Şefik Hüsnü Deymer

Ankara’da yayımlanmaya başlayan “İlim, Fen, Felsefe” dergisinin ilk sayısında Akçoraoğlu Yusuf beyin sosyalizme dair bir inceleme yazısını büyük bir ilgiyle okuduk. Bu yazı Karl Kautsky’nin “Sosyalizmin Mübeşşirleri” eserinden yararlanarak yazılmıştır. Bu toplumsal akımın temelinin, insanlık tarihinin en eski devirlerinde, bazı ekonomik zorunlulukların doğurduğu toplumsal hareketlerde olduğu, belgeler ve tarihsel olaylar ileri sürülerek ispat edilmektedir.

Yusuf Bey Eflatun’un felsefesini, Spartaküs hareketini ve ilk Hıristiyanlıktaki sosyalizmi andıran yerleri yazdıktan sonra Doğu’da ve İslâm âleminde görülen eşitlikçi ve kolektivist hareketleri inceliyor. Eserin asıl değerli bölümü budur. Zira Batılı yazarlar tarihsel ve toplumsal eserlerinde Doğu ve İslâm âlemi olayları üzerine her zaman ya pek yüzeyden bir göz atmışlar ya da bunları görmeden geçmişlerdir. Bu eksiğin, tam olmasa da karşılanması teşekküre değer. Biz bu yoldaki araştırmaların devamını dileriz.

Doğu’da kolektivist temele dayanan ilk toplumsal hareket “Mazdakîlik”tir. Mazdak İran’ın Nişabur kentinde doğmuştur. İran Şahı Kisra Kubat [* İ.S. 488-531 (Bir ara hariç)’de hükümdarlık süren Kavas olsa gerek. A.Ç.] (491-531) devrinde, o zaman yeni sayılan bir mezhep ortaya atılmıştır. Bu olay İslâmiyet’in ortaya çıkışından az öncedir. İran eserlerinden naklen İslâm tarihlerinde okunduğuna göre Mazdakîlik’in esası, mal ve mülkün hatta kadınların bütün topluma ortaklaşa ait olması imiş (……….) Mazdak hareketinin en önemli özelliği, on dokuzuncu yüzyıl ütopyacı sosyalistlerinin, Simon’ların, Fourier’lerin son derece arzu edip de ulaşamadıkları bir fırsatı ele geçirmesidir. Bu büyük düşünür, herkesten önce düşüncelerini zamanın hükümdarı Kubat’a kabul ettirmeyi başarmıştır.

Sonra bu makamın iktidarına güvenerek bütün İran’a görüşünü uygulamaya çabalamış, bununla beraber bütün hükümet kuvveti elinde olduğu halde yine de büyük güçlüklerle karşılaşmıştır. Halk ayaklanmış, bir aralık Kubat’ı tahtından indirmiş ve Mazdakîliğin yayılmasına engel olmak istemişlerse de Mazdak taraftarları tekrar galip gelmişlerdir. Mazdakîlik daima tekrarlanan direnme hareketlerine karşı koyarak otuz yıl sürebilmiş ve bu süre içinde gayet samimî, bilinçli taraftarlar kazanmıştır. Veliaht Husrev Nuşerivan’ın peşindeki muhalifler sonunda üstün gelerek bu şehzadeyi Kisra’lar tahtına oturtmuştur. Bu gerici hükümdar rahatlıkla hükümet edebilmek için dört yüz bin Mazdakîyi öldürtmüş, başkanları Mazdak’ı da kendi hançeriyle öldürmüştür.

Görülüyor ki daha pek eski zamanlardan beri, imtiyaz ve özel mülkiyet taraftarları, devrimcileri her türlü merhamet duygusundan uzak olarak daima kana boğmuşlardır. Bu olayın ortaya çıktığı sıralarda İran’ın büyük kentlerindeki toplumsal durum incelenecek olursa Mazdak’ın devrimci girişimi pekâlâ açıklanabilir. Büyük kentler ahalisi birkaç sınıfa ayrılıyordu; büyük toprak sahibi olan zengin dihkan’larla Zerdüştlüğün ruhanileri olan mugan’lar zengin sınıfı teşkil ediyordu. Bunlara soylular deniliyordu. Ahalinin ezici çoğunluğunu dihkan ve mugan’ların topraklarını işleyen köylülerle kent esnaf ve tüccarı oluşturuyordu. Bundan başka kentlerde karın tokluğuna çalışan birçok işçilerle mal gibi alınıp satılan esirler ve köleler vardı. Ve bütün bu halk, hâkimlere hak veren, maddî ve manevi kuvvetin ve imtiyazın destekleyicisi olan Zerdüşt mezhebine bağlı idi. Fakirlik ve sefalet bu dinde bir teselli bulamıyordu. Fakirlik ve sefalet bu dinde bir teselli bulamıyordu. Dinin rahipleri olan mugan’lar siyasî ve idarî işlerde büyük söz sahibi idiler. Ve bunu zenginler ve kişizadeler lehine kullanıyorlardı. Bütün çıkarlarını ayakaltında çiğnene mevcut kuruluşların korunması, kendi köleliklerinin ve sefaletlerinin sürüp gitmesi demek olduğunu işçi, köylü ve genellikle fakir halk, anlamış değilse bile sezmeye başlamıştı. Mazdak bu sırada ortaya çıkarak bu çaresizler sınıfına bir yeni din şeklinde bir toplumsal ülkü getirdi ve bunu dünyada ilk ve son olmak [olmamak?] üzere, devlet gücüyle geçici olarak uygulamayı başardı.

*
**

Özel mülkiyet taraftarlarının üste çıkmalarına rağmen İran’ın her tarafında kök salmış olan Mazdakîlik bu topraklardan büsbütün çıkarılamamıştır. Kök kalmış ve uygun ortam buldukça yeni filiz vermiştir. İslâmiyet’in ortaya çıkmasından sonra da İran ve Azerbaycan’da Mazdakîlik’le yakınlığı olan hareketler olmuştur.

Hicret’in üçüncü yüzyılında Halife Memun zamanında ortaya çıkan Babek Mezhebi, Mazdak Mezhebinin bir yeni şekli sayılabilir. Babek adında bir Müslüman Mazdak kolektifçiliğini İslâmiyetin bazı görüşleriyle örterek ortaya atmıştır. Zaten kendisi Erdebil yakınlarında doğmuş bir İranlıdır. Büyük bir sayıya ulaşınca Babekîler hilafete isyan ettiler. Halife Memun bunlarla yirmi yıl uğraşmak zorunda kaldı. Bu mezhep bütün Azerbaycan ve Doğu Ermenistan dolaylarına yayılmıştı. Ancak Halife Mutasım zamanında Babek taraftarları yenilebilmiş ve kendisi de esir edilerek Bağdat’ta idam edilmiştir. Tıpkı Mazdakîlik gibi Babek hareketi de İran’ın kuzeyine ve kuzey batısına kolektifçilik tohumları ekmiş ve bütün şiddetli tedbirlere rağmen zaman zaman bu dolaylarda buna benzer hareketler ortaya çıkmıştır.

Bunlardan hiç birisi ilk hareket kadar yaygın olmamıştır. Fakat İslâm âleminin güney bölümlerinde Irak’ta, toplumsal nedenlerden ötürü pek büyük ve önemli ayaklanmalar olmuştur. Abbasî halifelerinden Harun Reşit ve Memun devirleri İslâm medeniyetinin en parlak ve en mutlu devirlerinden biri sayılır. Bu zamanda Bağdat Doğu’nun en işlek ve en zengin şehri, ekonomik merkezi olmuştu. Bağdat’ın dünyayı tutan ticareti Basra yoluyla yürütülüyordu. Bu geniş deniz ticareti sonucu olarak Basra’da büyük sayıda iskele işçisiyle kürekçiler, yani gemi işçileri toplanmış bulunuyordu. Bu işçilerin bir bölümü zenci kölelerdi. Bundan başka Irak’ın zengin topraklarını, bağ, bahçe, hurmalık ve tarlalarını işlemek üzere, mülk sahipleri, birçok zenci köleleri de rençber olarak kullanıyorlardı. Basra sanki Zengibar’dan getirilen köleler ticaretinin merkezi olmuştu. Kölelere her zaman, her yerde nasıl davranıldığı bilinir. Bu yerde hummalı bir çalışma içinde kitle halinde bulunmaları dolayısıyla, başarılı bir tarzda isyan etmek için, zenci köleler gerekli koşullara sahipti. İ.S. 869 yılında Hazreti Ali çocuklarından olduğunu iddia eden Muhammed (Mehmet) oğlu Ali isyan bayrağını omuzlayarak bu zencilerin başına geçiyor. Sonradan büyük savaşlara sebep olan büyük bir toplumsal hareket meydana getiriyor. Bu iç savaşlara İslâm tarihinde Harbü’z Zenci (Zenci Savaşı) denilir. Devrimciler başardıkları hallerde, tıpkı Spartaküs ordusunun yaptığı gibi, köleleri azat ediyorlardı. Devrimin başarıya ulaştığı yerlerde efendileri sermaye sahipleri öldürülüyor, mülkleri, tarlaları yakılıyordu. Halifenin orduları birkaç kez bu köle ordularına yenilmişti. Başkanları Ali’ye İslâm burjuva tarihçileri “Al-habis” lakabını verirler. On beş yıl süren zenci kölelerin kurtuluş hareketi de sonunda Halife Al-Muvaffak tarafından bastırılmıştır.

Bu zenci hareketlerinde bir sınıf bilincinin, teorik bazı düşüncelerin hâkim olduğunu tarih yazmıyor.

İslâm tarihinde Karamita [“karmati”nin (çirkin yüzlü) çoğulu] hareketi denilen olay da aynı yüzyılda olmakla beraber kuvvetli bir teori temeline sahip bulunuyordu. Bundan ötürü önemi daha büyüktür.

Karamita hareketini doğuran İsmailîye mezhebi Şia mezheplerinden biridir. Şiilik Araplardan çok İran’ın ruhu ve zekâsıyla gelişmiştir. Denilebilir ki tamamen tüccar ve aristokrat olan Beni Ümeyye [Emeviler] aleyhine, Arap olmaktan çok Müslüman olan Haşimî’lerle beraber ayaklanan İranlıların elinde bu mezhep mükemmel bir itiraz ve mücadele vasıtasıydı. İsmailîye mezhebi misyonerlerinden bir İranlının yetiştirdiği Kûfe dolayı halkından Karmat (çirkin yüzlü) lakabını taşıyan bir köylünün girişimi ile ortaya çıkan Karmat hareketini, Alman yazarı August Müller Şiîlik ile Babekîliğin, yani komünizmin bir kaynaşımı sayıyor. Karmat hareketi sırasında İ.S. 874 yılında yerel durum ve koşullar böyle bir devrimin doğmasına uygundu. Irak’ta köylüler büyük bir geçim sıkıntısı içindeydiler. Halife sarayının ihtişam ve debdebesini, saray mensuplarının, kentli zenginlerin sefahat ve israfını, biçare köylü ailesinin kuru ekmeğinden keserek ödediği vergilerle ve angaryayla sağlıyordu. Bir yandan da zenci ayaklanması dolayısıyla bedevîlerin sürekli yağma ve talanına uğruyordu. İsyancıları bastırmaya gelen Halife ordusunun barındırılması ve beslenmesi de yine köylünün boynuna yükleniyordu. Mehdî çıkacak diye beklemek tek tesellileriydi. Zengin ve yoksul ayrılığı gayrılığı kalmayacak, zalimler cezasını görecek, herkes refah ve saadet içinde yaşayacaktı. Karmat İsmailîye mezhebinin bu iyimser inançlarını Irak köylüleri arasına kolaylıkla ve büyük ölçüde yaymıştı. Karmat’ın taraftarları az zamanda Fırat havzasında büyük bir topluluk haline geldi.

İslâm tarihçileri Karmatîlerin tamamen kolektif oldukları, mal ve mülkün ortak olmasına taraftar olduklarını iddia ederler. Bunlar özel mülkiyetin fakirlik ve zenginliği doğurduğuna inanırlardı. Fakat zora ve şiddete gerek görmezlerdi. Mehdî çıkıp gelecek, mesele onun adaletiyle çözülecekti.

Fakat sonraları sayıları çoğalıp kuvvet ve kudret kazanınca bu ılımlı yolu bırakıp zorla iş görmeye başladılar. Hicri dördüncü yüzyıl başlarında başkanlarından Ebu Tahir Süleyman büyük bir ordunun başına geçmiş, Basra gibi büyük kentleri yağma ederek ganimetleri köylü ve bedevîlere bölüştürmeye başlamıştı. Bağdat kapılarına kadar gelerek Halife’yi bile tehdit altına almayı başarmıştı. Hareket bu kadar büyüyünce Karmatilere karşı hükümet orduları gönderilmiş ve büyük savaşlar olmuştu. Kurulu hükümetleri her zaman haklı çıkaran tarihçiler Karmatlar aleyhine, üzerlerine kamunun nefretini çekecek birçok masallar uydurmuşlardı. Bununla beraber aynı tarihçiler bu kolektivistlerin düşünce ve eylemlerinde birlik, aralarında bir çeşit kardeşlik bulunduğunu, büyük küçük farkı gözetilmediğini, toplumun işlerini bir şuranın görüşüp karara bağladığını itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Bundan anlaşılıyor ki Karmatlar tamamen komünist değilse bile komünizm esaslarından bazılarını kabul etmişlerdir. Ortaya çıkışlarından yüz yıl kadar sonra Karmatîler, Halife ordularına yenilmişlerse de kolektivist mezhep düşünceleri tamamıyla ortadan kaldırılamamıştır. Kolektivist düşünceleri daha derinlere dalıp gizlenerek yaşamış ve İslâm toplumuna içinden etki yaparak pek çok dağılmıştır. Alevîliğin bütün İslâm âleminde bir çeşit tecellisi olan tarikatların çoğunda komünizmin bazı izleri sezilir. “Kimi tarikatlarda bir ruhî komünizme kadar gidilir.” Toplumsal komünizm ortak mülkiyette bireysel mülkiyeti eritir, ruhî komünizm ortak ruhta bireysel ruhu boğar. Buna tarikat ehli “fenafillâh” (Tanrı içinde erime) der.

Aydınlık, Sayı 10, 1kasım 1922
Kaynak: Şefik Hüsnü Deymer, Seçme Yazılar, Aydınlık Yayınları 6, Derleyen: Ahmet Çavuşoğlu, Mart 1971, S.96-102