Aziz Nesin

Ölümü, Türk düşün çevresi için büyük bir yitik olan Emin Eliçin’in “Kemalist Devrim İdeolojisi” adlı kitabında, Cumhuriyetten sonraki en önemli yurt sorunları üstüne bilimsel ve gerçekçi yorumları arasında büyük bir duygusallıkla coşkuya kapılıp yazdığı bölümleri de okuyoruz:

“Ben de diyeceğim ki, gönlümüz yurt ve insan sevgisiyle ne denli şişkin olursa olsun, düşünen beynimiz için en yüce mutluluk, duygularımıza kapılmadan, korkmadan, dış ve iç baskılar altında ezilmeden; yasaksız, tabusuz ve sansürsüz, alabildiğine özgür düşünebilmektir. (sayfa – 303)

“Sevgili gençler! İliklerimize işlemiş olan oportünizm bizleri işte böyle çıkmazlara, açmazlara sürüklemektedir. Sizler sakının bu tuzaklardan!” (sayfa – 304)

Bunlar gibi pek çok olan duygusal ve coşkulu satırlarında, yazarın çarpan yüreğini duyuyoruz. Umarsızlık içinde kendini yiyen aydının feryadıdır bu: “…en büyük mutluluk, … korkmadan, iç ve dış baskılar altında ezilmeden; yasaksız, tabusuz ve sansürsüz, alabildiğine özgür düşünebilmektir.” Bu kuşak, bu mutluluğu o denli, o denli az duydu ki… Genç kuşağa bu mutsuzluk anlatılamaz bile; çünkü bu, ancak yaşanılarak anlaşılır bir acıdır. Emin Eliçin’in bilimsel bir kitabının içinde yer yer coşkuya ve duygusallığa kapılmasının nedeni işte budur.

Yer yer bu duygusal ve coşkulu anlatı, bu bilimsel kitabın kolay okunurluğunu da sağlamaktadır.

Kitaba eklenmiş üç ekle biyografik bölümleri dışta tutarsak, “Kemalist Devrim İdeolojisi”, sistematiği içinde iki ana bölümdür:

1 – Atatürkçülüğün ve Altı Ok ilkelerinin Marksist açıdan değerlendirilmesi. Bu bölümde, dizi yazılar Eylem dergisinde yayınlanırken savcılığın kovuşturmaya geçmesi üzerine, ne yazık ki, milliyetçilik ve laiklik ilkelerinin yorumları yazılamamıştı.

2 – Kitapta, gerçek Kemalizm ile onun sonraki üç versiyonu olan Kadroculuk, İktisadî Devletçilik, yazarın Yeni Kadroculuk diye nitelendirdiği Yöncülük akımları, Marksist açıdan eleştirilmektedir.

Kitabın bilimsel içeriği bu iki ana bölümde anlatılmıştır. Ama Emin Eliçin, bunların dışında, belki de hiç anlatmayı amaçlamadan, kendi kuşağının trajedisini de anlatmıştır. Bu kuşak, Emin Eliçin’den on–on beş yaş büyüklerle on–on beş yaş küçükleri kapsayan Marksist Türk aydınlarıdır. Emin Eliçin’in kitabı, bu aydınların içinde yaşadıkları tarihsel durumun, dram değil, trajedi olduğunu çok iyi anlatmaktadır; üstelik yazarının, kitabında böyle bir şeyi anlatmaya hiç de niyeti yokken…

Bir kuşağın trajedisi

Neydi bu trajedi? Türkiye’de ilerici bir aydın kuşak, salt egemen sınıf ve onun uygulayıcıları ve güdücüleriyle çatışmakla kalmadı, o egemen sınıfların yüzyıllardan beri etkisiyle olumsuz koşullandırılmış, ters birikimle oluşturulmuş toplumla, toplumun ağırlığı olan halkla da çatıştı. Toplumla kişinin çatışması sonucunda, kişinin yenileceği, yok olacağı önceden bellidir. Bu kaçınılmaz, önlenemez yeniklik ve yok oluş, trajedidir. Bu trajedinin nedeni, trajedi kahramanları olan o aydın kuşağın bir takım tesadüfler sıçramasıyla çağdaş kişiler oluşu, yani sınıfsal bilince varmış olmaları -hiç değilse ideolojik olarak- ama içinden yetiştikleri ve içinde yaşadıkları toplumun çağın gerisinde ya da çağdışı bıraktırılmış olmasıydı. Her şeyden önce mekân birliğinde yaşayan bu insanlar, zaman uyuşmazlığı içindeydiler; aynı yerde ayrı zamanları yaşıyorlardı. Daha da acı olanı şudur: Egemen sınıftan olanlar, özellikle onların politikacıları “Halk hiçbir şeyden anlamaz!” inancı içinde, ama biryandan da sömürü dayanakları olduğu için halk dalkavukluğu yaparken, trajedi kahramanları olan ilerici aydınlar da, halka dayanmaları gerektiği için “Halk anlar, halk bilir, halk sezer!” diye bir sözde halkçılık yanılgısı içindeydiler.

Bu amansız çatışmada elbette gerçek aydınlar yenilecek, yok olacaktı. Bu modern trajedi, toplumda ağır basan yüzyılların ters birikimiyle aydın bilincinin birbirine ters ve karşıt düşmesiydi. Tanrılar iradesi değildi bu ve yengiler tanrılar buyruğuna göre olmuyordu. Kişi iradesinin dışında ve ona bağlı olmayan toplum iradesi, bu modern trajedide, Tanrılar iradesinin yerini alıyordu. Fatalizmin insan yazgısı yerine determinizmin kuralları yürüyordu.

Çoğu adsız sansız, kimisinin az çok adı duyulmuş ve hiçbiri gerçek değerinin yerini bulamamış olan bu trajedi kahramanları olmasa, hiçbir toplumda toplumun ters birikimi kazınıp emekçiler sınıfsal bilinçlerine varamazdı.

Kahrolmuş bir kuşak

“En yüce mutluluk”un ne olduğunu kendince anlatan Emin Eliçin, mutsuzluğu da şöyle betimliyor:

“En (büyük) mutsuzluk da, doğru, iyi, yararlı bildiğin düşünceleri içine gömerek, çürütüp kokuşturarak yaşamak! Bizler, bu acıyı fazlasıyla tatmış, birçoklarımız bu yüzden kahrolmuş bir kuşağın son temsilcisiyiz!”

Düşünceleri içine gömerek, çürütüp kokuşturarak yaşamak! İşte bu acıyı derinden yaşayan Emin Eliçin, bu sözü sık sık tekrarlardı. Eşi Asiye Eliçin de, kitabın başında yazarı anlatma yazısında şöyle diyor:

“Harcanmayan fikirler, durgun suyun yosun tuttuğu gibi, zamanla kafada bozulurlar, derdi.”

Emin Eliçin, o korkunç baskı döneminde, ters birikimle koşullandırılmış halkına görevini yapmak, yararlı bildiği düşüncelerini kokuşturmadan, kafasında bozulmadan yayınlamak, eyleme geçmek için didindi durdu ve bütün kuşakdaşları gibi bu yönde eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmadı. İşte “Kemalist Devrim İdeolojisi”nde, bilimsel yorumların, kişisel düşünülerin, duygusal izlenimlerin, anıların, gençlere öğütlerin iç içe bulunmasının nedeni budur. Yıllarca susturulmuş yazarın eline hazır bir fırsat geçmişken, daha doğrusu yazar eline fırsat geçtiğini sanmışken, birikmiş bütün bilgileri, düşünceleri, duyguları ortaya koymak… Çünkü deneyimler göstermiştir ki, bundan sonra bu fırsat kapıları kapanacak, yazar kim bilir daha nice zaman susturulacaktır. Gerçekten de öyle olmuş, savcılığın komünizm propagandası yapılıyor bahanesiyle, Emin Eliçin’in yazıları kesilmiş ve Emin Eliçin, ancak ölümünden sonra bu suçtan beraat edebilmiştir.

Aktüel bir kitap

“Kemalist Devrim İdeolojisi” yazıldığı günden bu güne, aktüel değeri hiç eksilmeden, gittikçe daha önem kazanan bir kitaptır. Çünkü Kemalizmi, sosyalizmin bir çıkış yolu sananlar bugün eskiye göre, ayrı ayrı gruplarda artmaktadır. Emin Eliçin, bu kitabını yazarken, Kemalizmin bir çıkış yolu olduğuna inananlar yalnız Yöncüler olduğu için, Emin Eliçin de yalnız onları hedef olarak almıştı. Oysa bugün, kimi sosyalistlerin “Sol Kemalistler” diye nitelendirdikleri eski Yöncü, şimdiki Devrim’cilerden başka, çıkış yolunu Kemalizm ışığında gören sosyalistler de vardır. Bundan birkaç ay önce İstanbul’da TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) salonunda Sosyalistler Kurultayı adı altındaki toplantıyı yönetenlerin de, Mustafa Kemal’in 1920 Anayasa tasarısı paralelinde olduklarını gördük.

Emin Eliçin, (Sol*) Kemalistleri, Yeni Kadrocu olarak nitelemekte ve Kadroculuğu bilimsel doğrulara aykırı bulmaktadır:

“Tarihin insan iradesinden bağımsız işleyen yasaları ya vardır ya yoktur. Hem vardır, demek, hem de Kadrocu olmak elde değildir.” (Sayfa 290)

Kaldı ki Atatürkçülüğün bir kadrosu da yoktu.

“Atatürk’ün bir kadrosu bile yoktu. Türk Devrimi çağdaşlaşma, batılılaşma yönüyle ideolojisiz olduğu gibi kadrosuzdur da…” (Sayfa 301)

Emin Eliçin’in bu doğru gözlemine eklemek istediğimiz şudur: Kemalizme kendilerince bir teori arayan ilk Kadrocular da kadrosuz tek tek kişilerdi, hatta bu tek tek kişileri de bir tek kişi olarak Şevket Süreyya’ya indirgeyebiliriz. Eliçin’in Yeni Kadroculuk dediği Yön ve Devrim yayın organı çevresindeki akım da kadrolaşamamıştır. Kadrocularla Yön ve Devrim’cilerin bizce en büyük ayrımı şudur: Kadrocular, Marksizmi, yaratmak istedikleri Kemalist teoriye bir araç olarak kullanmak istiyorlardı. Oysa bugünkü Sol Kemalistleri, Kemalizmi, Marksizme bir araç, hiç değilse, sosyalizmin ilk aşaması için bir araç olarak kullanmak istiyorlar. (Bu bakımdan, Sol Kemalistlerin Marksist olmadıkları kanısına katılmıyorum.)

İster Kemalizm, ister Atatürkçülük adı altında olsun, Türk devriminin bu olgusu yanlış değerlendirildiği için, günümüze, özellikle antiemperyalist savaşımızda bize ışık tutar, yol gösterir sanılmaktadır. Bu yanlış değerlendirmenin başında Kemalizmin antikapitalist olduğu sanısı gelir. Oysa Kemalizm ya da Atatürkçülük, ulusal kapitalizmin doğması için Devletçiliği gerekli kılmıştır.

“Atatürk’ün çoktan unutulmuş birkaç cümlesini yakalayıp ondan yanlış ahkâm çıkaran bugünkü toplumcu aydınların iddiasına aykırı olarak, Devrim literatürümüzün hiçbir durağında ciddi bir kapitalizm düşmanlığı görülmemiştir.” (Sayfa 286)

Öyleyse Kemalizm, antikapitalist olmayan bir antiemperyalist akım mıydı? Böyle bir soruya nasıl bir cevap verilebilir? TÖS salonundaki sosyalist kurultayı yönetenler de, Mustafa Kemal’in 1920 anayasa tasarısındaki antiemperyalist maddeyi benimserlerken, bu maddeden önceki “Makam-ı Hilafeti ihlâs” maddesini görmezden geliyorlar, yani Kemalizmi gerçek değeriyle değil, kendi gönüllerince değerlendiriyorlardı.

Bütün bu doğrular üzerinde bugünkü Türk solu, kuramsal olarak anlaşabilir. Ama çabukçuluk ve kolaycılık, çıkış yolu sanılan, aslında hiç de çıkış yolu olmayan, yanlış yolları önümüze açmaktadır.

“Kemalist Devrim İdeolojisi”, aktüel olma değerini daha uzun zaman koruyacağı için, sosyalistlerin okuyup üzerinde tartışmaları gereken bir kitaptır.

* Simurg’un notu: Özgün metinde “Kemalistleri” biçiminde geçmektedir ama kastedilenin 1960’lı yıllarda “Sol Kemalistler” olarak tanımlanan Yön çevresi olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.

Kaynak: Ant, 7 Nisan 1970