Yılmaz Odabaşı

– İsa’dan sonra XX. yy.-

Yaşarken de söyledim kimse bilmeyebilir bunu,
Fatiha suresi kadar eski,
günlerin çarmıhında İsa kadar yaslıyım
ve tanrılar kadar çok yaşadım…

Daha kırlangıçları yalancı bir dünyada yaşıyorum;
dağları yıkılan, dalları kırılan bir dünyada.
Kayıp suretler için fotoğraflara koşuyorum
kimse bilmeyebilir…

Günlerin çarmıhında
Küle savruldum, ayrılıkları saydım,
bir hançer sapladım nevrozlu bir sevgiye;
kan bile damlamadı, yürüyüp gittim.
Yüzüme yalancı bir sevinç iliştirdim.

Fal bakan çingeneler esmerdi, yalancıydı,
dönmeyecektin!
Belki kuruyacaktım,
belki çarpa çarpa akacaktım o denizlere;
İntiharlara aktığım gibi o denizlere,
bilmeyecektin!

Çıkıp sina dağına o denizlerle
İbranice konuşacak, İblis’i kovacaktım;

İblis’i
kovmak
belki,
yarısını dünyanın
kovmak demekti…

Bir gülün bir odayı,
bir leşin bir semti kokuttuğu kentlerde,
bir ömür,
çarpar,
akar
da nasıl eskitir yatağını
kimse bilmeyebilir…

Tanıktım,
yargıç
ve sanık;
Yürüyüp gittim…
Yüzüme yalan bir mutluluk iliştirdim:
Günlerin çarmıhında İsa gibiydim!

Günlerin çarmıhında
seni en güçlü yanlarımla sevdim;
birer birer aralarken bu kentte kederleri,
Diyarbekir, böyle zavallı bir çöl gecesi…

Günlerin çarmıhında
seni ağrıyan yanlarımla sevdim,
tutuklu kollarımla;
yokluğunda burada yıllar verdim.

Yokluğuna
burada!

Herkes bilecek bunu; tabancaya gerek yoktur…
Tabancaya gerek yoktur!

Sen haklı bir cinayetsin günlerin duvağında:
H e r ö m ü r k e n d i g e n ç l i ğ i n d e n v u r u l u r…

1991, Diyarbakır