Muzaffer Erdost
Sayın Ahmet Aras’ın ANT’ta (sayı 125) yayınlanan “Doğu’da Üretim İlişkileri” adlı seri yazısında, “Şemdinli Örneği” arabaşlığı altında, Şemdinli ile ilgili yazılarımı eleştiren noktalara cevap vermek istiyorum.
Şemdinli konusunda belli başlı iki yazım yayınlanmıştır: biri, “Şemdinli Röportajı” (Yön, sayı 172’den 189’a kadar), ikincisi, “Şemdinli Aşiretlerinde Üretim İlişkileri” (Türk Solu, c. I, sayı 22, 23, 24, 25). Sayın Ahmet Aras, Şemdinli konusundaki yazılarımı, “yedi noktada” eleştirmiş. Bu eleştirilere cevaplarım:
Sayın Aras’ın birinci iddiası:
“1 – Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi tamamen ayrı bir özelliğe sahip Hakkâri’nin bir kesiminde yapılan gözlemlerin neticeleri tüm bir bölgeye teşmil edilemez –ki bu gözlemler çok kısa bir süreyle sınırla olursa-.”
“Şemdinli Aşiretlerinde Üretim İlişkileri” adlı yazımın hemen “Giriş” bölümünde şu cümleler vardır: “Burada, şunu da belirtmeliyim: bugün Şemdinli aşiretlerinde terk edilmiş olan bazı üretim ilişkileri, Irak’ta, özellikle İran’da bazı aşiretlerde, henüz görülmektedir; fakat Şemdinli aşiretlerindeki üretim ilişkilerinin, Doğu Anadolu’daki aşiretler yönünden genel bir nitelik taşıyıp taşımadığı, bizim bilgilerimiz dışında kalan ayrı bir çalışma konusudur.”
Buradan çıkan sonuç şudur: yazarın iddia ettiği gibi, Şemdinli örneğini, tüm bölgeye teşmil etmedim. Bunu açıkça yazmışımdır.
İkinci iddia:
“2 – Serf olarak nitelendirdiği ‘Kırmançolar’ zümresi konusunda büyük bir hataya düşmüştür. ‘Kırmançolar’ Kürtlerde bir zümre değil ‘Kırmanci’ lehçesini konuşan bütün Kürtlere verilen bir isimdir.”
Yazımızda, bu konu ile ilgili kısımlardan bazılarını, buraya aktaralım:
“Aşiret, kabilelerden ve hiçbir kabileye mensup olmayan kırmançlardan meydana gelir. Bir mir veya aşiret reisi, yedi hatta on göbeğe kadar olan akrabaları olan pısağalar ile birlikte, aşiret reisi ailesini meydana getirir. Aşiret reisi ailesinin dışında ve fakat aynı kandan gelen çoğalmış aileler, kabile adını alırlar ve kabileyi aşiret reisine bağlayan sosyal unsur, kabile reisidir. Bunların dışında, başka mirlerin yönetiminden çıkarak, başka aşiret reislerinin baskısından kaçarak, bir aşiret içine gelerek yerleşmiş bireyler, aileler ve kabileler, yeni geldikleri aşiret ile zamanla kaynaşırlar ve bunlar da aşiret üyesi sayılırlar; fakat aşiretin kanını taşımadıkları için, ayrı ve düşük bir tabaka muamelesi görürler, bunlara kırmanç (11) denir.”
Yukardaki paragrafta görüleceği gibi “(11)” sayılı bir dipnot vardır, ve bu “(11) nolu dipnot şöyledir:
“(11) Kürtlerin büyük bir boyu olan Kirmanç (Kurmanç) şubesi ile, buradaki Kirmanç sözünü birbirine karıştırmamak gerekir. Burada, aşiret içinde, Kirmanç olmaktan başka hiçbir kan asaleti olmayanlar anlamında kullanılmaktadır.”
Gene aynı yazımızın başka bir yerinde, “Halk, Kürtçe (Kirmanço şubesi) konuşmaktadır” denilmektedir.
Bunlardan çıkan sonuç şudur ki, “kirmanç” teriminin genişliği, bizim tarafımızdan iyi bilinmekte ve aynı zamanda, aşiretlerde, bir aşiret reisine, bir pısağaya, bir kabile reisine “kirmanç” diye hitap edilememekte, ama aşiret ile kan birliği bulunmayanlara, aşiretlerde, “kirmanç” diye hitap edilmektedir.
Üçüncü iddia:
“3 – Artık ürünün angarya yoluyla toprak sahibine geçmesi durumu varsa da çok cüz’i ve sınırlıdır.”
Yazımızın üçüncü bölümünde, her aşiretin bugünkü durumu ayrı ayrı ele alınmış ve kimlerin kimlere angarya yaptığı açıklanmıştır. Artı-ürünün angarya yoluyla toprak sahibine geçmesinin cüzi olup olmadığı meselesini bir yana bırakınız, yazımızda, Mirler ve serbest aşiretler döneminde, Mirlerin ve aşiret reislerinin geniş toprakları olmadığı belirtilmiştir. Ama buna rağmen angarya, mirlerin veya aşiret reislerinin egemenlikleri altında bulunan bütün aşiretleri veya aşiretin angarya ödemekle yükümlü üyelerini kapsamaktaydı. Yani angarya olan artı-ürün, toprak sahiplerinin değil, büyük topraklara sahip olmayan mirlerin veya aşiret reislerinin elinde toplanmaktaydı. Geniş topraklara sahip olan Şeyhler ise, artı-ürünü, angarya olarak değil, ürün-rant olarak alıyorlardı. Üretim ilişkilerinde angaryanın mevcudiyeti söz konusudur, angaryanın azlığı veya çokluğu değil, angaryanın mevcudiyeti üretim ilişkilerini niteler.
Dördüncü iddia:
“4 – Mirlerin Aşağı Mezopotamya’dan geldiklerini ve buralardan parayla toprak satın alarak toprak sahibi olduklarını söylemektedir ki gerçeği ne derece yansıttığı bilinmemektedir, belge gösterilmesi gerekirdi. Dolayısıyla bu şüpheli bir varsayım oluyor.”
Bu sözler yanlıştır. Çünkü; a) Mirlerin Irak içlerinden nasıl ve hangi yolu izleyerek geldiği, yazımızda açıkça belirtildiği gibi, bu konuda kaynak olarak, dipnotta, hem Kürtler hakkında ve hem de Şemdinli hakkında araştırmaları bulunan B. Nikitin’in şu yazısı gösterilmiştir: “B. Nikitine, “Shamdinan” Encyclopedie de L’İslâm, c. VI. S. 313-315. (Bu makale, İslâm Ansiklopedisi’nin Türkçe yayınına alınmamıştır.) Demek ki, Mirlerin kökenlerine ait bilgiler hakkında, yazımızda kaynak gösterilmiştir. b) Yazar, Mirlerin “toprak satın alarak toprak sahibi olduklarını” söylediğimi iddia etmektedir; bu tamamen yanlıştır. Çünkü Mirler, aşiretler üzerindeki egemenliklerini “cebir” yoluyla kurmuşlardır ve bu husus, yazımızda açıkça belirtilmiştir. Toprakları satın alarak toprak sahibi olanlar Mirler değil, Mirlerin egemenliklerine son veren Sadate Nehri ailesidir, yani Şeyhlerdir. Bu da yazımızda anlatılmakta ve Muhammed Sıddık zamanında, ailenin sahip olduğu toprakların nasıl ve hangi fiyatlarla alındığına dair, canlı tanıkların ifadelerine dayanarak çeşitli örnekler verilmektedir.
Beşinci iddia:
“5 – Nakşibendi tarikatının birkaç büyük kolundan biri olan “Seyyit Tahaé Neryé’nin bölgedeki bütün diğer tarikatların başı olarak gösterilmesinde yine hataya düşülmüştür.”
Gerek “Şemdinli Röportajı” adlı seri yazımda, gerek “Şemdinli Aşiretlerinde Üretim İlişkileri” adlı yazımızda belirttiğimiz gibi, Mevlana Halid’in halifesi olan Seyit Taha, Şemdinli’nin eski ilçe merkezi olan Nehri’de faaliyette bulunmuştur ve 1880 hareketinin lideri Şeyh Übeydullah, Seyit Taha’nın oğludur; Kürt Teali Cemiyeti Başkanı ve Ayan Meclisi Başkanı olup daha sonra Şeyh Sait hareketinin siyasî lideri olduğu isnadı ile idam edilen Seyit Abdülkadir, Seyit Taha’nın torunudur. Yazarın iddiasının nasıl hiçbir esasa dayanamadığını göstermek bakımından bir-iki noktayı burada nakletmemize izin verilsin.
Kasım Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı (Doktora tezi, 1949, Türkiyat Enstitüsü Kitaplığı) adlı eserinde, Nakşbendi tarikatını yaymak için icaze verilerek görevlendirilenleri anlatırken şöyle devam eder:
“Şarkî Anadolu’daki halifelerin en ileri gelenleri al – Sayyid, al – Şeyh Add Allah, al – Şamzini, al – Hakkârî (Şeyh Abdullah) ile kardeşi oğlu al – Sayyid Taha, al – Şamzini, al- Hakkârî’dir (Seyid Taha’dır). Halidilik bu havalide bu son zatın halifeleri vasıtasıyla yayılmıştır.” (Adı geçen eser, s. 103.)
Gene aynı eserde, Mevlana Halid’in “Abd Allah al – Hakkârî (Şeyh Abdullah) ve al – Sayyid Taha al – Hakkârî (Seyit Taha) vasıtasıyla tekmil Kürdistan’ı nüfuzu altında bulundurduğu” (aynı eser, s. 183) yazılıdır. Ayrıca, yazarın iddia ettiği gibi, Seyit Taha, yazımızda, “bölgedeki bütün diğer tarikatların başı olarak” gösterilmemiştir. Böyle bir şey gülünç olurdu. Çünkü Nakşbendi tarikatı, elbette diğer tarikatlarla mücadele halindedir, dolayısıyla bir Nakşbendi şeyhinin, diğer tarikatların başı olması söz konusu değildir.
Altıncı iddia, “Kürtlerdeki aşiret sisteminin ilkel toplumdaki kan akrabalığıyla bir tutulması yanlışlığına” dairdir.
Bu konuda, “Şemdinli Aşiretlerinde Üretim İlişkileri” adlı yazımızda verdiğimiz bilgiler, hemen yukarıda yazarın ikinci iddiasına cevap olarak aktardığımız paragrafta da görüleceği gibi, bizim, bölgeden topladığımız dokümana dayanan tespitlerdir; geniş ve ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir. Yanlış tespitler varsa, bu, tespitlerimizin yanlışlığı gösterilerek ispat edilmek gerekir.
Yedinci ve son iddia şudur:
“7 – Kuzey Irak’taki hareketin bir aşiretin önderliğinde başlamış olduğu doğrudur. Fakat bu hareketin bir aşiret hareketi halinde kaldığı iddiası yanlıştır. Hareket bu günkü durumuyla ulusal bir harekettir.”
Şemdinli Röportajı adlı seri yazımızda “Şemdinli’nin Dış Komşuları” adlı bölümde, Molla Mustafa Barzani üzerinde geniş bir şekilde durulmuştur. Bu yazılarda bazı yanlış tespitler vardır, bu yanlışları düzeltmek için doküman arıyorum, buluyorum, tashihlerimi yapıyorum. Yazının yayınlandığı tarihte, Molla Mustafa Barzani’nin komşu Kürt aşiretleriyle çarpışmakta olduğunu ve Irak hükümetinin, Molla Mustafa’ya karşı, komşu Kürt aşiretlerini nasıl ve ne şekilde desteklediğini belirttim. Ama, bu hareketlerin “ulusal bir hareket” olup olmadığını katiyen tartışmadım. Yazı 1965’te yazıldı ve 1966’da yayınlandı. O zaman, ulusal meselenin sosyalist bir tahlilini yapacak bilgiden yoksundum ve yazı, o günkü bilgimiz ve kültürümüz çerçevesi içinde yazılmıştır. Ama yazarın iddia ettiği gibi, adı geçen yazılarımda, Molla Mustafa hareketinin ulusal niteliği hakkında bir yorumda bulunmadım; bir devlet kurup kuramayacağını, ne gibi güçlüklerle karşı karşıya olduğunu yazdım.
Ant Dergisi, 17 Haziran 1969, Sayı: 129, s. 10-11
Meraklısına Simurg’un Notları:
Muzaffer Erdost
Kardeşinin öldürülmesinden sonra “Muzaffer İlhan Erdost” adını aldı) (d. 18 Eylül 1932 Tokat Artova), şair, yazar, yayıncı
1956’da Veteriner Fakültesi’ni bitirdi. Pazar Postası’nı yönetti (1956-1958). Ulus gazetesinde çalıştı (1958-1963). 1958’de Açık Oturum Yayınları’nı, 1965’te Sol Yayınları’nı kurdu ve yönetti.
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlıklı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost’un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi’nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan’ın adını ekleyerek, “Muzaffer İlhan Erdost” ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları’nın sahibi ve yönetmenidir.
Türk şiirinde Garip Akımı’ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
Yapıtları
- Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm (1969)
- Türkiye Üzerine Notlar (1970)
- İlhan İlhan, (1981)
- Kapitalizm ve Tarım (1984)
- Osmanlı İmparatorluğu’nda Mülkiyet İlişkileri (1984)
- Bilim ve Yazın Arasında (1984)
- Şemdinli Röportajı (1987)
- Demokrasi ve Demokrasi (1989)
- Havada Kalan Güvercin (Şiir, 1990)
- Ey Karanlık Mavi Güneş (Öykü, 1990)
- Adam İçin Türevler (1990)
- Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme (1991)
- Bir Fotoğrafa Altyazı – İki 7 Kasım (1991)
- Üç Şair – Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif (1994)
- Kanı Kanla Yıkamak (1994)
- Faşizm ve Türkiye, 1977-1980 (1995)
- Türkiye’nin Yeni Sevr’e Zorlanması Odağında Üç Sivas (1996)
- İkinci Yeni Yazıları (1997)
- Küreselleşme ve Osmanlı “Millet” Modeli Makasında Türkiye (1998)
- Pandora’nın Bir Başka “Kutu”su (2000)
- Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları (2003)
- Sosyalizmi Seviyorum (2007)
- Türkiye 2009 (2009)
Kitap Adı: Şemdinli Röportajı
Yazar: Muzaffer İlhan Erdost
ISBN: 9753510004
Yayıncı: Sol ve Onur Yayınları
Yayın Tarihi: Ankara, Sonbahar 1993
Sayfa: 368
Şemdinli Röportajı
Doğu Anadolu’ya egemen olan Nakşbendi tekkesi ve Seyit Taha; Şeyh Übeydullah hareketi ve İstanbul’a götürülüşü; Muhammmed Sıddık ve İngilizlerin pazarlığı; Şeyh Abdülkadir’in idamı ve Seyit Abdullah’ın Nehri baskını; Nesturiler ve Nesturi Temel Kilisesi; Çarlık Rusyası işgali; Barzan Aşireti tarihi ve İran’da Mehabad Kürt Cumhuriyeti- büyük bölümü, olayların içersinde yaşamış tanıkların anlatımlarından derlenen zengin bir tarih.
Ahmet Aras
1944 yılında Erzurum’un Karayazı İlçesi’ne bağlı Mela Osman köyünde dünyaya geldi. 1961’de Erzurum’da lise, 1970 yılında da Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde öğrenimini tamamladı. 1965-66 yıllarında Erzurum’da tutuklu kaldı. 1971 darbesinden sonra İsveç’e gitti, burada 1978’e kadar Türkçe öğretmenliği yaptı. Ardından ülkesine dönen Aras, DİSK’te çalıştı ve 12 Eylül darbesi ile yeniden tutuklandı. O yıllarda Ant, Emek, Yürüyüş, Dicle-Fırat, Azadî û Ronahî gibi dergilerde yazıları yayımlandı. Ahmet Aras, şu anda İzmir’de yaşamaktadır.
Yapıtları
- Ker û Kulik
- Sîyabend û Xecê
- Serhildana Seyîdan û Berazan
- Evdalê Zeynîkê Şaire Kurda ye EfsaneviEfsanevi Kürt Şairi Evdalê Zeynikê
Ahmet Aras’ın Ant Dergisinde yayınlanan “Doğu Sorunu” ile ilgili bir dizi yazısı bugün için de önemli bir başvuru kaynağıdır.
- “Sosyalist Açıdan Doğu Sorunu”, Ant Dergisi, Sayı: 124 (13 Mayıs 1969): 8–9.
- “Doğu’da Üretim İlişkileri”, Ahmet Aras, Sayı: 125 (20 Mayıs 1969): 8–9.
- “Etnik ve Ulusal Yönden Doğu Sorunu”, Ant Dergisi, Sayı: 126, (27 Mayıs 1969): 8-9.
- “Barzani Hareketi ve Türk Baasçıları”, Ant Dergisi, Sayı: 127, (3 Haziran 1969), s. 8–9.
- “Doğu’da Feodalite Var mı?”, Ant Dergisi, Sayı 138, 1969.
- “Türkiye’de Feodalite Var mıdır?”, Ant Dergisi, Sayı 140 (2 Eylül 1969): 10–11.