Orhan Yalçın Gültekin
Kautsky ve yandaşları, emperyalist devletler arasındaki çatışmalı ilişkilerin ortadan kalkacağı ve merkez ülkelerin tek bir “bayrak” altında toplanacağı bir entegrasyon döneminin, bir ultra-emperyalizm döneminin geleceğini, ve bu dönemin insanlığın barışçıl gelişiminin temelini oluşturacağını savlıyorlardı. Birinci paylaşım savaşına öngelen günlerde ileri sürülen bu tez, savaşla birlikte ertelendi; Kautsky ve yandaşları, o “barışçı” günler gelene kadar emperyalist paylaşım savaşında kendi devletlerinin zafer kazanması için savaşım verdiler.
***
İkinci paylaşım savaşının ortaya çıkardığı uluslararası ilişkiler (şu ünlü Soğuk Savaş dönemi) emperyalist devletlerin A.B.D. jandarmalığında varolmaya çalıştıkları bir yeniden yapılanma dönemiydi. Emperyalist devletler arası çelişkiler yumuşatılmış ve emperyalist devletler, “Sosyalist Blok”, ulusal kurtuluş savaş ve savaşımlarına karşı bir ortak davranış ve karşı koyuş içine girmişlerdi.
Emperyalist devletler arasındaki bu yumuşama, kuşkusuz, kısa sürede savaş yaralarını saran diğer “ulusal” sermayelerin, uluslararası pazardan daha fazla pay alma istemlerini ortadan kaldırmıyordu. A.B.D.’ye karşı ortaya çıkan tek tek direnişler (örneğin, de Gaulle) başarısızlıkla sonuçlanınca, avrupa devletleri kurtuluşu A.B.D.’ye karşı ortak bir cephe kurmakta buldular. AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) bunun ilk adımıydı. başta A.B.D. ve onun Avrupa’daki kolu İngiltere’nin engellemeleriyle hayli uzun süren bu çalışmalar sonuç verdi ve AET, Avrupa Topluluğu’yla taçlandı.
A.B.D., Avrupa’daki bu gelişmeleri yakından izledi. bu gelişmede hem kendisine karşı bir direnç yoğunlaşması, hem de rahat bir kontrol olanağı gördü. A.B.D.’nin, bütün süreç boyunca izlediği ikircikli siyasetin temelinde bu vardır.
***
“Birleşik Avrupa Devleti,” diyordu Lenin, Kautsky ve yandaşlarına karşı, “ya tamamen olanaksız, ya da tamamen gericidir.”
Tartışmanın üzerinden geçen onca zaman, Avrupa Topluluğu’nun “kısmen olanaklı, ama tamamen gerici” olduğunu ortaya çıkardı.
Çünkü, Avrupa Topluluğu, Avrupalı emperyalist devletlerin A.B.D. ile olan paylaşım sorununa yanıt olarak ortaya çıktı. Avrupa Topluluğu, çevre ülkelerin sömürülmesinde Avrupalı emperyalistlerin payını arttırabilmek için konuşlandı. bu, hem Avrupa evinde emekçilerin, hem de bütün dünyada çevre ülkelerin sömürülmesinin yoğunlaştırılması ve bu alanda artan rekabet demektir.
Avrupa’nın emperyalist devletleri, bu çabalarında ne kadar çok çevre ülkesini etki altına alırlarsa o kadar başarılı olacaklarını biliyorlar. Bu yüzden, emperyalist çekirdeğin çevresini, başta dağılan Varşova Paktı’nın vahşi kapitalizm sürecindeki ülkeleri olmak üzere diğer Avrupa devletleriyle sarmalamak istemektedirler. Avrupa, giderek bir çekim merkezi durumuna getirilmiştir. Bu ülkelerin halklarına, kurtuluşlarının Avrupa tarafından sömürülmek olduğu kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.
***
Türkiye solunun, AET (diğer adıyla Ortak Pazar) bağlamında yaptığı eleştiri yeterince nettir ve şu savsözle özetlenebilir: Onlar ortak, biz pazar. AET’nin AT ile taçlanması, bu olgunun yönetsel düzeyde tamamlanmasıdır. Davul bizim sırtımızda, tokmak onların elindeydi; şimdi, tokmağı da bizim elimize verip, kendimizi dövmemizi sağlayacaklar.
Avrupa Topluluğu, yeni tipte bir sömürge valiliği sistemi anlamına geliyor bizim için. Öyle ya, onların arasına girersek “uygarlaşma” olanağımız var. Biz bu işi kendimiz beceremiyoruz; bizi içinize alıp yönetmeyi öğretin.
Neredeyse bütün Türkiye, bizi aranıza alın ve uygarlaştırın, diye haykırıyor. Tanzimatçılık, hiç bu kadar kitleselleşmemişti!
***
Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na aday üyeliğe kabulü, bir dizi ulusal sorunda elimizin kolumuzun bağlanması karşılığında gerçekleşti. Bunun, bu tür ulusal sorunlar konusundaki duyarlılığı bilinen Ecevit’in DSP’si ile milliyetçiliği kimselere bırakmayan MHP’nin içinde yeraldığı bir hükümet döneminde olması, traji-komik bir durumdur. ANAP, zaten bu tür konularda, göstermelik bir duyarlılığa bile sahip olmayan bir parti tarihine sahip.
***
M. K. Atatürk, Lenin ve Çiçerin’e yazdığı mektuplarda, iki Avrupa olduğunu; kendisinin burjuva bir Avrupa’yla değil, proleter bir Avrupa’yla birleşmek istediğini söylemişti. Emperyalistlerarası çelişkilerde saf tutan ya da bu çelişkilerden yararlanarak varolmaya çabalayan bir Türkiye değil (bunun ne anlama geldiğini Osmanlı İmparatorluğu deneyimiyle çok acı bir biçimde öğrenmiştik), emperyalizme karşı yeni bir dünya kurmaya öncülük ve önderlik eden bir Türkiye istiyordu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.
Yeni bir dünya kurma düşü ve bu düşün gerçekleşeceği inancına sahip olmayanlar işbaşında uzun zamandır. Bunların önderliği, ülkemizi onulmaz zararlar içine soktu, daha da sokacak.
Ama en önemlisi, ulusun büyük bir çoğunluğu bu durumu kabulleniyor, dahası savunuyor. Ulusumuzun bu durumu kabul edilemez ve hayra yorulamaz.
01 Ocak 2001