prof. dr. korkut boratav

arada bir fark etmiş olabilirsiniz: iktisadî, toplumsal alanlarda eleştirel değerlendirmeler türkiye’de ve türkçe yapıldıkça göz ardı edilir; aynı şeyler yabancı basına taşındığı zaman aniden hoşnutsuzluğa yol açar; manşetlere çıkarılır; gürültü koparılır… bu tavrın toplumumuzda, ”bizi yabancılara kötü gösterenler”e karşı duyulan çok daha yaygın, ancak yine de ”patolojik’ ‘ tepkinin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

bugünlerde benzeri bir patolojik tavır, türk ve amerikalı iki iktisatçının, ınternational herald tribune (ıht) gazetesinde ortak imzayla yayımladıkları ve bugünkü türkiye ekonomisini kriz öncesi arjantin’le karşılaştıran; saptadıkları ortak öğeleri vurgulayan bir yazı vesilesiyle ortaya çıktı. akademik bir unvan da taşıyan bir köşe yazarı (*), ”17 aralık görüşmeleri (arifesinde), … dış âlemde destek aradığımız günlerde”, türkiye ekonomisindeki kırılganlık öğelerini ön plana alan bir incelemenin dış dünyada yayımlanmasını, “ajitasyon” ve “ülkeyi sabote etmek” olarak nitelendiriyor ve soruyor: bunlar, “hangi ahlak anlayışına sığıyor?” bu köşe yazarının, iki arkadaşıyla birlikte gerçekleştirdiği (ve benim izleyemediğim) bir tv programında da bu suçlamalar ve nitelendirmeler tekrarlanmış.

bu insanlar kamuoyunun önüne “demokrat, liberal, devletçilik karşıtı” kimlikleriyle çıkarlar. o zaman sormak gerekir? bilim insanının, iktisatçının görevini, “siyasi iktidarı, hükümeti, dış dünyada korumak ve savunmak” olarak mı tanımlıyorsunuz? kendilerini bu “millî ve vatanî görevler” ile yükümlü görmeyen meslektaşlarınızın tutumlarını “sabotaj, ajitasyon, ahlak dışılık” olarak nitelendiren polisiye tavırlarınızı akademik etik ve demokratlık ile tutarlı görebiliyor musunuz?

bu tür soruların sözü geçen kişilere, tüm akademik camia ve özellikle de kendilerini liberal, demokrat olarak nitelendiren meslektaşları tarafından yöneltilmekte oldu₣unu umuyorum.

***

ıht’deki yazıya karşı “vatanî çıkarlar”’ı koruyan köşe yazarı, yazısında birkaç kez “ideoloji” sözcüğünü suçlayıcı bir bağlamda kullanıyor; bir yerde saldırdığı çevreleri, “ideolojik insanlar” olarak nitelendiriyor. bu, tipik bir 12 eylül söylemidir. bu acı yıllarda cuntacı generaller ve sıkıyönetim mahkemelerinin askerî savcıları beğenmedikleri, yargıladıkları, toplumun dışına atmak istedikleri tüm kişi, fikir ve hareketleri “ideolojik” sözcüğüyle nitelendirdiler; suçladılar.

aynen bugün “serbest piyasacı” ve “küreselleşmeci” fanatiklerde ve sözünü ettiğim köşe yazarında olduğu gibi… hem dünün cuntacıları, hem bugünün sahte-liberalleri kendilerinin bir dünya görüşünden, ideolojiden yoksun bulunduğunu (bunun bir meziyet olduğunu sanarak) ileri sürerler. hasımları, düşmanları, “zararlı, sakıncalı” gördükleri kişiler, görüşler ise onlara göre “ideolojik”tir.

12 eylül rejiminin sözünü ettiğim ideoloji söylemi, faşist ideolojinin azgelişmiş ve “askerî” bir türünü bizzat temsil etmekteydi. bugün aynı söylemi, “liberalizm” adına devralanların temsil ettikleri ideolojik tavrın takdirini okurlarımıza bırakalım.

****

12 eylül’ü izleyen dönemde bir sıkıyönetim komutanının emri ve üniversite rektörünün bir yazısı ile görevine son verilen öğretim üyelerinden biri de bendim. yıllar geçti, devran değişti; idarî yargı üniversitelerden uzaklaştırılan öğretim üyeleri lehine kararlar çıkarmaya başladı. benim açtığım davaya karşı, rektörlük imzasıyla mahkemeye sunulan savunmada, (mealen) “davacının öğretim üyeliği daha önce yetkili merciler (yani sıkıyönetim komutanı) tarafından sakıncalı görülmüş olduğu; bu nedenle yeni baştan derse girmesinin, öğrencilerin sınıf geçme ve mezun olmalarına yol açacak notlar vermesinin de sakıncalı olduğu” ileri sürülerek davanın reddi isteniyordu.

bu olayı, sözünü ettiğim köşe yazısının sonuna gelince hatırladım. yazar, saldırısında “globalleşme, ımf, özelleştirme… gibi faktörlere (?) karşı çıkan” iktisatçıyı böylece “teşhir” ettikten sonra, soruyor: “çocuklarımız ne tür insanların elinde eğitiliyor?” bu sorunun, üniversite eğitiminin bu tür “sabotör, ajitatör ideologlar”dan arındırılmasına ilişkin örtülü bir çağrıyı (veya özlemi) içerdiği yadsınabilir mi? ve bir kez daha “liberal” vitrinin ardında gizlenen antidemokratik kimlik bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmakta değil midir?

türkiye “gerçekten avrupalı”’ olacaksa, bu, istisnasız her şeyin özgürce, kısıtsız tartışmaya açıldığı; örneğin iktisat konularında ımf politikalarını, “küreselleşme”yi, ab üyeliğini savunanlarla eleştirenler arasındaki tartışmaların kamuoyuna taşınabildiği bir ortam oluşursa gerçekleşecektir.

türkiye’de okur-yazar takımının saklı, bastırılmış (”latent”) bir faşizm taşıdığı zaman zaman ortaya çıkar. yukarıda örneklerini verdiğim tepkiler de bu hastalıklı halin dıia vurmasından ibarettir. fazla önem vermeye değmez.

(*) prof. dr. korkut boratav hocamız, nezaket gösterip söz konusu yazarın adını vermemiş. 12 eylül sıkıyönetim komutanlarının ağzıyla konuşan akademik ünvanlı köşe yazarı, deniz gökçe’dir. (bknz: erinç yeldan diye bir garip kuş!)