Orhan Yalçın Gültekin

12 Eylül 2010 Pazar günü yapılacak referandumda saflar netleşip saf tutanlar arasındaki gerginlik had safhaya doğru hızla tırmanırken, her saftaki yurttaşlar da kendilerini aynı safta yer aldıklarıyla aslında aynı safta yer almadıklarını söyleyerek farklılaştırmaya çabalıyorlar. Kuşkusuz saflaşan güçler içinde etkili odaklar var ve her saf yüksek siyaset alanında o odaklar üzerinden anlamlandırılmaya çalışılıyor ama mızrak da çuvala sığmıyor. Şöyle sözleri duymak artık yadırgatıcı değil: Ben Evetçiyim ama… Ben Hayırcıyım ama… Ben Boykotçuyum ama… Ben Geçersiz Oycuyum ama…

Hakkını teslim etmek gerekiyor; bu tür “ama”lı ilk etkin duruş “Yetmez ama Evet”çiler tarafından ortaya koyuldu. Muarızları tarafından Adalet ve Kalkınma Partisinin hık deyici başısı olarak görülen Devrimci Sosyalist İşçi Partisinin de içinde yer aldığı “Yetmez ama Evet”çilik, kendisiyle Adalet ve Kalkınma Partisi arasına mesafe koymak ya da onunla eklemlenmediğini göstermek isteyenler için bir can simidi işlevine sahipti. Ne var ki, bizzat Adalet ve kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu can simidine iğneyi batıracaktı.

Erdoğan, Van mitinginden sonra kendisiyle yaklaşık 40 dakika sohbet etme imkânı bulan Taraf gazetesinin delişmen yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Bu değişikliklere tüm kalbimle evet diyorum ama bunlar yetersizdir diye düşünüyorum” demesi üzerine şu yanıtı verecekti:

“Ben de sizden farklı düşünmüyorum. Bu değişiklikler sonucu daha özgür, daha demokratik bir noktaya geleceğiz ama bunlar bizim düşlediğimiz Türkiye için yeterli değil. Bunlar daha ileri adımların önünü açacak.” (Taraf, 24 Ağustos 2010)

Ve kendisinin de bir nevî “Yetmez ama Evetçi” olduğunu anlamış olduğumuz Erdoğan, Kütahyalı’nın “…sivilleşme ve demokratikleşme çabaları sürecek değil mi?” sorusuna verdiği cevapta neyin yeteceğini ve bunun da ne zaman gerçekleşeceğini açıklamaktan kendini alıkoyamayacaktı:

“Elbette sürecek. Türkiye’yi demokrasi ve özgürlük seviyesi olarak birinci sınıf ülkeler ligine sokmadan bu mücadele bitmez, kararlığımız ve amacımız bu yöndedir. Dediğim gibi 2011 yılında dünyadaki en sivil, en özgürlükçü, en demokratik anayasalardan birine sahip olacağız. Milletimin bundan asla şüphesi olmasın…” (Taraf, 25 Ağustos 2010)

Haklarını vermek gerekiyor; “Yetmez ama Evetçiler”, Adalet ve Kalkınma Partisi ve attığı adımlara karşı, şu ya da bu düzeyde, olumlu yaklaşıma sahipler. “Yetmez”i daha sarih biçimde -AKP zihniyetine ‘Hayır’, referandumda ‘Evet’- vurgulayan Eşitlik ve Demokrasi Partisi bile hiç değilse “kıyamet alâmeti” gibi algılatılmaya çalışılan referandumda öngörülen değişikliklerin “iyileştirme” olduğunu kabul etmekten kendini alıkoyamıyordu.

Hayırcılar öyle mi ya…

Evetçi cenahta Adalet ve Kalkınma Partisi varsa, Hayırcı cenahta da hem Cumhuriyet Halk Partisi hem Milliyetçi Hareket Partisi var. Cumhuriyet Halk Partisi, solda konumlananlar açısından 1960 ve 1970’li yıllarda faşist saldırılara karşı hem de facto hem de jure aynı “barikat”ta konumlandıkları bir partiydi. Hala da bu parti, solda konumlanan siyasî akımların bir kısmı için önemlidir; kendi tabanları bu partiye kayabildiği gibi, CHP tabanı da sol grup, çevre ve partiler açısından potansiyel tabandır. Amma velâkin MHP ile aynı cenahta olmak, “ulusalcı” çevreler dışarı bırakıldığında, sol gruplar açısından apaçık bir züldür. Evetçilerin Hayırcılara dönük olağan saldırı terimi olan Ergenekonculuk ise, yalnızca öfkelenilmesine sebep olunacak kadar anlamsızlaşmışsa da sıkıntı yaratma işlevini sürdürmektedir.

Genel olarak “12 Eylül Anayasasına da AKP anayasasına da Hayır” diyenler, kendi bin bir renklerini ifade edebilmek ve CHP ile MHP’den farklılıklarını ortaya koyabilmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Belki de ilk anlamlı adım, “Türkiye Komünist Partisi”, Halk Evleri, Özgürlük ve Dayanışma Partisi ve Emek Partisi’nin ortak girişimidir (Oyum Hayır).

Geçersiz Oycuların sorunu biraz farklıdır. Bugüne dek oy kullanılan her durumda “geçersiz oy”, bir protesto biçiminden çok beceriksizlik simgesi olmuştur. Siyaseten geçersiz oy önerenlerin kendilerini bu kesimden ayırmaya çalışmaları geleneksel algıyla hesaplaşmaktan geçmektedir. Zaten bir siyasî taktik olarak geçersiz oy, odak sayılabilecek bir örgütlenme tarafından da sahiplenilmemiştir.

Boykotçuların, hiç değilse Kürt nüfusun yoğun olduğu yerleşim birimlerinde, kendilerini ilgisizlik sebebiyle oy kullanmayanlardan ayırma olanakları vardır. Bu bölgeler, oylamalara yoğun katılımlarıyla bilinen bölgelerdir ve boykot çağrısının karşılık bulması kendini siyaseten ifade edebilmenin bir aracı olacaktır. Samimî konuşmak gerekirse, BDP dışındaki boykotçuların kendilerini ifade edişleri yeterince güçlü değildir. BDP’nin gerekçelerinden ne ölçüde farklı gerekçelere sahip olduklarını açıklama çabaları daha çok kuramsal düzeyde kalmaktadır. Bir siyasî edim olarak boykot çalışması, BDP dışında bir siyasî grup tarafından yetkin biçimde ortaya koyulabilmiş değildir.

Kaldı ki, bu referandum, tıpkı seçimlerde olduğu gibi, kendini yüksek siyaset alanında ifade edebilen siyasî partilerin bir hesaplaşması olmaktan öteye geçemeyecektir. Evetçi cenahta Adalet ve Kalkınma Partisi; Hayırcı cenahta Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi; Boykotçu cenahta ise Barış ve Demokrasi Partisi.

Diğer kişi, çevre, grup ve partiler açısından ise yalnızca rahat ve etkin propaganda yapma zemini sağlar referandum; kendi görüşlerini netleştirerek sunmak, farklılıklarını kendi tabanlarına anlatmak ve kendi varoluşlarını ve/veya türdeşliklerini sürdürmek için elverişli ortamdan olabildiğince yararlanma fırsatı sunar referandum. Bütün bu çabaların gök kubbede hoş ama boş bir seda olarak kalıp kalmayacağı ise, sonrasında ne yapılacağına bağlıdır. Kendi varlık koşullarının gerçek temelini tanımlamaktan sürekli kaçınıp, başka çevrelerin yarattığı koşullarda kendini tanımlamaya çalışmanın ötesine geçemeyenlerin kalıcı birikimler oluşturmaları beklenmemelidir.

“Aman ha, beni başkalarıyla karıştırmayın…”

Yalnızca bu referandumun değil, bütün referandumların ana ifadesidir.

Sonuç ne mi olacak? Sayım sonucunda bütün farklılıklar silinecek ve karşımıza şöyle bir tablo çıkacak:

  • Türkiye çapında sandık seçmen listelerinde kayıtlı olanların sayısı
  • Türkiye çapında halkoylamasına katılanların sayısı
  • Katılma Oranı
  • Türkiye çapında muteber olan oyların sayısı
  • Türkiye çapında Anayasaya kabul oyu verenlerin sayısı
  • Türkiye çapında Anayasaya red oyu verenlerin sayısı
  • Türkiye çapında kabul oyu verenlerin muteber oy sayılarına oranı
  • Türkiye çapında red oyu verenlerin muteber oy sayılarına oranı

Zeyl

Arap milliyetçiliği, yani bedeni Arap, ruhu Müslüman milliyetçilik, Soğuk Savaş dönemi denilen iki kutuplu dünyadaki yükselme döneminde kendini bir yandan ABD emperyalizmine karşı konumlandırırken, diğer yandan da kendini iki kutbun değerlerinden ayrı bir yerde tanımlamaya da çalışıyordu.

Nasır milliyetçiliğiyle birlikte Kaddaficilik de dünya siyasetinin aktörlerinden biri olarak kendini ortaya koyuyordu.

Bu koşullarda Muammer Kaddafi (Arapça: معمر القذافي‎ ; English: Muammar Abu Minyar al-Gaddafi), 1975 yılında, sınırlı bir etki yaratan “Yeşil Kitap”ını (Arapça: الكتاب الأخضر / English: The Green Book) yayınladı.

Elimde o yıllardan kalma, kötü bir Türkçesi var. İnternet bir sürü kaynağa ulaşma fırsatı veriyor. Netekim “Yeşil Kitap”ın İngilizcesini de buldum.

Aşağıda “Halk Oylaması” ya da “Referandum” diye çevrilebilecek bölümünü İngilizce ve Türkçe olarak veriyorum. En alta da 1970’lerin sonundan elimde kalmış kötü Türkçeli (ama daha anlaşılır) çevirisini ekledim.

Plebiscites

Plebiscites are a fraud against democracy. Those who vote “yes” or “no” do not, in fact, express their free will but, rather, are silenced by the modern conception of democracy as they are not allowed to say more than “yes” or “no”. Such a system is oppressive and tyrannical. Those who vote “no” should express their reasons and why they did not say “yes”, and those who say “yes” should verify such agreement and why they did not vote “no”. Both should state their wishes and be able to justify their “yes” or “no” vote.

Halk Oylamaları/Referandum

Halk oylamaları/Referandum, demokrasiye karşı bir hiledir. “Evet” ya da “hayır” diye oy kullananlar, gerçekte kendi özgür iradelerini ifade etmezler, tam tersine, “evet” ya da “hayır”dan fazlasını söylemelerine izin verilmediği için demokrasinin modern tasarımınca susturulmuş olurlar. Bu tür bir sistem zalim ve zorbacadır. “Hayır” oyu kullananlar, gerekçelerini ve neden “evet” demediklerini dile getirebilmelidirler ve “evet” diyenler de söz konusu kabullenmelerini ve neden “hayır” demediklerini [gerekçelendirerek] ortaya koymalıdırlar. Her iki taraf da isteklerini ifade edebilmeli ve “evet” ya da “hayır” biçimindeki oylarını gerekçelendirerek savunabilmelidir.

Halk Oylaması “Referandum”

Referandum Demokrasiye bir aldatmacadır. Çünkü “evet” diyenle “hayır” diyenler bu iki sözcükle kendi düşüncelerini açıklamış olamazlar. Aksine olarak, modern demokrasi anlayışıyla ağızlarına sanki gem vurulmuş ve onlara bir tek söz söylemelerine hak verilmiştir. “Evet” veya “hayır”. Bu susturma diktatoryanın en sert ve en ağır sistemidir. “Hayır” diyenin neden “hayır” dediğini ve neden “evet” demediğini açıklamalıdır. “Evet” diyenlerin de neden “evet” dediklerini ve neden “hayır” demediklerini belirtmelidirler. Aslında her iki tarafın ne istediği “red” ile “kabul” sebebinin ne olduğu bilinmelidir.