Mehmet Ünlüdere

Bir çocuk anlatalım…

Resminden tanıyalım onu; yüzünden ve gözünden bir de… Esmer yüzlü bir Kürt çocuğu olsun mesela. Gözlerinden tanıyalım; gözleri ela, kocaman, hep güzel, çok güzel, sımsıcak olsun…

Bir çocuk anlatalım…

Aynı kaderin pençesinde çırpınan nice akranını onun suretinde yansıtalım. Yani dilimiz döndüğünce, aklımız erdiğince, yüreğimiz yettiğince…

Bir çocuk anlatalım…

Bir sokak çocuğu, kimsesiz, sessiz, sevgisiz, annesiz… Ekmeksiz bir de, hep ekmeksiz…

Bir çocuk anlatalım…

Henüz 6’sında olsa da o, 8’inde gibi dursun yaşı. Bir Kürt çocuğu olsun mesela; tanıyalım onu, hemen tanıyalım; çünkü “biz” gibi baksın hayata…

Bir çocuk anlatalım…

Bir Ermeni, Türk ya da Arap çocuğu olsa da değişmesin, başka milletten olsa da değişmesin hiç; kaderleri eşittir çünkü…Ve kederleri de…

Bir çocuk anlatalım…

Açlıklarını, yoksunluklarını, soğuk taşlardan yastıklarını, kartondan yorganlarını, kimsesizliklerini, çöpten çıkardıkları ekmeklerini, acılarını, daha çok da acılarını anlatalım…

Bir çocuk anlatalım…

Hayallerini anlatalım… Hoyrat bir karanlığın tenhasında onu hayata tutan hayallerini, sıkıca tutunduğu hayallerini…

Bir çocuk anlatalım…

Umudunu bir de, belki de herşeyi olan umudunu…

Bir çocuk anlatalım…

Aşkları olsun, hem de çok olsun… Aşklardan çoğalan düşleri güzel olsun..

Bir çocuk anlatalım…

Unuttunuz, unuttuk, unutuyoruz yoksa…

Bir çocuk anlatalım; ondan korkmadan, sakınmadan, yakmadan anlatalım. Bir çocuğun suretinde bin çocuk, milyon çocuk anlatalım; kaderleri, kederleri, acıları, açlıkları eşit çünkü…

Birgün mutlaka onlara bir dünya kuralım…

Annesizlikleri eşit çünkü…

Bir dünya kuralım onlara…

Mutlulukları, toklukları, yuvaları eşit bir dünya kuralım…

Bir çocuk anlatalım…

Ama önce vicdanımıza danışalım, vicdanımıza varalım, orda duralım.

***
Kaynak: Mehmet Ünlüdere, Heybeden