Orhan Yalçın Gültekin

Hava soğuktu… Bir kumru kondu balkonun pervazına. Ürkek ve çekingen, biraz da üşümüş müydü ne… Bir şeyler bekler gibi bakınıyordu. Mutfağa gidip bir parça ekmek alıp ufaladım ve uygun bir yere bıraktım. Kumru, benim uzaklaşmamı bekledi önce. Sonra yavaş yavaş ekmek kırıntılarına yaklaştı ve biraz telaşlı, arada bir sağına soluna bakmayı ihmal etmeksizin karnını doyurdu. Sonra da uçup gitti.

Her zamanki gibi erken kalktım. Bugün fazladan bir sabah işim daha vardı: kumruya ekmek hazırlayacaktım. İtinayla hazırladığım ekmek parçacıklarıyla balkona vardığımda kumrunun orada beklemekte olduğunu gördüm. Bir günde de alışmadı ya buraya diye geçti aklımdan. Perdenin bir kenarını çaktırmadan aralayarak ekmekleri yiyişini seyrettim.

Akşam söyleşirken öğrendim ki, eşimle ben, birbirimizden habersiz besliyormuşuz kumruyu.

Bir süredir devam ediyor bu besleme durumu. Kumru, eskisi kadar ürkek değil; ekmek parçacıklarını gagalamaya başlamak için ille de gideyim, uzaklaşayım diye beklemiyor. Hatta, bana mı öyle geliyor, ben yakınlarındayken daha mı rahat ve telaşsız doyuruyor karnını?

Beş gün kadar önce iki kuş belirdi. Kumrudan küçüktüler ama kumru onlardan kaçtı. Ekmek parçalarını o iki kuş bitirdi. Onlar gittikten sonra, sindiği yerden doğrulan kumru, bana doğru baktı. Gidip yeniden ekmek hazırladım, koydum önüne. Bir iki lokma girmişti ki kursağına, bu kez de bir güvercin geldi. Bizim kumru, tekrar sindi bir köşeye. Ben de mutfağa yollanıp üçüncü parti ekmek parçalarını hazırladım.
Bir sonraki gün, o iki kuş tekrar gelmiş. Farkında değilim, aniden kapıyı açıp balkona çıktım. Beni fark edince kaçıştılar. Ben balkondayken afiyetle yedi yemeğini bizim kumru.

İki gündür bizimkiyle birlikte bir başka kumru daha geliyor. O da ilk günlerin tedirginliği içinde ama alışacak.

***

Tek katlı evimizin mutfağı bahçeye açılırdı. Bahçe kapısının üstünde sokak kapısında olduğu gibi kuşlar için tünek, tünekte de yemlik ve suluk bulunurdu. Yemlik ve sulukları anneannem ve annem doldururdu. Kızkardeşimle ben ise ekmek ufalar ve bahçenin oynamadığımız köşelerine serperdik.

Biz bahçede oynarken o kuşlarla da arkadaşlık ederdik. Üç farklı kuş olurdu. Kanatlarında iki siyah şerit bulunan soluk gri renkli olanları hem biraz irice olurlar hem daha sağlam dururlardı; hatta konuşurlardı; “üsküdar’a gidelim” derlerdi. Bu sağlam duruşu ve konuşması yüzünden olsa gerek, onları erkek ve baba olarak düşünürdüm. Soluk gri renklilerden biraz daha küçükçe olan ve suskun, tedirgin duran kahve renkli olanlar da kadın ve anne olmalıydı. Bahçeye serptiğimiz ekmek kırıntıları peşinde bir o yana bir bu yana sek sek sekerek giden küçük kahverengi kuşlar da yavrular, çocuklardı kuşkusuz…

Sonra sonra öğrendik ki soluk gri renkli olup da “Üsküdar’a gidelim” diye seslenen kuşlara güvercin denirmiş. Onlardan biraz küçük boyuttaki ürkek kahverengi kuşlar kumru, küçükler de serçeymiş. Üç ayrı cinsmiş, aralarında akrabalık ilişkisi bulunmazmış.

***

Artık evlerin kapılarında kuşlar için yer yok.

Güvercinlerin son gerçek temsilcisi artık “Üsküdar’a gidelim” diyemeyecek. Arada bir Beşiktaş sahilinde Üsküdar’a bakarak o güvercini anmak için buluşuyoruz.

Kumrular hep ürkek, hep tedirgin, hep sinmiş…

Ya serçeler? Uzun süredir göremiyorum onları. Sahi bileniniz, göreniniz var mı? Nereye kayboldu serçeler?