Hilmi Köksal Alişanoğlu
Ergenekon örgütüne üye olmak ve darbeye teşebbüs suçlamasıyla bazı üst düzey muvazzaf subayların Hasdal Cezaevine kapatıldıklarını öğrenince karmakarışık hisler yaşadım. Yüreğim “Oh olsun, layıklarını buldular!” diye yarım yamalak sevinirken, beynim farklı düşünüyordu…
Aralarında Hasdal’ın da bulunduğu kışlalar 12 Eylül döneminde darbeciler tarafından cezaevine dönüştürülmüştü. Devrimci gençlerin özgürlüklerini yok etmek, işkence ve eziyet etmek için. Gelin görün ki, benim de birkaç ay misafir (!) edildiğim Hasdal cezaevi, bugün darbeciler için kullanılıyor. Bizim için inşa ettikleri cezaevleri onlara da nasip olacakmış…
Etme bulma dünyası diye sevinmem lazım; yapamıyorum…
Darbe döneminde ya da öncesinde evlerimiz, yurtlarımız, işyerlerimiz sabahın köründe basılır; her yer darmadağın edilirdi. Maksat huzursuz olalım, soluk almayalım. Gözaltına alınır, eziyet görürdük, tutuklananlarımız olurdu. Delile ne hacet, mahkeme polisin tutanağını yeterli bulur; olmadı polis, bastığı yere ne yapar eder bir suç unsuru bırakıverirdi. Basılan evlerde kurşunlanarak öldürülenlerden hiç bahsetmedim bile.
O günlerde bu tezgâhları kuranların fikri takipçilerine şimdi kısmen de olsa aynısı yapılıyor. “Hak yerini buldu, ” demem lazım; diyemiyorum…
Ne ile suçlandığımızı bilmeden yıllarca hapishanelerde tutulurduk. Mesela ben tam iki buçuk yıl hiç yargılanmadan tutuklu kaldım. Yakınlarıma hep “Bir aya kalmaz dışarıdayım, ” derken bir de bakmışım üçüncü yıla girmişiz ve savcı idamımı talep etmiş.
O günün darbecileri bize yargılama konusunda her ne yapmışsa; takipçilerinin başına bugün aynı şeyler geliyor. “Beter olun!” diyesim geliyor; beynim “o kadar da değil, ” diye frenliyor dilimi…
Ne oldum değil, ne olacağım demeli…
Dün her şeye kadir olduğunu zannedenler, bugün yargısız infaza uğruyor, evleri basılıyor, aileleri perişan…
Şüphesiz aralarında masum olanlar var. Ama yüzlerce insanın kanına girdiğini itiraf edenler de. Mahkeme karar verdiğinde sonucu hep birlikte öğreneceğiz.
Ya bugün Allah’tan büyük olduğunu sananların, yarın aynısına maruz kalmayacağını kim garanti edebilir?
Söyleyeyim: Hukuk…
Hukuk herkese lazım; katile, caniye, hırsıza, soyguncuya, işkenceciye, tecavüzcüye, hatta darbeciye bile… Hatta saltanatın hiç bitmeyeceğini zannedip hukukun canına okuyanlara da…
Er ya da geç adalet yerini buluyor. O da olmadı, ilahi adalet var… Hak divanı var… Ulu divan var… Mahşer var… Var oğlu var…
Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar” isimli oyununu bilirsiniz. Molla Devrimi sonrası İran’ı anlatır. Orada idamla yargılanan bir tutuklu yakarır: İktidara her gelen idam sehpaları kurdu, astı… Dilerim bir gün İran’da iktidara gelenler, artık kimse asılmayacak diye ferman buyurur.
Ben de dilerim ki, sabahın köründe kapısı çalınan düşmanım bile olsa, karşısına çıkan kapıcıdan başkası olmasın…
Niyazım odur ki, hiç kimse mahkeme kapısında sürünmesin, haksız ve delilsiz suçlamaya maruz kalmasın, insanlık dışı koşullarda tutukluluk yaşamasın, tutukluluğu cezaya dönüşmesin…
Arzu ederim ki adalet bu ülkenin her köşesine nüfuz etsin… Herkes, ama en çok da genç nesiller geleceklerini özel ya da genel sigortaya emanet etmek kadar güvenceyi adalette bulsun. Başları ne zaman sıkışsa, adaletin imdatlarına koşacağından emin olsun. Adalet bu ülkenin Hızır’ı olsun…
Bu ülkenin toprakları, dağları, yolları, caddeleri, meydanları, sokakları çiçek koksun; ama ondan daha da fazla adalet…