Ulaş Başar Gezgin
6 Eylül 2013, ulasbasar@gmail.com
2010’da Seul’da gerçekleşen G-20 Zirvesi için bir yazı kaleme almış; G-20’nin tarihçesini ve neden eleştirildiğini orada anlatmıştık (bkz. Sorularla Seul 2010 G-20 Zirvesi). Öncelikle, fazla tekrara girmeden, 2010’dan bu yana G-20’de nelerin değişip nelerin değişmediğini değerlendirelim:
Birincisi, G-20’nin toplanma gerekçesi değişmedi. Amaç, kapitalizmi kurtarmak. Çıkışından beri böyle olan gerekçe, böyle de süreceğe benzer. 2010’dan bu yana, uluslararası kapitalizm, krizi sönümlendirmekte bir arpa boyu bile yol gitmedi. Hesapta, finans kapitale ağır vergiler koyacaklar; bankaları düzenleyeceklerdi. Çin parasının değeri aşırı düşüktü; bu da haksız rekabete yol açıyordu; onun icabına bakacaklardı. Serbest ticareti destekleyecek; uluslararası bir “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” iklimine yelken açacaklardı. Ayakları yere basan bir listeden çok bir ‘istek listesi’ olarak adlandırabileceğimiz bu liste, uzar gider. Hiçbirini gerçekleştiremediler; çünkü iktidarda olmaları, zaten tam da bu koşullardan kaynaklanıyor.
İkincisi, G-20’nin Birleşmiş Milletler’i devredışı bırakan anti-demokratik tutumunda değişiklik olmadı. G-20, tam bir adaletsizlik anıtı; çünkü tüm dünya ülkelerini etkileyebilecek ekonomik kararlar, bir avuç ülke tarafından alınıyor. G-20, dünyadaki yaklaşık 200 ülkeden 20’sine karşılık geldiğine göre; % 10’un % 90’a tahakküm ettiği bir ideolojik aygıt olduğu rahatlıkla söylenebilir. % 10’un % 90’a hükmettiği bir düzen, nasıl adlandırılır siz karar verin.
Üçüncüsü, G-20’de ülkeleri temsil edenlerin egemenler olması, hiç değişmedi. Bu tür uluslararası toplantılar, her bir ülkedeki emek ve demokrasi güçlerinin temsilcilerine asla söz hakkı tanımıyor. Ülkeleri başbakanların/cumhurbaşkanlarının temsil ettiği bir zirveden, zaten emek ve demokrasi yanlısı kararların çıkacağını beklemek saflık olur.
Dördüncüsü, G-20’nin tarafları bağlayıcı olmayan özellikleri değişmedi. Dolayısıyla, çok laf az iş sürüyor; ki neyse ki sürüyor; çünkü muktedirlerin birlik olması yerine, birbirleriyle atışıyor olması, emek ve demokrasi güçleri için evladır.
G-20’ye katılanlara baktığımızda, geçmiş yıllara göre büyük bir değişiklik olmadığını görüyoruz: 2012’deki Los Cabos (Meksika) Zirvesi’ne göre, farklar şöyle: Çin’de, Güney Kore’de ve Meksika’da devlet başkanı değişti (Çin’de, Hu Jintao’ydu; Xi Jinping oldu. Güney Kore’de, Lee Myung-bak’tı; Park Geun-hye oldu. Meksika’da, Felipe Calderon’du; Enrique Peña Nieto oldu). İtalya’da ve Japonya’da başbakan değişti (İtalya’da, Mario Monti idi; Enrico Letta oldu. Japonya’da, Yoshihiko Noda idi; Shinzo Abe oldu). Avustralya’da da başbakan değişti; ama parti değişmedi. Avustralya başbakanı yerine, Zirve’ye Maliye Bakanı katılıyor. Suudi Arabistan’da ise, kral değişmedi; ancak, daha önceki zirveye Maliye Bakanı katılırken, buna doğrudan kral katıldı. Dolayısıyla, 20 ülkeden 14’ünde aynı isimler var. Değişen isimler de, kategorik olarak öncekilerden farklı değil. Buradan dünya ekonomisiyle ilgili radikal kararlar çıkması zaten beklenemez.
G-20’ye katılan ülkeleri düşünürsek (ABD, Almanya, Arjantin, Avrupa Birliği, Avustralya, Brezilya, Çin, Fransa, Endonezya, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan ve Türkiye), G-20’nin Amerikan çıkarları için oluşturulduğunu ve geliştirildiğini de rahatlıkla görebiliriz. Bu listede, ABD’den bağımsız bir politika gütme potansiyeline sahip iki ülke, Çin ve Rusya. Solda durduğu zannedilen Arjantin ve Brezilya, bu tür toplantılarda da, başka ortamlarda da, anti-emperyalistleri hüsrana uğratacak Amerikancı konumlanmalara giriyorlar. Avustralya, Endonezya, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada, Meksika, Suudi Arabistan ve Türkiye, zaten sömürge gibi hareket ediyor. Bu ülke kalabalığında, ABD yanlısı bir kamuoyu oluşturulması ve bu yönde kararlar çıkması, işten bile değil. 12 ülkeyi ABD’nin yanına koymuş olduk. Çoğunlukla ABD yanlısı kararlar alan Avrupa Birliği’ni ve G-20’de temsil edilen 4 Avrupa ülkesini de sayarsak, Rusya ve Çin, G-20’de, her zaman, kaygan zeminde oynuyor.
Gündem olmamasına karşın, G-20’de Suriye’nin konuşulacağı bekleniyordu; konuşuldu da. Kimi Rus gazeteleri, Suriye’ye saldırının kesin olduğunu, ancak tarihinin net olmadığını belirttiler. Onlara göre, G-20, savaşın tarafları olabilecek ülkelerin son görüşmesiydi; bu nedenle önemliydi. Öte yandan, Obama’nın Rusya’daki popülerliğinin Suriye nedeniyle düşüşte olduğu söyleniyor. Obama’ya hayran olan Rus insan hakları savunucuları bile, kimin yaptığı konusunda kesin kanıtlar olmadığı halde, kimyasal saldırı gerekçesiyle Suriye’ye saldırı hazırlığı yapılması dolayısıyla, Obama’ya sırtını çevirdi.
Rus gazeteleri, Obama ile Putin arasındaki soğuk rüzgarlardan söz ediyorlar. Geçtiğimiz aylarda, iki devletin arasını açacak bir çok gelişme yaşandı (örneğin, Snowden olayı). Putin, Obama’nın, Suriye’yi Meclis’e götürmesini zayıflık olarak görüyor. Özellikle, İngiltere’den gelen ret ve İtalya’dan gelen mırın kırından sonra, bu, zayıflık olarak elbette okunabilir. Ünlü anket kuruluşu Pew’ün yaptığı anketlerde de, ABD halkının çoğunun Suriye’ye müdahaleyi onaylamadığı ortaya çıkıyor. Putin açısından zayıflık olarak görülen bu Meclis’e götürme olgusu, liberaller tarafından, Obama’nın ne kadar demokrat olduğu ve Putin’in demokrat olmadığı için bunu zayıflık olarak gördüğü gibi yorumlara yol açıyor. Putin, ABD müdahalesinin Amerikan Ordusu’yla El Kaide’nin yanyana çarpışması anlamına geleceğine dikkat çekiyor ve Obama’ya Nobel Barış Ödülü’nü anımsatıyor.
Çin, herzamanki gibi, pragmatik bir politika izliyor; Obama’yı uyarıyor: Savaş başlatırsanız, petrol fiyatları uçar; dünya ekonomisi göçer. Bu, belki de, ABD’nin anlayacağı dil. Obama, savaşın faturasının ileride kendisine kesilmesinden çekiniyor; onun için, Meclis’e başvuruyor. Yoksa, kimseye danışmadan savaş açan George Bush örneği, çok sıcak. ABD’nin Vietnam Savaşı’na girişi, Tonkin Körfezi’nde, Kuzey Vietnam gemileriyle bir Amerikan gemisi arasındaki çatışmaya yanıt olarak gerçekleşmişti. Ancak, onyıllar sonra, çeşitli Amerikan kaynakları tarafından, böyle bir çatışmanın hiç olmadığı ve savaş için bir bahane olarak üretildiği söyleniyor. Suriye, Vietnam’a çok benziyor.
Uluslararası çatışmalara politik çözüm öneren Çin ve Rusya bir yanda; savaş tellallığı yapan 18 ülke diğer yanda. Şimdi de savaşla kurtarmaya çalışacaklar kapitalizmi. İşte 2013 G-20 Zirvesi’nin özeti…
Ulaş Başar Gezgin Tüm Yapıtları
ulasbasar@gmail.com