Cem Behar
Darüşşafaka geleneksel Osmanlı/Türk musıkisinin öğretimi konusunda gerçekten müstesna bir yere sahip. Çünkü Darüşşafaka’nın ilk musıki hocası ve 1876’dan beri talebeye eser meşk eden Zekâi Dede (1825-1897) vefat ettiğinde yerine derhal oğlu Hâfız Ahmet Efendi (1869-1943) getirildi ve Ahmet Efendi musıki hocalığını ölümüne dek sürdürdü.
Böylece lise muadili modern bir mektepte neredeyse yetmiş yıl boyunca kesintisiz bir biçimde Türk musıkisi dersleri verilmiş oldu.
Darüşşafaka Hâfız Ahmet Efendi’yi açıkça babasının “vâris-i meslek ve fazileti” olarak nitelemişti. Yani Ahmet Efendi’yi bu göreve bâhusus babasının izlediği yöntemleri izleyeceği için getirdiğini ifade etmişti. Ahmet Efendi de babasından devraldığı geleneksel musıki öğretim sisteminden hiç şaşmadı. Her ders yılının başında okula yeni girenler arasından seçtiği yetenekli öğrencilerle ayrı bir musıki sınıfı oluşturdu ve tıpkı babası gibi bu öğrencilere eser meşk etti. Bu eğitim böylece otuz yıl kadar devam etti.
1925 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı ve hemen ertesi yıl da ilk ve orta dereceli okullarda musıki öğretimine ilişkin bir yönetmelik yayınlandı. Bu yönetmeliğe göre Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm ilk ve orta derecedeki okullarında müzik eğitiminin Batı müziği pedagojisi ve esasları etrafında birleştirilmesi gerekiyordu. Darüşşafaka’nın da mecburen bu yeni duruma uyum sağlaması gerekti. Darüşşafaka’nın yöneticileri bu yasanın yayınından iki yıl sonra müzik eğitiminin 1927 yılındaki durumunu şöyle dile getirirler: “Elyevm Darüşşafaka’da iki türlü musıki tedris olunmaktadır. Birisi resmî programa göre suret-i umûmiyede ders olarak solfej, diğeri de yine eskisi gibi suret-i hususiyede meşk edilen musıkidir”. (Bugün Darüşşafaka’da iki türlü musıki öğretilmektedir. Birisi resmî programa göre herkese ders olarak solfej, diğeri de yine eskisi gibi özel olarak meşk edilen musıkidir).
Verilen her iki tür musıki eğitiminin her bakımdan “çağdaşlığını” ve Maarif Vekâleti’nin koyduğu kurallara uygunluğunu vurgulamak için olsa gerek, Darüşşafaka’nın yöneticileri bir de “Her ikisinde de nota tatbik edilmektedir” açıklamasını eklemişler. Yapılan aslında gayet basitti. Bir yandan Cumhuriyet’in yeni eğitim politikasının dayattığı yasal zorunluluklara uyuluyor, diğer yandan da yüzyıllardır uygulanan ve faydası artık ispat gerektirmeyen bir diğer musıki öğretim yönteminin devamı sağlanıyordu.
Darüşşafaka yöneticileri, artık öğretim programının dışında kalan bu eski usûl musıki meşklerini de “resmî” nota ve solfej öğretiminin yanı sıra babası gibi devam ettirebilmesi için Ahmet Efendi’ye özel bir ek ücret vermeyi de kabul etmişlerdi. Böylece Ahmet Efendi (kendisi 1934 soyadı kanunundan sonra Irsoy soyadını alacaktır) ve okul yönetimi müzik eğitiminde “geleneksel” ve “çağdaş” yöntemleri aynı çatı altında kullanarak örnek bir uyum sergilemiş oluyorlardı. Bu uygulamaya herhangi bir eğitim çevresinden kayda değer olumsuz bir tepki gelmedi. Ne var ki, bildiğimiz kadarıyla müzik eğitiminde bu ilginç sentez tecrübesini de Türkiye’de maalesef başka hiç kimse alıp uygulamayı düşünmedi.
Ancak, Darüşşafaka’daki iki tür müzik eğitiminin birlikte yapıldığı bu sistem uzun süre devam edemedi. Bir “geçiş dönemi” olarak kaldı ve kayboldu gitti; çünkü on yıl kadar sonra, yani 1930’lu yılların sonlarına doğru bilinmeyen bir sebeple Ahmet Efendi’nin özel ek ücreti artık verilemedi. İlgili tahsisat yenilenmedi ve Darüşşafaka’da tâ 1876’dan beri devam etmekte olan meşkler kesintiye uğradı. Daha birkaç yıl okuldaki “resmî” solfej derslerini sürdüren Ahmet Irsoy, meşk hocası olarak 1897’de girdiği Darüşşafaka’dan 1943’te bir müzik öğretmeni olarak ayrılacaktı.
Zaman, 18 Ağustos 2000