Uzun yıllar İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde insan hakları mücadelesinde yer alan gazeteci Şaban Dayanan, 24 Temmuz 2011 sabaha karşı evinde geçirdiği epilepsi krizi sonucu 42 yaşında yaşamını yitirdi.

Dayanan için taziyeler, Halıcıoğlu-Çıksalın Spor Kulübü’nde kabul ediliyor.

Şaban Dayanan’ın cenazesi 25 Temmuz 2011 Pazartesi günü saat 15.00’de İHD İstanbul Şubesi önünden uğurlanarak Okmeydanı Cemal Kamacı Spor Tesisleri karşısındaki Fetihtepe Camii’ne getirilecek. İkindi namazını takiben cenazesi kaldırılarak Edirnekapı-Mısır Tarlası mezarlığına defnedilecektir.

Dayanan, henüz 12 yaşında bir ortaokul öğrencsiyken Mersin’de işkenceyle tanıştı. Yaşamını insan hakları ve demokrasiye adadı.

Şaban Dayanan ve Hanefi Avcı

İPAR HABER 19.09.2010

Devrimci Yol davasından yargılanan İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu eski üyesi Şaban Dayanan, 12 yaşında işenceyle tanıştı. “Haliçteki Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabıyla gündeme gelen Hanefi Avcı ise, Mersin Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şubesi’nde, “Devrimci Yol Masası” sorumlusu olduğu dönemde, Dayanan’a işkence yapan ekibin başındaydı.

Şaban Dayanan’la kendisine işkence yapan Hanefi Avcı’yı konuştuk. Dayanan kitabında cemaatleri suçlayan Avcı için “Onu biz cemaatçi, İslamcı olarak biliyorduk. Sorgu sırasında ezan sesini duyunca işkenceyi bırakıp namaza giderdi” diyor.

Nasıl yakalandınız? Neyle suçlandınız?

Mersin Devrimci Yol davasından yargılandım. 31 Ocak 1981’de gözaltına alındım. Daha ortaokul birinci sınıfa gidiyordum. Bir gün okula gittiğimde arkadaşlarım kaş göz işareti yapıyordu, bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Okulda öğretmenler dışında sivil polisler de vardı. O sırada yanıma bir polis geldi. ‘Şaban Dayanan sen misin’ diye sordu. Ben de ‘değilim’ dedim. Der demez elindeki silahla bana bir tane vurdu. Yere düştüğüm sırada da hepsi vurmaya başladı. Sonra beni bir arabaya bindirdiler.

Nereye götürdüler sizi?

O dönem Mersin siyasi şubeydi adı. İki katlı bir binaydı. Alt katta garaj gibi bir yer vardı. Üst katta da siyasi şube. Beni apar topar yukarı çıkardılar. Bir nezarethaneye attılar. Nezarethane küçük bir yerdi ve ağzına kadar insan doluydu. Sürekli sorguya alıyorlardı. Bağırtılar, çığlıklar duyuluyordu.

Bir gece yarısı gelip beni nezarethaneden aldılar. ‘Birtakım sorularımız olacak, onları cevapla sonra evine git’ dediler. ‘Tamam’ dedim. O zaman Hanefi Avcı’nın üzerinde kahverengi bir pantalon vardı, çok iyi hatırlıyorum. İslami türden diyebileceğimiz bir bıyığı vardı. Hanefi Avcı bana, ‘Bak kardeşim, daha küçüksün, babanı da getireceğiz buraya, evinde de bir tabanca bulduk. Sen kahveci Ali’yi neden vurmaya çalıştın’ diye sordu. ‘Ben kimseyi vurmadım’ dedim. Bu sefer elindeki listeden başka sorular sormaya başladı.

Hanefi Avcı başka neler söyledi?

Bak dedi, seni burada ezerler. Bana güzel güzel anlat. Daha küçüksün. Okuluna devam et. Ben senin yaşlarındayken devlete baş kaldırmadım gibi söyledi. Ben de hepsine ‘ben yapmadım, etmedim’ dedim. Sonra babamı da getirmişler nezarethaneye. Gece oldu yine. ‘Şaban Dayanan ziyaretçin var’ dediler. Salih diye bir bekçi vardı. Kapıyı açtığı gibi beni hızla dışarı çekti ve bir tane vurdu. Sonra gözümü sardı. Sanki öldürülmeye götürülüyormuşum gibi bir hava yarattılar. Tabi ben korkumdan altıma kaçırdım. İçeri girer girmez Hanefi Avcı’nın sesini duydum. ‘Oğlum sen Devrimci Yol’daki görevlerinin hepsini bana bir anlat. Bak buraya senin şeflerin geldi. Devlet büyüktür. Siz kendinizi devletin yerine koydunuz. Devlete karşı koymanın ne demek olduğunu göreceksiniz. Konuş. Konuşursan senin iyiliğine, susarsan bak ben şimdi çıkıyorum, gerisine karışmam” dedi. Ben bir şey bilmediğimi söyledim. Sonra durdu. ‘Elimizdeki fotoğraflar öyle demiyor’ dedi. “Bilmiyorum, o zaman gözümü açın, bakayım fotoğraflara” dedim. ‘Ben çıkıyorum o zaman madem bir şey bilmiyorsun, benim iyiliğim dokunmaz artık sana’ dedi.

Çıktı mı peki?

Çıkar gibi yaptı. Ayak sesi geldi. Kapı açılıp kapandı. Yani oradaydı.

Nasıl anladınız orada olduğunu?

Yani nefesinden anlıyorsunuz. Kulaklarınız öyle hassaslaşıyor ki, hepsini tek tek ayırabiliyorsunuz. Orada birileri beni vura vura yere yatırdı. Bir tahta parçasıyla ayaklarıma, kollarıma vuruyorlardı. Vurduklarında sanki beynimde ışık yanıyordu. Kendimi tutamayıp avaz avaz bağırmaya başladım. Kollarımı sıkmaya başladığımda o ip kollarınızı kesecek gibi sıkmaya başlıyor. Kendi kendime, ‘sıkma kendini’ diye telkine başladım. Sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde bir tuvalette çıplak yatıyordum.

Size işkence yaparlarken kendi aralarında konuşuyorlar mıydı hiç?

Daha çok soru soruyorlardı. Alabilecekleri bir şey kalmayınca Mersin’de kapalı bir spor salon vardı, oraya götürüyorlardı. Orada insanların uyurken attığı çığlıklar çoğu kişinin delirmesine neden oluyordu. Şubede de özellikle bağırtıyorlardı insanları. Birçoğumuz ben de dahil, yediğimiz dayaktan çok o çığlıkların yarattığı psikolojiyle önümüze getirilen ifadeleri imzaladık. Mersin’de Hanefi Avcı ve ekibi bizim Ali Uygur isimli bir arkadaşımızı gözaltına almıştı. Sonra Ali Uygur kaçtı dediler. Daha sonra Mersin Mezarlığı’nda bulundu. Denizde boğulmuş diye tutanak tutmuşlar. Ama daha sonra Ali Uygur’un işkenceyle öldüğü ortaya çıktı. Bu yüzden o yıl Devrimci Yol, Hanefi Avcı’yı öldürme kararı almıştı. Hanefi Avcı’ya bir pusu kuruldu. Onun yerine emekliliği yaklaşmış bir polis öldürüldü. Bundan dolayı özel bir garezi vardı Devrimci Yolculara. Anılarında bunlardan hiç bahsetmiyor.

Sizi en çok ne etkiledi o süreçte?

Gözaltı süresinde yemek için bir şey vermiyorlardı. Aile getirirse yiyebiliyorduk. Annem de bana yiyecek getiriyordu. Bir gün fena bir meydan dayağına maruz kaldım. Annem de yiyecek bir şey getirip beni öyle görünce düştü, bayıldı. Bayılmadan önce de Kürtçe küfürler etti. Sonra annemi tartaklamaya başladılar. Annem hamileydi. Durup dururken karnındaki çocuğunu düşürecekti.

Hanefi Avcı nasıl biriydi peki?

Tarafsız bir polis olmadığı kesindi. Onu biz cemaatçi, İslamcı olarak biliyorduk. Sorgu sırasında ezan sesini duyunca işkenceyi bırakıp namaza giderdi. Delil toplama gibi bir derdi yoktu. Delilleri toplayıp itham etmek yerine, senin üzerinden delillere gitmeye çalışıyordu. Ve bunu da inkar etmiyordu. Hanefi Avcı ve ekibiyle ilgili şikâyette bulunduk sorgulamada. Cezaevindeki işkenceyi söyleyemedik tabi. Ama biri söylemişti mahkemede.

Daha sonra nasıl tanıdınız Hanefi Avcı’yı?

Bir gün evde oturuyorum. Televizyon açıktı. Susurluk olaylarıyla ilgili biri konuşuyordu. ‘Bu o’ dedim. Hanefi Avcı. O kadar beynime işlemiş ki o ses… Unutmuyorum yani.

Siz daha sonra yüzleştiniz Hanefi Avcı’yla, nasıl biraraya geldiniz?

TV’de görünce, ‘Adama bak, insan hakları savunucusu kesilmiş’ dedim. Ben durumu gazeteci Ahmet Şık’a anlatınca, haber yaptı. Sonra Ahmet aradı. Hanefi Avcı onu aramış, yalan söylediğimi iddia etmiş. ‘Ben bu adamla yüzleşmek isterim’ demiş. Şaşırdım tabi. Nerede isterse görüşürüm dedim. Görüşmemizde ‘Bunlar devlet politikasıydı ama şimdi değişti’ dedi. Özür dilemedi ama ‘üzgünüm’ dedi.

Bugünlerde kitabıyla gündeme geldi tekrar…

Mersin’le ilgili bölümleri okudum. Ama tıpkı benimle olan sohbeti gibi yüzeysel buldum. İşkenceyle ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyor. Cezaevinde çok konuşuluyordu Hanefi Avcı. ‘Takunyacı’ deniliyordu ona.

Böyle kritik dönemlerde çıkıyor. Öncesinde çıkmıyor. Ergenekon başlangıcında veya öncesinde böyle bir çıkış yapsaydı anlam verirdim. Öyle bir hava çizdi ki sanki Ergenekon operasyonlarını cemaat istedi ve yapıldı. Hanefi Avcı önü kesilemeyen polislerden biri. Çıksın Türkiye’deki işkence vakalarını yazsın.