Orhan Yalçın Gültekin

Lise’deyken bir kimya öğretmenimiz vardı. Yaşı dikkate alındığında 68 kuşağından sayılabilirdi ama kafaca neydi, ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

78 kuşağının ilk lise boykotlarından birini yapmış olduğumuzdan idarenin de vaziyetten vazife çıkaran öğretmenlerin de ilgi odağı olmuştuk. Bahsettiğim kimyacı bir derste bizi çevresine topladı. “Gelin, çocuklar” dedi, “bakın size ne anlatacağım.”

Bayram değil seyran değil muhabbeti arasında kimyacının çevresinde toplandık.

Fısıltıdan biraz yüksekçe bir sesle, “Bir gün Deniz’i çektim, oturttum karşıma… Bak kardeşim, dedim; sizin gittiğiniz yol, yol değil… Abi, filan dedi ama sonra başını önüne eğdi, sessiz kaldı. Anladım ki beni dinlemeyecek; devam etmedim…” dedikten sonra, bizleri şöyle bir süzdü; derin bir nefes aldı… ses tonunu değiştirmeden nasihat etti: “Aman siz siz olun, bu tür yollara sapmayın. Derslerinize çalışın, adam olun.”

Şimdi ne zaman 68 kuşağının devrimcilerine dair yok İrfan Solmazer’di, yok bilmem kimdi, onlar yönlendirdi, onlar yaptırdı mealinde laflar duysam bu kişisel yaşanmışlık gelir aklıma; güler geçerim.

Güç odağı denildiğinde akla yalnızca devlet ve devletle yakın temas halindeki sivil çevreleri getirmeyle malul bu tür savlar, asla ve asla çizilmiş sınırlar dışına çıkma iradesini gösterenleri anlamayacak ve onları çizginin içindekilerden şu ya da bu çevreye yamamaya çalışacaklardır.

Hüseyin İnan ise şöyle diyordu:

“Devrimci saflarda MDD stratejisini kabul etmiş olan çeşitli politik güçler, işçi sınıfını örgütlemek için çaba harcamalarına rağmen, halk savaşına dönük hiçbir çalışma yapmamışlar ve halk ordusunun kadrolarını oluşturma taraflısı görülmemişlerdir. Fakat şeklî demokrasinin icazetli ortamı legal bir parti örgütlenmesine imkân tanımadığı içindir ki kurulacak işçi sınıfı örgütünün garantisi durumunda olacak ve sigorta vazifesi görecek güçler aranmıştır. Doğal olarak da silahlı radikal güçlere büyük umut bağlanmıştır. Her ne kadar bu durum açıkça belirtilmese de, parti çalışması içinde olan fraksiyonlar, geleceği garanti altına almak için adeta radikal güçlerin ağzına bakar ve onların kuyruğuna takılır bir duruma gelmişlerdir. Özünde küçük-burjuva ideolojisine bağlı bu güçlerin MDD’i savunur görünmeleri, devrimci saflarda silahlı mücadeleyi küçümser ve kadrolaşmayı benimsemez bir tutumun doğmasına sebep olmuştur. Öyle bir hale gelinmiştir ki radikal çıkışlar tek iktidar alternatifi olmuş, Marksist-Leninist kadrolar küçümsenmiş ve işçi sınıfının politik kaderi radikallerin silahlı çıkışlarına göre belirlenmiştir. Bu işin bayraktarlığını yapan kişi ve gruplar, sözde Marksist-Leninist, pratikte ise birer darbe uzmanı kesilmiştir. Böyle bir davranışın temelinde yatan düşünce işçi sınıfına ve halk kitlelerine olan güvensizliktir. İşçi sınıfı adına küçük-burjuva ideolojisinin gereği olarak politik mücadeleyi darbeci bir mantık içinde sürdürmektir bu. Eski önemini kaybeden bu görüş hâlâ daha devrimci saflarda mevcuttur.”
(Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu)

Hasan Cemal, herkesi kendi gibi sanıyor. Bir parçası olduğu 9 Mart darbesini abartarak ne yapmaya çalıştığı kendi bileceği iştir ama kılavuzu (ya da tanığı) İrfan Solmazer olanın varacağı yer neresidir, anlayabilmek için Hasan Cemal’in hem dününe hem de bugününe bakmak gerekir.

Hasan Cemal gibilerinin durumu ifrat ü tefrit bile değildir. İki burjuvadan bir proleter çıkmıyor.

16 Mayıs 2008

Tartışma konusu metinler:
Hasan Cemal
Alık gibi hep aynı filmi seyretmek zorunda mıyız?(1)
Alık gibi hep aynı filmi seyretmek zorunda mıyız?(2)