlenme hakkı tanınmıştı. Ancak uzun mücadelelerden sonra ve ağır bedeller ödenerek bugün emekçilerin ve farklı etnik toplulukların örgütlenmesi mümkün olabildi. Dünyadaki deneyler göstermektedir ki, bir ulusu oluşturan bütün sınıf ve katmanlarla etnik toplulukların tek bir siyasal örgüt içinde bütünleşmeleri mümkün değildir. Ancak, ekonomik ve sosyal çıkarları birbirine yakın olan sınıf ve katmanları temsil eden siyasetler demokratik düzen içinde bütünleşebilir ve birlik sağlayabilirler.
Kürt siyasal hareketinde birlik istemi gerçekçi midir?
Kürt siyasal hareketin birliği sorunu da sınıf sorunundan soyutlanarak ele alınamaz. Bu nedenle Kürtlerde siyasal birlik sorunu tartışılırken öncelikle Kürt toplumun sınıfsal yapısı irdelenmeli ve bu sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşır olup olmadığına bakarak karar verilmelidir.
Bugünkü Kürt toplumunda da feodal değerler yaygın olmasına karşın belirgin olan üretim biçimi kapitalizmdir. Kürt toplumu da farklı sınıflardan oluşmuştur. Bunların her birinin ekonomik çıkarları ve dünya görüşleri farklı olduğu gibi siyasal yönelimleri de farklıdır. Tümünün ortak bir siyasal görüşü benimsemesi ve tek bir örgüt içinde bütünleşmeleri mümkün değildir. Ancak, çıkarları birbirine yakın ve uzlaşabilen sınıf ve katmanların ortak bir demokratik hareket içinde birleşmeleri söz konusu olabilir.
Kürtlerde kapitalizmin gelişmesi uzun bir tarihsel süreç içinde mümkün oldu. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra birbirini izleyen feodal nitelikli Kürt ayaklanmaları, büyük katliamlar ve yığınsal sürgünlerle bastırıldı. Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn Kanunu, Mecburi İskân Kanunu vb. köktenci yasal önlemlerle Kürt bölgesinde 10 yıl boyunca tam bir sessizlik dönemi yaşandı. Çok partili döneme gelinceye kadar devam eden sessizlik yıllarında Fırat’ın doğusu yasak bölgeydi. Kürtçe konuşmak yasaktı. Eski başbakan Ferit Melen’in anlatımıyla “devletin söylenmeyen politikası (Kürtler) ‘zenginleşmesinler, okumasınlar’ şeklindeydi. Örneğin yüksek rütbelere pek çıkmazlar, devlet dairelerinde belli bir düzeyin üstüne katiyen ulaşamazlardı. (…) 1950’lere kadar büyük bir baskı dönemi yaşandı. Jandarma kimseye gözünü açtırmazdı. Onların her şeyi jandarma onbaşısıydı. Zaten Güneydoğu Anadolu ‘memnu bölge’ durumuna getirilmişti. Kimseler gitmez kimseler geçmezdi.”
1946’da DP’nin kurulması ve ilk genel seçimlerde muhalif bir grup olarak parlamentoda temsil edilmesinden sonra Türkiye’de yeni bir hava esmeye başladı. Mecburi İskân Kanunu kaldırıldı, sürgündeki Kürt feodalleri topraklarına geri döndü. Artık koşullar değişmişti. Kürt aşiret ve beylerinin özerklik talepleri söz konusu olamazdı. Yeni koşullara uyum sağlamak gerekiyordu. Devlet karşıtlığı yerine devlet ağa ittifakı dönemi başladı. Bu zımni (örtülü) ittifak iki yönlüydü. Ağalar eski topraklarını özgürce kullanacak ve Kürt köylüsü üzerindeki otoritelerini sürdüreceklerdi. Keza, çok partili yaşamın olanaklarından yararlanarak yerel parti örgütlerinde çalışabileceklerdi. Karşılığında devlete itaat edecek ve köylü yığınlarının rejime bağlılığını sağlayacaklardı. Bu zımni ittifak 1946-50 arasında, istemeyerek de olsa, devleti temsil eden CHP’yi destekleme biçiminde sürdürüldü. Henüz DP’nin belirleyici bir siyasal güç haline geleceği inancı oluşmamıştı. İsmet İnönü ve CHP yöneticilerinin buna imkân vermeyecekleri düşünülüyordu. Nitekim 1946 seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu illerinin hiçbirinde DP tek bir milletvekili bile çıkaramadı. Ancak, DP’nin 4 yıl boyunca mecliste ve yurt sathında yürüttüğü etkin muhalefet Kürt feodallerine güven verdi. 25 yıl boyunca tek parti döneminin jandarma baskısı altında ezilen Kürt köylü yığınları da CHP’ye karşı bir konuma gelmişlerdi. Artık Kürt ağalarının devlet adına CHP ile ittifak etmelerinin gereği kalmamıştı. 1950 seçimlerinde Kürt toprak ağaları halkın da yığınsal katkısıyla büyük ölçüde DP’yi desteklediler. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu’da da DP ezici bir çoğunlukla seçimleri kazandı. Boyun eğme biçimindeki zımni ittifak, siyasal birlik haline dönüştü. Kürt ağaları CHP ve DP arasında bölündüler.
DP’nin ABD yörüngesinde izlediği liberal politikalar Türkiye’de kapitalizme ivme kazandırdı. Özellikle Marshall Yardım Planı’ndan yararlanılarak büyük toprak sahiplerine sağlanan imkânlar çerçevesinde Kürt feodalleri tarımda kapitalist üretime geçtiler. Artık karasabanla yapılan ilkel tarımcılık yerine makineli modern tarımcılık dönemi başladı. Önce, tarımda kapitalist işletmeciliğin ürünü olan bir toprak burjuvazisi oluştu. Tarımdaki artı değer ticari yaşamda da gelişme sağladı ve orta çaplı esnafın yerini yeni bir ticaret burjuvazisi aldı. Böylece, ilk olarak, tarım ve ticaret alanlarında etkinlik gösteren iki kanatlı bir Kürt burjuva sınıfı tarih sahnesine çıkıyordu. Kürt tarım burjuvazisi devletten sağladığı tarım kredileri, tohumluk, kimyasal gübre ve çeşitli sübvansiyonlarla zenginleşerek devletle organik bir bütünlük içine girdi. Eski feodaller yeni tarım burjuvazisi düzen partilerinin yerel örgütlerinde görev alarak ya da milletvekili seçilerek ekonomik güçlerini siyasal güçle de takviye ettiler. Ekonomik ve siyasal gücünü devletten alan Kürt tarım burjuvazisinin bağımsız bir Kürt politikası izlemesi söz konusu olamazdı. Keza ticaret burjuvazisi de Türk tekelci burjuvazisinin bölgede temsilciliğini yapmak ve ürettikleri malları pazarlamak suretiyle Türkiye egemen burjuvaziyle bütünleşti. Bu bütünleşme siyasal alanı da kapsıyordu. Sonuç olarak Kürt burjuvazisi tümüyle Türk egemen sınıflarını temsil eden siyasal partilerle organik bir bütünlük oluşturdu. Artık, Kürt burjuvazisinin bağımsız bir Kürt politikası izlemesi söz konusu değildi.
Kürt burjuva sınıfının ekonomik ve siyasal alanlarda bağımlı hale gelmesine karşılık Kürtlerin ulusal demokratik haklarını savunan devletten bağımsız yeni bir toplumsal katman tarih sahnesine çıkıyordu. Bu, Kürt aydın küçük burjuvazisiydi. Uzun yıllar eğitimden yoksun bırakılan Kürt bölgesinde, kapitalizmin gelişmesine koşut en ücra köylerden başlayarak okuyan ve aydınlanan yeni bir kuşak yetişti. Bu kuşak feodal beyliklerin özerklik mücadelesi yerine eşit haklı vatandaşlık temelinde modern demokratik bir siyasal mücadele yolunu seçti. Kuşkusuz bu, salt aydınlardan oluşan ve tabanı olmayan bir mücadele değildi. Öncülük görevini üstlenen aydınlar tarımda gelişen kapitalizme bağlı olarak şehirleşen gecekondu sakini eski köylü yeni proleter küçük burjuvaziye birlikte aynı doğrultuda siyaset yapmaya başladılar. Aydınların öncülük ettiği yeni dönemin Kürt siyaseti toplumun demokratikleşmesini esas alıyordu. Bu hem aydınlanmacı hem de modernleşmeci bir siyasettir. Ne var ki, bu siyaset henüz bilinçli ve yetkin bir muhteva kazanamamıştır. Kürt aydınlanmasını baz alan bu siyasetin yetkinleşmesi ve başarıya ulaşması, ancak, Türkiye toplumunun sağlıklı bir sosyolojik değerlendirmesi çerçevesinde doğru ittifakların oluşturulmasıyla gerçekleşebilir.
Türkiye’nin sosyal ve siyasal gerçeklerinden bağımsız olarak düşünülen Kürt siyasal hareketinin birliğini oluşturma düşüncesi gerçekçi değil, idealist bir yaklaşımdır. Gerçekçi bir politika geliştirmek için önce Türkiye’de toplumsal sınıfların konumunu, bunların siyasal eğilimlerini ve Kürt sorunu karşısındaki duruşlarını somut verilerle saptamak gerekir. Sonra da Kürt toplumunu oluşturan sınıfların analizini yaparak her birinin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal talepleri objektif olarak belirlenmelidir. Bu verilerden hareket ederek kurulacak ittifaklar çerçevesinde izlenmesi gereken doğru ve gerçekçi bir siyasal birlik oluşturulabilir. Bunun salt bir Kürt siyasal birliği olması şart değildir. Önemli olan amaçlanan hedefe ulaşmak için doğru bir siyasal birliği oluşturabilmektir.
Modern Kürt siyasetinin bir diğer handikabı da bu siyasetin öncülüğünü yapan aydın küçük burjuvazinin kendisine özgü bir ideolojisinin bulunmayışıdır. İçinde yaşadıkları çoğulcu toplumun kapsadığı farklı eğilimlerin etkisi altında kalarak değişik siyasetlere yönelebilmeleri hareketi güçsüzleştiriyor. En sağdan en sola kadar farklı çizgilere savrulabilen aydınlar sık sık siyaset değiştirebildikleri gibi birbiriyle çelişen ideolojiler de geliştirebilmektedirler. Dünya siyasetindeki dengeleri, bölge ülkelerinin toplumsal ve siyasal yapısını ve içinde yaşadıkları toplumun sınıfsal yönelimlerini göz önünde bulundurmadan kendi öznel tercihlerine göre siyaset yapmaları sorunların aşılmasında engel yaratıyor.
Kürt siyasal hareketinin birliğini oluşturmak yerine önce hangi amaç için nasıl bir politika izleneceğinin belirlenmesi gerekir. Yukarıda da değindiğimiz gibi bugün Kürt siyasal yaşamında egemen olan aydın küçük burjuvazi büyük ölçüde kendi öznel tercihlerine göre siyaset yapmaktadır. Örneğin Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti isteyenler olduğu gibi Türkiye’de bir Kürt federe devletinin oluşturulmasını isteyenler de vardır. Ayrıca Kürt sorununun, ancak, yerel yönetimlerin özerk yerinden yönetimini temel alan ileri boyutlu çağdaş bir demokrasi içinde çözülmesi için çaba gösterenler de eksik değildir. Tüm bu farklılıklar küçük burjuva aydınlarının sürekliliği olan kendine özgü bir ideolojiden yoksun olmalarından ileri geliyor.
Unutmamak gerekir ki temel toplumsal sınıfların ideolojilerinden bağımsız bir siyaset oluşturmak mümkün değildir. Kürt küçük burjuva aydınlarının burjuvaziyle ittifaklar kurarak Kürt sorununu çözmeleri olanaksızdır. Ancak Türkiye’de eşit haklı vatandaşlık temelinde ileri boyutlu çağdaş bir demokrasiden yana olan temel toplumsal sınıflarla işbirliği yaparak amaçlarına ulaşabilirler. Nasıl Kürt burjuvazisi Türkiye’deki egemen sınıfları temsil eden partilerde bütünleşmişse, Kürt sorununu çözmek için mücadele eden Kürt siyasetçileri de Türkiye’deki demokrasi güçleriyle bütünleşerek hareket etmek zorundadırlar.
Aydınlanma ve Kürt siyasal hareketi
Kürt siyasal hareketine öncülük eden güçlerin aşmaları gereken önemli sorunlardan birisi de Kürt halk yığınlarının aydınlanması sorunudur. Uzun bir feodal dönemden geçen Kürt halk yığınları aydınlanma çağını yaşamadan sui-generis (kendine özgü) bir özgürleşme sorunuyla karşı karşıya geldiler. Oysa aydınlanma çağını yaşamayan bir toplumda özgürleşme beklenemez unutmamak gerekir ki, çağdaşlaşmanın ve demokratikleşmenin ön koşulu aydınlanmadır. Aydınlanma “aklın inançtan ve bilimin dinden bağımsızlaştığı bir değerler sistemidir.” İnsanlığın gelişmesine koşut bir tarihsel sürecin ürünüdür. Alman filozofu Kant aydınlanmayı “…insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu ergin olmayış durumundan kurtulması” olarak tanımladığı için bireysel bir sorun olarak görmektedir. Bu, aydınlanma kavramına idealist bir yaklaşımdır. Oysa insan toplumsal bir varlıktır. insanın birey olarak aydınlanması ya da karanlıklar içinde kalmasını belirleyen toplumdaki egemen sosyo-ekonomik düzendir. O halde ‘aydınlanma’ başka bir deyimle ‘sosyal gelişme’ toplumların ilerlemesini engelleyen statükocu güçlerle ekonomik, sosyal ve bilimsel ilerlemeden yana olan demokratik güçler arasındaki mücadelenin bir ürünü olarak algılanmalıdır.
Aydınlanma sürecini yaşayan toplumlarda bilimin yol göstericiliği öne çıkmakta, dogmalar ve gelenekler aklın eleştirisine tabi tutulmakta, egemenliğin halka ait olduğu inancı yaygınlaşmakta, ulusal dil önem kazanmakta ve dinsel hukukun yerini evrensel hukuk almaktadır. Oysa Kürt ulusal demokratik hareketinin tabanını oluşturan şehirli ve köylü halk yığınları henüz aydınlanma bilincine ulaşamamışlardır. unutmamak gerekir ki, köylülüğün ağır bastığı bu katmanlarda devletin uyguladığı baskı politikasına bir tepki niteliğinde oluşan ulusal talepler henüz dinsel fanatizmle iç içedir. Kürt sorununun demokrasi içinde sağlıklı bir çözüme kavuşabilmesi için öncelikle halk yığınların çağdaş anlamda aydınlanma bilincine kavuşmaları gerekir. Tek başına Kürt aydınlarının öncülük ettikleri bir siyasi hareketin bu büyük sosyal sorunun üstesinden gelmesi mümkün değildir. Bu sorunun çözümü aynı zamanda Kürt sorununun da anahtarıdır. Kürt halk yığınlarının aydınlanması ancak Türkiye’nin çağdaş boyutlarda demokratikleşmesiyle gerçekleşebilir. Bu da Kürt siyasal hareketinin Türkiye demokrasi hareketiyle bütünleşmesini zorunlu kılar.
Kürt burjuvazisiyle ortak bir siyasal hareket oluşturmanın nesnel koşulları olmadığına göre, sürdürülmekte olan Kürt ulusal demokratik hareketi geniş köylü yığınlarının özgürleşerek aydınlanmasını ön planda tutmak zorundadır. Köylü yığınlarının kazanılması için köylülerin bağımsız üretici bireyler konumuna gelmeleri şarttır. Köylünün bağımsız üretici birey konumuna gelmesi demek toprağa, tarımsal krediye ve tarım teknolojisine kavuşması demektir. Bu da ancak köklü bir toprak ve tarım reformuyla gerçekleşebilir. Türkiye’de devletten bağımsız güçlü bir demokrasi hareketi oluşmadan da bu hedefe ulaşmak olanaksızdır.
Türkiye demokrasi güçlerinin bütünleşerek etkin bir siyasal örgüt oluşturabilmelerinde Kürt siyasal hareketinin rolü yaşamsaldır. Türkiye’de, Kürt siyasal hareketinden bağımsız güçlü bir demokrasi hareketinin oluşması mümkün değildir. Çünkü Kürt sorunu Türkiye demokrasi hareketinin belirleyici dinamiğidir. Bundan ötürü, bugünkü tarihsel koşullarda, Kürt siyasal önderleri Kürt sorununu evrensel normlarda çözmeyi ön planda tutan Türkiye demokrasi güçlerini bir araya toplayarak etkin bir siyasal hareket oluşturmakla yükümlü ve sorumludurlar.
Kürtlerin tek başlarına özgün ve bağımsız bir siyaset izleyerek Türkiye’de çağdaş bir demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla kurup işletmeleri olanaksızdır. Sorunu demokrasi içinde ve evrensel normlarda çözmek isteyenlerin temsil ettikleri siyasi hareket başka Kürt siyasetleriyle birlik oluşturacak yerde öncelikle Türkiye demokrasi güçleriyle birlik oluşturmanın yollarını aramalıdırlar. Ancak, böyle bir siyasal birlik içinde Kürt siyasal hareketinin önü açılır ve yaşanmakta olan açmazdan kurtulabilir.
Bu amacı gerçekleştirmek için Kürt halk yığınlarının talepleriyle Türkiye demokrasi güçlerinin taleplerini uzlaştıran ortak bir programın yaşama geçirilmesi için çaba göstermek gerekir. Kürtlerin kimlik, dil, kültür ve anadilde eğitim haklarının tanınması, devletin uyguladığı yığınsal baskı ve tutuklamaların son bulması, genel bir af yasasının çıkarılması, düşünce ve örgütlenme özgürlükleriyle insan haklarının layıkıyla uygulanabilmesi ancak böyle bir siyasal hareketin iktidara gelmesiyle gerçekleşebilir.
Kürtlerin yıllar yılı acı çekerek yaşadıkları deneyler göstermiştir ki, devletin denetimindeki düzen partilerinin iktidarlarından beklenen ya da istenen talepler her zaman sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Kaynak: Kuyerel, 11 Mayıs 2010