Hale Özgür Kıyıcı

D–2 101 Hasımlılar,
Siyasi Kadınlar Koğuşu.
Sağmalcılar/İstanbul

1970 yılının soğuk bir kış günü kalorifer arızalanmış, Suat Abla (Derviş) ile kara kara düşünmeye başlamıştık. “Ördek soba” tabir edilen sobayı almayı ve kurmayı düşünürken, M. Lütfi gelmeden bu işleri becerip halletmeyi düşünmek sanırım bir kaç saatimizi almıştı. İkimiz de beceriksiz idik bu konularda. Nereden alabileceğimizi bile bilmiyorduk. Sonuçta sobamızı kurmuş, 2 çeki odunumuzu bile almıştık.

M. Lütfi, İTÜ’nün İnşaat Fakültesi lokalinde 16.30’da buluşmak üzere evden ayrılmıştı. Lokali işleten Enver Nalbantoğlu’nun bulunduğu binaya geldiğimde, Kıyıcı’yı göremeyince anlamıştım, yine gözaltına almışlardı. (Randevusuna bir kere geç gelmişti, Işıtan Gündüz ve Işıl bu konuyu çok iyi hatırlarlar.)

Birinci Şubenin bildik polisleri, “On dakikalık bir iş… Savcı emri var, yoksa yarını beklerdik.“ diye ısrar etmişler. O da üstündekileri bırakmak şartıyla gitmeyi kabullenmek zorunda kalmış. Üstündekileri Nahit’e bırakmış ve “on dakikalık bir iş!” için gitmek zorunda kalmış. (Meşru müdafaanın başladığı bir dönemece girilmişti.) Her zamanki gibi cezaevi…

Edip’in (Sakarya) bana doğru yürüyüşünden belli idi bir şeyler olduğu. Edip, Dev-Genç İstanbul Bölge Yürütme saymanı idi. Yol arkadaşımızdan öte yoldaşımızdı. Edip’le beraber Sirkeci’nin yolunu tutmuştuk. O dönem 1. Şube şimdiki Adliye binası idi. Sansaryan Han… Kapıdaki nöbetçi polise eşimi sormaya geldim desem, beni içeriye sokmayacağını biliyordum deneyimlerimden. 1. Şube müdürü ile randevum olduğunu söyleyerek buyur edilişime Edip şaşırmış, beni aşağıda beklemesini söyleyince de hiddetlenmişti. Cihan’ı da (Alptekin) gözaltına almışlardı.

Üst kata çıktığımda 1. Şubenin kapısını açan polis memuru Habib’in hayretler içinde yüzüme bakışını unutamam. Her olaydan sonra M. Lütfi’nin gözaltına alınmasından, sorgulanmasından bıktığımızı anlatırken, 1. Şube müdürü Ilgız Aykutlu’nun sesinden anlamıştım ki Kıyıcı’yı Ankara göndermişlerdi. ”Hale, Ankara’dan istediler. Kıyıcı şimdi uçakla Ankara yolunda!” (Bana yalan söylediklerini daha sonra M. Lütfi anlatmıştı. Benim avaz avaz bağrışımı telefonlu hücreden başındaki memurlarla birlikte duyuyormuş.) 12 Mart öncesi Ankara adliyesindeki, Dev-Genç tutuklaması…

Kös-kös aşağıya inmiştim. Edip’le Galata köprüsünü yürürken benim Ankara’ya gideceğimi anlamış olmalı ki; ”Otobüsle mi, trenle mi gitmek istiyorsun?” diye sormuştu.

Suat Ablayı da alıp Ankara yollarına düşmüştük. Suat Ablayı almadan gitmek mümkün değildi.

Bavullarımızı da büyük bir itina ile hazırlamış, M. Lütfi için özel alışverişe çıkmıştı. Zira Kıyıcı her cezaevi çıkışında tüm eşyalarını içeride kalanlara bırakırdı. Adettendi.

Siyasal Bilgiler Fakültesi yurduna gittiğimizde, her zamanki gibi Rüçhan’ı aramıştık. Dev-Genç’in tutukluları ile Rüçhan ilgilenir, cezaevine yemekleri götürür, avukatlar ile ilişkileri sağlar, cezaevinde bulunan arkadaşların dosyaları, tüm ihtiyaçları ile Rüçhan ilgilenirdi. Ankara Merkez Cezaevinde yatıp da onu tanımayan ve sevmeyen yoktur. Dev-Genç’in hukuk bürosundan bazı arkadaşlarla birlikte o sorumlu idi. Biz Şekibe Ablalara (Çelenk) giderken, canım Rüçhan Ankara Adliyesinin yollarına düşmüştü.

Sıra neferi sıfatı erkeklere özgü sanılır. Yanılırlar…

Oğlumuz Sinan Taylan’a 2 aylık hamileydim. Bunu Suat Abla bile bilmiyordu.

Yanık bir sesi vardı. Azeri türkülerini onun sesinden dinlemek insana huzur verirdi. Güleç yüzü, bakımlı saçları, esprileri, kendisine yapılan kötülükleri bile karikatürize ederek anlatışını sanırım herkes anımsar.

THKP-C davasının ilkinde yargılanmıştı.

Sonraları Maltepe, Selimiye ve Bayrampaşa cezaevlerindeki yıllarında kendisine yapılan haksızlıklar, ona migren hastalığı denen illeti getirmişti. Sanırım bu konuda söyleyecek çok lafı vardı Rüçhan’ın… Bir gün bile bu konudaki acımasızlıklardan bahsetmedi.

Arka sıra (soldan sağa) Nazan Alp, Akgül Yulkaslan, Güher Karaçavuş, İnci Atabek, Füsun Özbilgen, Filiz Yılmaz-Eren, Leyla Dedeal, Gönül Elif Tolun, Ferdane Yurtseven, Safiye Özkan, Rüçhan Manas, Hale Özgür Kıyıcı, Ülker Akgöl, Fatma Yeşil. Orta sıra (soldan sağa): Nazife Kaya, Ayşe Naykara, İlkay Demir, Kadriye Deniz Özen. Ön sıra (soldan sağa): Hatice Alankuş, İnci Tanrıöver, Ayşe Bilge Dicleli, Türkan Şahin, Selma Reisoğlu, Lale Arıkdal, Ayşe Emel Mesci, Muzaffer İlgen, Taciser Belge.
Arka sıra (soldan sağa) Nazan Alp, Akgül Yulkaslan, Güher Karaçavuş, İnci Atabek, Füsun Özbilgen, Filiz Yılmaz-Eren, Leyla Dedeal, Gönül Elif Tolun, Ferdane Yurtseven, Safiye Özkan, Rüçhan Manas, Hale Özgür Kıyıcı, Ülker Akgöl, Fatma Yeşil. Orta sıra (soldan sağa): Nazife Kaya, Ayşe Naykara, İlkay Demir, Kadriye Deniz Özen. Ön sıra (soldan sağa): Hatice Alankuş, İnci Tanrıöver, Ayşe Bilge Dicleli, Türkan Şahin, Selma Reisoğlu, Lale Arıkdal, Ayşe Emel Mesci, Muzaffer İlgen, Taciser Belge.

12 mart cezaevi günlerindeki yaşamını, cezaevi sonrasındaki yaşamını anlatabilmek sanırım zor…

Cezaevinde oğlum Sinan Taylan’a olan ilgisi hep anılarımda… Altını temizlerken gül suyunu ihmal etmeyişi, avluya çarşaf yayıp Sinan Taylan’ın beğciklemesini seyrederken, Leyla’nın Sinan Taylan’la beraber yuvarlanışını, attığı kahkahalarını unutmak mümkün mü?

Kızıldere’de katledilen Sinan Kazım Özüdoğru ile nişanlı idi Rüçhan.

Nasıl birbirlerini seven iki insandı onlar…

Aşka ait ne kadar türkü varsa bilirdi Rüçhan…

M. Lütfi’nin Ankara’da tutuklu olduğu günlerde, Siyasal’ın kız yurdunun girişinde Hüseyin’in (Cevahir) M. Lütfi’den getirdiği haberleri beraber dinlemiştik. O gün tahliye olmuştu Hüseyin. Suat Ablayı Mülkiyelilerin oteline yerleştirmiş, biz de sabahlara kadar sohbet etmiştik.

Babası, benim babam gibi subaydı. Bu subay kızlarının başkaldırışını tartışmıştık.

Cezaevinde bizim koğuşa gelen maddi yardımlar daha fazla idi. Erkekler koğuşuna dayanışmayı Rüçhan örgütlemişti. Zeytinleri bile tane ile dağıtırdı. Yeter ki erkek arkadaşlarımıza biraz daha fazla destek olalım diye.

Canım Rüçhan; seni çok özlüyoruz.

1978 yılında cezaevinden çıktığın zaman saçların beyazlamıştı. Yurt dışına çıkarken seni görmüştük. Mutluluğu yakalamıştın İsviçre’deki evliliğinde ama o mutluluk da çok az sürdü, eşini kaybettin. Türkiye’de yaşamak istiyordun, o da olmadı.

Rüçhan, sana M. Lütfi ve Sinan Taylan’la bir şiir gönderiyoruz. Eminim okuyup çok seveceksin. Sinan Taylan 38 yaşında. Cezaevinde ördüğün tulumu saklıyoruz.

(…)

vurulsam kaybolsam derim,
çırılçıplak, bir kavgada,
erkekçe olsun isterim,
dostluk da,
düşmanlık da.
hiç biri olmaz hâlbuki
geçer süngüler namluya.
başlar gece devriyesi jandarmaların…

(Ahmet Arif)

Seni evrene uğurlarken sevdiğin türküleri dinlemek bize huzur verdi. Arkadaşlarımız evrende seni karşılarken, eminim şu lafları ettiler:

”Türkülerini ve güleç yüzünü özlemiştik Rüçhan, hoş geldin.”

Ya biz, Rüçhan,

Bizlere çok erken elveda dedin.

Simurg’un notu: İlk kez “Yeni Harman dergisi“nde yayınlanmıştır.