Hale Özgür Kıyıcı
Reşat Fuat Baraner 14 Ağustos 1968’de “Elveda dünya, merhaba evren” diyerek aramızdan ayrılmıştı. 41 yıl geçmiş aradan. 41 yıldır Feriköy 41. Adada TKP’li arkadaşlarının yanında saf tutmuş yatıyor. Sanırım, sınıf mücadelesinin günümüzde ne hale geldiğini, çok daha olumsuz şartlarda verdikleri mücadelenin günümüzde yerlerde süründüğünü izleyerek kahroluyordur/kahroluyorlardır. Ya da umarım umudun yaşamasını hep coşkuyla bekliyorlardır. O 41. Adada kimler yok ki? TKP’nin sürgünde ölen lideri Dr. Şefik Hüsnü Bey, Suat Derviş, Mustafa Özçelik, Şevki Akşit, İbiş Aydınlatan, Neriman Hikmet, Muammer Ağabey, Congo Ali, Cemil Ağabey, Kerim Sadi, aklıma gelmeyen daha birçok isim.
Mustafa Ağabey’in (Özçelik) anılarından Reşat Fuat’ı aktarmak istiyorum.
“İşçi sınıfı mücadelesinde göstermiş olduğum başarımı ödüllendirmişlerdi. Benim için mükâfattı. S.S.C.B’ne, KUTV’a gitmem. Şark Halkları Darülfünunu, yani Doğu Halkları Üniversitesi… Sınırı Ahmet Fırıncı vasıtası ile geçecektik. Ahmet, bu geçişleri sağlayan arkadaştı. Partinin üyesi idi.
Komintern’de bizi Reşat Fuat karşıladı. KUTV’un Rektörü idi. Bize nefis yemekler yedirdikten sonra, içeriye yaşlı bir hanım girdi. Bizi kucakladı ve ağlamaya başladı. Bizim gençliğimiz duygulandırmıştı Kopulova yoldaşı.
KTUV’a kayıt olmuştuk ama sağlık problemlerimiz olduğu ortaya çıktı. Beni ve Zehra’yı (Kosova) Feodosya’da bulunan bir sanatoryuma yerleştirdi Reşat Fuat. Sanırım üç ay burada kaldık. Hem tedavi gördük hem de istirahat ettik. Çok iyi beslenmiştik. Bu üç ay boyunca kaldığımız şehrin müze ve tarihini yerlerini gezdik.
Moskova’ya dönüşte dersler başlamıştı. Azerbaycan Türkçesi ve Rusça öğrendiğimiz için dersler ağır gidiyordu. Çok kısa bir zaman diliminde Rusçayı öğrenmiştik. Tiyatro bile izleyebiliyorduk.
KUTV’daki birinci yılımızı büyük bir başarı ile bitirmiştik. Ödüllendirilmiştik. Rektörlük 15 günlük ekiskursiyon, yani tüm ülkede gezi, kültür gezisi imkânı tanımıştı. Bizim sınıf 28 kişiydi. Bu başarımızdan dolayı Şefik Hüsnü, Dimitrov, Reşat Fuat, Wilhelm Pieck, okul müdürümüz baytar Cevdet ziyaretimize gelmişlerdi. 3. Enternasyonal’in sekreteri, Merkez yürütme kurulu üyeleri elinden almıştık bu ödülü. Hep birlikte yemek yedik. Nazım Hikmet de bu okulda eğitim almıştı. Ne tesadüftür ki onun kaldığı oda bana verilmişti. İki yıl bu okulda okudum. Mezuniyet diplomamı Reşat Fuat’ın elinden almıştım. İspanya iç savaşına bizi Reşat Fuat hazırladı. Tüm askeri eğitimi ondan almıştık.
Reşat Fuat ve Şefik Hüsnü Beyin erken ölümleri TKP’de onarılmaz yaralar açtı. 1951 tevkifatı ise TKP’ye pahalıya mal oldu. Reşat Fuat; Mustafa Kemal’in teyze oğlu idi. Bir gün bile bunu hissettirmedi. Yani bazı yılgınlar gibi değildi. Dimdik ve tavizsiz sınıf mücadelesinin içinde yer aldı. O, yaşamını eşi Suat Derviş ile beraber işçi sınıfına adamıştı. Onu çok özlüyorum.” (Reşat Fuat anması.1984)”
Zehra Ablanın (Kosova) anıları da farklı değildi.
Dr. Hayk Açıkgöz, 1944 tevkifatında emniyette ve cezaevindeki Reşat Fuat’ı anlatırken duygularını herkes için açıkça anlatıyor.
“Parti Birinci Sekreteri Reşat Fuat, hem polisteki hem de mahkemedeki durumuyla ve bilhassa müdafaasıyla herkesin hürmet ve itimadını bir daha kazanmıştır. Reşat Fuat kendini değil, müdafaasında davayı savunmuştur.
Reşat Fuat işkence altında bütün söylenenlerin ve ifadelerin yalan olduğunu (bu sözleri duydum, yapılan işkence seslerini de duyuyordum.) kendisinin askerden kaçıp İstanbul’a yeni geldiğini, sorulan soruların hiç birinden haberi olmadığını söylüyordu. Gayesi, zaman kazanmak… Nelerin söylendiğini öğrendikten sonra da Reşat Fuat ifade veriyor, birçok şeyleri üstüne alıyor ve çıkanlarla davayı bağlamaya, tevkifatın daha fazla büyümesine mani olmaya çalışıyordu. Emniyette yemek bile vermiyorlardı. Bir gün bana gelen böreklerden birkaç tanesini kapısının altındaki aralıktan içeri itmiştim. O gece beni ifadeye almadıkları için Reşat Fuat’ın hücre kapısının altındaki aralıktan bir sürü yiyecek ittim.”
Zihni Anadol’un yüreğinde Reşat Fuat ve Suat Derviş için farklı bir yer vardı. “Reşat ağabey” derken yüz ifadesinden o duyguları paylaşırdınız. Nasıl bir yoldaşlık ki yürekleri titrerdi birbirleri için.
“Dışarısının soğuk havası volta atmamıza elvermediği günlerde odamızda hep mangalımız yanar, hem de yemeğimiz üstünde kaynayıp sıcak buğularını odamıza doldururken, bu demir kapılı, kalın duvarlı odamız Reşat Fuat’ın söyleşileriyle sımsıcak olurdu. Sayıyla dağıtılan zeytin, ölçülü kaşıklarla tabağımıza konulan çorba, günde 5 adet dağıtılan köylü sigarası, haftada üç bardak çay, bizlere cennet taamı gibi gelirdi. Suat Derviş’ten önce Alman Komünist partisi yöneticilerinden Margareta adında biri ile evli imiş. Türkiye’ye kaçak olarak girişinde yakalanıp iade edilmiş. Naziler ise kurşuna dizmiş. Bu evlilikten bir oğlu vardı. Bu oğlu halen Almanya’da yaşıyor. Bu Çocuğu arayıp bulan da Suat abladır.
İşkencelerde, zindanlarda, hapishanelerde didik didik aranan cüzdanından her şeyini aldılar, oğlunun küçücük vesikalık resmini alamadılar.”
Fosforlu Cevriye, Nazım Hikmet ile özdeşleşen bir anlatımdır. Hayır, bu gerçek bir yaşam öyküsüdür ve Reşat Fuat’a aittir. Suat ablanın bizlere söylediği bir gerçektir.”
12 Mart döneminde ben ve eşim Onların evinde yakalanmıştık. Suat Abla, Reşat Ağabeyi kaybetmenin ıstırabını yaşarken bizimle beraber oturmak istediğini ısrarla söyleyince biz de bu eve taşınmıştık. Kapalı bir oda vardı. O oda, Reşat Fuat’ın ve Dr. Şefik Hüsnü beyin özel eşyalarına aitti. Sanki bir müze gibi korunuyordu. Bize de hatıra olarak Dr. Şefik Hüsnü beyin sigara tabakası, Reşat Fuat’ın bir kol saati hediye edilmişti. Köşede duran bir baston dikkatimi çekmişti. Kimindi diye sorduğumda, Suat Abla Dr. Şefik Hüsnü beye ait olduğunu söyleyince, Dr. Şefik Hüsnü beyin eşi Madam Leokodya “İstersen alabilirsin” demişti. Manisa’da sürgünde iken kullandığı sıradan bir baston idi ama bizim için çok kıymetli idi.
Eşim Mustafa Lütfi, Reşat Ağabeyi Samatya SSK hastanesinde yatarken sık sık ziyarete gittiğinde, başında Mustafa Özçelik, Zehra Abla, Suat Abla, Zihni Ağabey (Anadol) ve tütün işçilerinin bulunduklarını ve yanından hiç ayrılmadıklarını anlatır. TKP’nin ülkede kalarak mücadelesine devam eden bu çınarlarını unutmayacağını bilmek yüreğimdeki acıyı hafifletiyor.
Bazen kendime soruyorum; TKP’ye ihanet edenleri affederler miydi diye. Sanırım itibarlarını geri vermezlerdi.
41. Ada Feriköy’de… Bir gün yolunuz düşerse bu çınarlara bir merhaba demeyi unutmayın. En azından mezarlarının üstünü kaplamış yaban otlarını temizlersiniz. Çünkü orası bizim tarihimizi ağırlıyor. Hepsinin anısı önünde saygı ile eğiliyorum.
Zübeyde Hanımın yeğeniymiş.
BeğenBeğen