Elif Sudagezer

True Romance’ , ‘Troy’ ve ‘Bitter Moon’ gibi tutku ve şiddetin birlikte işlendiği ve hatta çoğu noktada birbiriyle anlamlandığı filmler ile ‘The Notebook’ , ‘Love Happens’ ve ‘Dirty Dancing’ gibi kavuşma ile sonlanan çetrefilli ‘aşk savaşları’ şüphesiz ki her dönemde kendisine izleyici bulmakta asla zorlanmayan filmlere örnek.

Bu sebeple Türk ve dünya sineması ayrı dünyaların insanı olanların, aşk ile tutkuyu, tutku ile şiddeti birbirine karıştıranların ve aşkı bolca silah ve kanla bağdaştıranların hikayesini milyon kere anlattı şimdiye dek.

Selvi Boylum Al Yazmalım’ ve ‘Love Story’ gibi örnekleri olan sinema tarihinde ise Türk sineması, son yıllarda ‘görece çok daha az değinilen’ konularda başarılı örnekler vermeye başladı.

Bunlardan birisi, iki sevgili olan Türk oyuncu ayça ile Iraklı Kürt Hama Ali’nin Irak’ta patlak veren Amerikan işgaliyle birlikte birbirlerine kavuşma çabasının hikâyesini anlatan 2007 yapımı ‘Gitmek (Benim Marlom ve Brandom) isimli film…

Diğeri ise Güneydoğu’dan yaptığı askerlikte tanık olduğu savaş ve kanlı çatışmalar sonucu travma yaşayan Semih’in askerden döner dönmez öldürüldüğünü öğrendiği kardeşi Veysel’in katilini arama sürecini anlatan Başka Semtin Çocukları (The Children of Other District)

Her iki filmin ortak noktası savaşın, şehit olmanın veya savaş gazisi olmanın toplumsal olgular olmaktan çok insan hayatını parçalayan bir niteliğinin olduğunu ve tersine kişiler arası çatışmaların ne kadar kişisel görünse de toplumsal olarak kabul edilir olma, erkeklik, ego ve iktidar gibi kavramlardan beslendiğini gözler önüne sermesi…

Savaşlar çoğumuz için başka yerlerde gerçekleşen, haberlerde gördüğümüz veya tarih kitaplarında okuduğumuz ‘tatsız olaylar’ silsilesinden ibaretken; ‘bacısına sarkıldığı’ , ‘rencide edildiği’ veya ‘erkekliğine hakaret geldiği’ için birbirini bıçaklamalar ise üçüncü sayfa haberlerinden daha fazlasını hatırlatmıyor insana…

Hâlbuki toplumlararasındaki denge profiline oturmamış güç çatışması, kişiler arasında yaşanan ‘erkeklik’, ‘namus’ , ‘şeref’ çatışmalarıyla büyük oranda birbirlerine benziyor.

Kişiler konuşarak anlaşmayı, kısıtlı kaynaklara sahip dünyada kendi payına düşen toprak ve doğal zenginlikleri kabullenip kenarda durmayı kendine yediremedikçe; Ali Ahmet’i, PKK- Türk askerini, Amerika bombaladığı ülkedeki anne, baba, evlat veya aşıkları bir bir öldürmeye devam edecek.

Hem maalesef ki anti-hümanist çerçeveye verilecek trilyonlarca örneğin ne bir başı var ne sonu…

Üstelik de savaşmakla özdeşleşen erkeklik, kişiler arası iletişimde de sözlü ve fiziksel şiddeti sözcüklerin ikamesi haline getiriyor.

Bu şartlar altında, değişmeyen ama sürekli dönüşüp şekil değiştiren bu şiddetle baş etmek şüphesiz olarak tek başına harcı olmasa da; şiddeti tüm çıplaklığıyla sergilerken şiddete karşı durmayı becerebilen filmlerin de önünde eğilmek gerek.

Kaynak: Elif’in Günlüğü