Turan Eser

Alevi Çalıştayları; Alevileri hem fiziksel, hem ruhsal, hem de kimlik olarak teslim alarak, Sünnileştirme projesidir.

AKP’ye, liberallere ve siyasal İslamcılara göre AKP hükümeti Alevi sorununun çözümünde “makul” ve “tatminkâr” adımlar atmış. Olmayanı, olmuş gibi gösterme yaklaşımı, toplumu avutma ve yanıltma resmi dilin yeni versiyonu olsa gerek. Kendine demokrat olanların, farklı kimliklere yönelik zalim tutumunun “insanlık suçu” sayıldığı bu yerkürede, zalimler ve inkârcılar, kendine demokrat tutumlarını gizlemek amacıyla, mağdurlar için sürekli olumlu adımlar attıklarını iddia ederler.

Oysa ortada “yeni” denilen, “iyileştirme” denilen tek bir husus yoktur. Alevilerin sorunlarının çözümünde de bu geçerlidir. Soyut “yeni” ile soyut “iyileştirmenin” somut bir karşılığı yok. O zaman Bulaç, olmayanlardan nasıl bir “makul” ve “tatminkâr” adım çıkarır? Bahsettiği bu “makul” ve “tatminkâr” adımlar ise, ileri değil, geri vitese takılmış ise, bunu “ileri adım” diye pazarlamak için, nasıl bir ruh haline sahip olmak gerekir?

Nedir bu “makul” ve “tatminkâr” adımlar?

Örneğin, AİHM’in zorunlu din dersi için verdiği karara uygun demokratik ve hukuksal değişim mi gerçekleşti?

Ya da cemevlerine yönelik devletin hukuksal ayrımcılık uygulaması ve görüşü mü giderildi?
Yoksa Alevi köylerine zorla cami yapımı mı engellendi?

35 insanın vahşice yakıldığı otel, tarihsel yüzleşmenin bir girişimi adına müze mi oldu?

Bunların hiçbirinde, ama hiç birinde “makul” ve “tatminkâr” bir adım olmadığı gibi, geri adımlar söz konusudur. Bir türlü itiraf edilmeyen gerçeğin kendisi şu; “Açılım” sepeti içine konulan Aleviler, Kürtler ve Romanlar, gizli; ama gerçek olan siyasal İslamcı dinci gericilik açılımlarını gizlemek için istismar edilmiştir.

Avutan açılımların gölgesinde, siyasal islamcı gericiliğin gerçek açılımı gizleniyor

Kanımca AKP ve yandaşlarının, “makul” ve “tatminkâr” adımlardan kastettiği şeyin kendisi, aslında son dönemlerde devlet ve hükümet desteğinin en çok artırıldığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni konumu olsa gerek. Laiklik karşıtı bir kamu kurumu olan Diyanet, AKP eliyle ruhban sınıfının yeni örgütlenme alanı haline dönüştürülmüştür. Devlet fetvası ve hutbesiyle, vicdanların işgal edilmesi anlamında bu doğrudur.

Sağlık sistemi Aile hekimliği üzerinden piyasalaşırken, din ve inanç özgürlüğü ise Aile İmamlığı üzerinde dinsel tahakküm kurma mekanizmasına dönüştürülmüştür. Sanırım AKP ve yandaşları sözde ve sanal Alevi açılımı tartışmalarının gölgesinde gerçekleşen, dinci gericilik ekseninde güçlendirilen tahakküm mekanizmalarını örtmeye çalışıyor.

Gerçek açılım, 87 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca yapılan 55 bin okul yerine, yapılan 90 bin caminin kendisidir. Gerçek açılım sayıları 3 bini geçmeyen Kuran kurslarının, AKP ile 10 bine ulaşmış olmasıdır. Cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin siyasal ve ekonomik alandaki güçlenmesine katkı sunan açılımdır. Yani Aleviler, Kürtler ve Romanlar için medya üzerinden bir sanal açılım ile toplumsal algı yönetenler, aslında fiilen dinci gericiliğin toplumsal, özel ve kamusal alanın tümünde güçlenmesi ve konumlandırılması gerçekleşiyordu.

Sözde Alevi açılımı tartışılır ve çalıştayları yapılırken, aslında AKP kendi Alevisini yaratma çabasına hız veriyordu. Diyanet güçlendiriliyor, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu meclisten geçiyordu. İmam hatiplere daha fazla avantaj sağlanıyor, İlahiyat fakültelerinin sayısı iki katına, öğrenci kontenjan sayısı 3 katına çıkarılıyordu. Zorunlu din dersinin AİHM ve iç hukuka aykırılığını düzeltmek yerine, ikinci din dersi hazırlığı yapılıyordu. Yani Alevi açılımın gölgesinde siyasal İslamcı gericiliği güçlendirilen adımlar atılıyordur.

Örneğin AKP 2010 Temmuz’unda SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) mevzuatını değiştirerek “Unvan Değişikliği Sınavı” adı altında imamların yönetici olmalarını sağladı. Huzur Evlerinin kapısını tarikatlara ve cemaatlere açtı.

AKP Alevi çalıştayı ile gündemi meşgul ederken, Sağlık Bakanlığı “Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik” ile etik kuruluna ilahiyatçıların atanmasını karara bağladı.

AKP Alevi çalıştayı yaparken, Milli Eğitim Bakanlığı, İl ve ilçe milli eğitim müdürleri ile okul müdürlerini Din dersi öğretmelerini ve İlahiyatçılarla doldurmayı tamamladı.

AKP Alevi Çalıştayı yaparken, İçişleri Bakanlığı, imamlık eğitimi alan bürokratlardan vali atıyordur. 81 valinin her 7’sinden biri imamlık eğitimi almıştır. 12 valide doğrudan imam hatip mezunudur.

AKP sözde Alevi çalıştayı yaparken, Diyanet İşleri Başkanlığı, “Alevileri tehdit” olarak gören, resmi belgeleri internet sayfaları koyabiliyordu.

Sözde Açılım, aslında Alevileri hem fiziksel, hem ruhsal, hem de kimlik olarak teslim alma projesidir.

Sözde Kürt açılımı tartışılırken, Güney Doğu’da siyasal İslamcı dinci gericilik Kürt İslam Sentezine uygun yapılanmayı örgütlüyordu. Siyasal İslamcı cemaatlere bu bölgede avantajlar sağlanıyor. Kürtlerin oyları ile seçilmiş BDP yöneticilerine yönelik kamuoyunda linç siyaseti geliştiriliyor. BDP’lileri kamuoyunda olumsuzlaştırma ve itibarsızlaştırma kampanyaları AKP’nin temel siyaseti haline dönüşüyor. AKP barışın değil, gerilimin dilini üretiyordu. Aslında Kürt sorunundan çözümünde demokratik açılımı değil, Kürt İslam Sentezinin açılımı gerçekleşti. Hizbullah bu süreçte aklanmaya çalışıldı.

Sözde Roman açılımı tartışılırken, AKP eliyle onlarca çakma Roman derneği kuruluyor, AKP romanları yaratılıyor ve Romanların yerleşim alanlarında talan ve vurgun gerçekleştiriliyor. Roman Açılımı, TOKİ ve Fatih Belediyesi’nin Sulukule’deki rant ve vurgun açılımı olarak karşımıza çıkıyor. Romanların yoksullukla mücadelesine destek olmayan, sosyal dışlanmalarına kör kalan, eğitimde ayrımcılığa alternatif sunamayan politikaların adına Roman açılımı deniliyor. Ama AKP hükümetinin gerçek açılımı, Romanların arsalarının metre karesini 500 liraya kamulaştırıp, 2 bin 552 liraya satmasıdır. Yani Çingenlerin kendi ifadesiyle, Açılım aslında Sulukule’de “kentsel soykırımdır”.

AKP hükümetin kendine demokrat tutumu ile siyasal İslamcı, dinci gericiliğini beslenmesi, güçlendirilmesi doğrultusunda ciddi açılımlar yapmıştır; gerçek açılım budur. Demokratik denilen açılım ve süreç, aslında gericilik açılımıdır. Alevilerin, Kürtlerin ve Romanların istismarıdır.

AKP ve Yandaşlarının “Makul” Ve “Tatmınkar” İncileri

Ne değişti? “Makul” ve “tatminkâr” denilen şey, aslında Sünni ulemanın kaleminden yazılmış, Vehhabilik dilinden üretilmiş yeni ve AKP tipi Alevilik anlatımının, zorunlu din dersine eklenmesi kastediliyor. AKP ve yandaşlarının “makul” ve “tatminkâr” adımlardan kastettiği şeyin kendisi de budur. Sünni ulemanın yazdığı, Alevi toplumunda karşılığı olmayan, AKP yandaşı kimi Alevilerden görüş alınarak hazırlanan “AKP Tipi Alevilik Anlayışının”, 2011-2012 eğitim öğretim yılında okutulacak zorunlu din dersine konulması olmuş. Hiçbir Alevinin onay vermediği “AKP Tipi Alevilik” anlatımının patenti AKP’ye ait aittir. Dolaysıyla Alevileri ve Aleviliği tarif etmekten uzak bir tuzaktır.

İmam Hatipli ve İlahiyat mezunu Sünni öğretmenler ise bu “AKP Tipi Alevilik” kısmını çocuklara aktaracak. Hükümet ve Alevi çalıştay ekibi ise, Alevilerden gelen eleştirilere “bu kaygı yersiz” diyerek Alevisiz Alevilik anlatımını Sünni hafızların, İmam Hatipli Sünni eğitimciler eliyle uygulamaya koymayı, “demokratik” ve “katılımcı” ilan ediyor! Özetlenecek olursa, AKP hükümeti Alevileri “Aleviliğin kitabı yazılacaksa onu biz yazarız, Alevilik öğretilecekse onu da biz öğretiriz” hükmüne maruz bırakmak istiyor.

Zihniyet değişimi yok

Söz konusu devletin ve siyasi iktidarın Alevilerle kurduğu ilişki olunca, gerek eski resmi ideolojinin söylemi, gerekse yeni resmi ideolojinin söyleminde değişim olmamıştır.

Her ikisi de devletin mezhebi içinde Aleviliği eritmek istemiştir. Gerek eski gerekse yeni resmi ideoloji, Aleviliğin kendine özgünlüğüne asla sıcak bakmamıştır. Onu devletleştirmek, sonra devletin resmi din kurumları içinde homojenleştirmek ve mevcut din anlayışına eklemlemek olmuştur. AKP bundan farklı bir çaba içinde değildir. AKP sorunun çözümünde demokratik ve hukuksal zemini değil, “bir insanlık suçu olan asimilasyonu” tercih etmiştir. Yani eski resmi ideoloji ile yeni resmi ideolojinin sorun çözme yaklaşımında, esasen bir fark yoktur. İnkâr ve tekçilik, politik bir tercih olarak, AKP’nin fıtratında zaten var.

Yani her iki yaklaşımda Alevileri kendi özel yaşam alanlarında kendi inançlarını özgürce ifade etme, yaşama, geliştirme, tanıma ve kabul üzerinden gelişmiyor.

Tarihte “ilk Alevi açılımı” kavramını kendilerinin dillendirdiğini ifade eden AKP, doğruyu da söylemiyor ve üstelik yakın tarihimizi de tahrif ediyor. Zira İlk Alevi Açılımın tarihi 1963’tür. TBMM tutanakları ve hazırlanan ama TBMM genel Kuruluna gelmeyen yasa tasarıları incelenirse, AKP versiyonu olan, Aleviliği devletleştir ve mevcut devlet mezhebi içinde erit politikası, o gün “Mezhepler Dairesi” olarak gündeme gelmiştir. 1963 yılından bugüne kadar Alevileri umutlandıran ama her biri aynı tarzı ve tuzağı benimsemiş 6 Alevi Açılımı görebilir.

“İlk Alevi Açılımı” ya da “AKP ile Alevilik tartışılmaya başlandı” iddiası, son 20 yıldır Alevi hareketinin küreselleşen mücadelesinin sonucu, Alevi hak ve taleplerini siyasetin gündemine sokmaya başarmış tarihini görmezden gelen üç maymun siyasetidir. Washington’un, Brüksel’in ezberlediği ve raporladığı Alevi hak ve taleplerine, Ankara’nın vurdumduymazlığı devam ediyor; bu alan da bir değişim yok. AKP ve yandaşlarının yaptığı tek şey var; Alevi istismarcılığı.

Bu açıdan AKP’nin 7 oturum yaptığı çalıştayında, Sünni ulemanın Aleviler adına ahkâm kesmesini, çoğunluk inancın mensubu duygusuyla belirleyici olma çabalarını, siyasal İslamcı yazarlarca Alevilerin aşağılandığı çalıştay diyaloglarını bilmiyormuşlar gibi, bunu “önemli bir iş” olarak görmeleri tuhaf değildir. Çünkü onlarında bir misyonu var.

AKP ve yandaşları Alevilerle duygudaşlık kurma yetisinden yoksun bir dayatmayı temsil ediyor. Aleviler adına söylenen sözün her birine karşı önyargılı ve çoğunluk inancın baskın diliyle, Alevilerin ne yapması gerektiğine hüküm veriyorlar. Alevi kurumlarının görüşlerine ve önerilerine karşı fikirlerini devletin ve iktidarın Alevi inkârcılığının ezberlerinden besliyorlar.

Dayatılan ulemanın dersi, evrensel hukuk normları değil!

AKP ve yandaşları Alevi örgütlerine sesleniyor; “Amaç bağcı dövmek değil de üzüm yemek”. Bu iki geri adımı “destekleyin” diyor. Sonra da “iyi Alevi” ve “kötü Alevi” değerlendirmesi olarak algılayacağımız değerlendirmeler yapıyorlar. İyi Alevi, AKP’ye ve siyasal İslamcı gericiliğe biat edenler. Kötü Aleviler ise Ulemanın zırhına değil, Ali Bulaç’ın deyimiyle “AİHM zırhı içine girenler”. AKP ve yandaşları, AİHM’e karşı olabilir. Hukukun evrensel ilkelerinde güvence altına alınmış, din, vicdan ve inanç özgürlüğüne karşı olabilir. Kendilerinin karşı olduğuna, Alevilerinde karşı olmasını talep etmeleri ve Alevileri “AİHM zırhı içine girmek” ile olumsuzlaştırması, sağlıklı bir düşünce yapısına uygun değildir. Gerek bilimsel, gerek ahlaki, gerekse entelektüel açıdan patolojik bir yaklaşımdır.

Ulemanın sığındığı şeriatın kurallarına değil, evrensel hukuk normlarına sahip çıkanları, din eğitimine karşı çıkıyormuş gibi ucuz ve popülist yaklaşımla değerlendirilmesi, külliyen yalan ve iftiradan ibarettir. Alevi hareketinin karşı çıktığı şeyin kendisi bireyin din eğitim hakkı değildir. Din eğitimi hakkının evrensel özgürlükler ve haklar ekseninde verilmesi talebidir. Alevilerin karşı çıktığı, AKP’nin ise ısrarla savunduğu ve korumaya inatla devam ettiği zorunlu din eğitimi ise, faşist bir askeri darbenin ürünüdür.

Darbecilerin ve dinci gericiliğin asimilasyon ve tektipleştirme amacı güden derstir. Alevilerin karşı çıktığı ders budur. Yoksa Alevileri din eğitimine karşı göstermek art niyetli ve Alevilerce alıcısı olmayacak kadar ucuz bir popülizmdir. Aleviler isteyenin din eğitimi alma hakkına saygı duyar. Bunun ise, okutulacak dersin Dinler Tarihi hakkında olmasını, çoğulculuk ilkesine, kişinin isteğine bağlılık ilkesine sahip olmasını benimseyen, öğrencinin bu dersten muaf kalma hakkını tanıyan, muaf olma durumunda alternatif ders sunabilen, objektif ve nesnel olmasını benimser. Bu ise, evrensel normlara uygunluk içeren bir yaklaşımdır.

AKP ve yandaşlarının karıştırdığı ve kabul etmediği husus ise, bireysel hakları korumak ve çocuğun yüksek çıkarını önemsemektir. Çocukların öncelikle bu dünyaya hazırlanmasından daha çok, uhrevi dünyaya tektipleştirerek hazırlamakta olan, itaatkâr, biat eden, sorgulama yetisini kaybetmiş bir kuşak yetiştirme amacı güden, zorunlu din dersine Aleviler haklı olarak itiraz etmektedir.

Despotizmi aydınlıkta değil, karanlıkta arayın

AKP ve yandaşlarının, düşünsel krizi ve fakirliği, Alevi sorununu çözüleceği zemini tarif edememesidir. Açıktan da ifade etmeseler de, ileri sürdükleri argümanların kendisi teolojik zemindir. Oysa Aleviler sorunun çözümü olarak bir teolojik zemini devletle, AKP iktidarıyla ve Sünni ulemayla paylaşmak niyetinde değildir. Aleviler sorunun çözüm zemini olarak, “siyasal”, “hukuk” ve “demokrasi” zemini olarak tarif etmektedir. Yurttaşlık haklarının eşitlenmesi ve güçlendirilmesi talebidir.

AKP ve yandaşları tercihini siyasal İslamcı referanslara ve kaynaklara teslim ettiğinden, laiklik, cumhuriyet, sosyal devlet, çağdaş evrensel hukuk normları ve demokrasi ile barışmaya yanaşmıyor. Bu nedenle, Alevileri ısrarla sınırları Sünni ulemaca belirlenmiş teolojik zemine çekmeye çalışıyor. Aleviler, dayatılan teolojik zemine iştirak etmeyince, Alevileri “istemezük” kategorisine sokmaya çalışıyor, Alevi kurumlarını ise “sorunu çözmek değil, sorun üzerinden politikalar yürütmek” ve “dolaylı yoldan dine husumet” beslemekle suçluyor. Bu mesnetsiz suçlamanın gizeminde ise, Alevi toplumu içine bir nifak sokabilir miyiz yaklaşımının yattığı belli. Ama bu yaklaşımın kendisi dipsiz kuyudan su çekmeye devam edecek.

AKP ve yandaşları, toplumsal mühendislik görevi üstlenmiş edasıyla, Alevilerin “kahir ekseriyetinin” (ezici çoğunluğu) AKP’nin Alevi açılımıyla mutabık kaldığını iddia ediyor.

Hatta AKP yandaşı medya ve Ali Bulaç gibi köşe yazarları hızını alamıyor, düşünsel tartışmayı terk edip, bu kez Alevi kurumlarına saldırıyorlar, hakaret edip ve mesnetsiz suçlamalara başvuruyorlar. AKP’nin sinsi tuzağını görüp, Alevi toplumunu bu tuzaklara karşı uyaran Alevi kanaat önderlerini “rant sağlamak üzere örgütlenenler”, “ateist-materyalist felsefeden gelme eski tüfek aydınlar grubu”, “bunların derdi Aleviler değil, doğrudan dine husumet” etmekle suçluyor. Sonrada kalkıp, 12 Eylül askeri faşist darbesinde, cemaatlerle birlikte hazırlanan zorunlu din dersini ve sivil olmaktan uzak devletin resmi din müfredatından çıkmış İslamcılığın, çocuklara öğretilerek, “aydın despotizminden kurtulacak” iddiasında bulunuyorlar.

Eh bunlara eklenecek laf yok…

Vicdanını ve itikadını tanrısıyla özgürce buluşturmaktan acizlere, AKP ve yandaşlarının önerdiği, devletin zorunlu din dersi, devlet diyaneti, bir de devletin din fetvası da az. Ama bir şey kesindir; Aleviler vicdanı devlet kurumlarına ve onların ruhban sınıfına teslim etmeyecek kadar, vicdanın özgürlüğünü savunmaya devam edecektir.

O nedenle AKP ve yandaşları despotizmi karanlık yerine, aydınlarda arayanların, kendi rantçılıklarını gizlemesi kadar doğal bir tavrı olamaz. Rantı ve din istismarcılığını yanlış yerde arayan yandaş medya yazarları, önce gazetecilik sorumluluğunu kullanarak, mütedeyyin insanların siyasal İslamcı sermaye ve onların yer tanrıları tarafından emeklerinin nasıl güvencesiz işlerde nasıl sömürüldüğünü, inançlarının ise siyasal İslamcı dinbazlar tarafından nasıl istismar edildiğini araştırmalıdır.