Erdal Karayazgan
Murat Belge’nin “Referandum öncesinde” başlıklı yazısında “hayır” tarafına “toptancı”, ” önyargılı” vb. bir analiz, değerlendirme ile yaklaşılıyor.
Önyargısız bir değerlendirme çabası içinde olunacağı intibası verilen ilk iki paragraf ardından yazı ilerleyen satırlarda adeta bir “hayırcı”lığa dönüşüyor.
“Konu “referandum” olmaktan çıktı, zaten. Merkezinde Kemalizm’in yer aldığı cephe hükümete duyduğu nefreti her durumda getirip en ön safa koyduğu için, koymaktan kendini alamadığı için, burada da o grup için “anayasa”, “madde”, şu bu değil, AKP’nin ana sorun ve bütün sorun olduğu anlaşılıyor.”
Militarist ideolojiyi eleştirirken militarist bir sözcük olan “cephe” sözcüğünün kullanılması paradoksunu bir yana bırakalım. “Hayır” diyenler hangi saiklerle bir “cephe” olarak nitelendiriliyor? Farklı gruplar, partiler bir konuda aynı görüşü savunduklarında “cephe” mi teşkil edilmiş olurlar? Örneğin, “MHP” ile sosyalist partiler nasıl olmaktadır da aynı “cephe”de düşünülebilmektedir?
Ortada “cephe”ler olmadığını “hayır” ve “evet” diyen partiler, kesimler, kişiler vb. olduğunu düşünüyorum. “Bir “cephe”de bir arada olması düşünülemeyecek milliyetçi (MHP ve BBP) kesimden radikal solculara kadar farklı zihniyet dünyasında olan insanlar hem “evet” hem de “hayır” diyenler arasında var.
“Hayır” diyenler arasında bir kesimin hükümete duyduğu nefret vb. çerçevesinde hareket ettiğini söylenebilir ve aynı şekilde “evet” diyen bir kesim için de CHP’ye karşı aynı hissiyat içinde olduğunu söylemek gerekir. Murat Belge’nin genellediği bu durum sadece bu kesimler için geçerlidir. “Hayır diyenler arasında (bu evet diyenler için de geçerlidir) kendilerine göre haklı dayanaklar gören ve buna göre “hayır” kararı veren kesimler olduğu gerçeğinden hareketle Murat Belge’nin “ bu “toptancı” değerlendirmesinde “hayır” diyenlere önyargılı yaklaştığı söylenebilir.
“Bu bana göre “yanlış”, “anlaşılmaz” vb. bir tutum. Öyle de, böyle bir tutum var, çeşitli köklü dayanaklar üstünde oturuyor, sahici. Böyle olduğunu kabul edince de, fazla söyleyecek bir şey kalmıyor. En azından, “referandum da nasıl oy kullanmalı” gibi bir soru, böyle bir tutumun yanında anlamını kaybediyor, çünkü AKP’nin içinde bulunduğu her durumda nasıl davranılacağı belli. Bu durumda AKP’nin “öyle” (yani o kesimin tanımladığı gibi) olup olmadığını tartışmak daha mantıklı. Bunun da herhangi bir karşılıklı anlaşmayla sonuçlanmayacağını biliyorum, ama hiç değilse daha “gerçek” bir tartışma olur.
Murat Belge, yukarda eleştirdiğimiz ve de ancak bir kesim için geçerli olabilecek bir “ana sorun ve bütün sorunu AKP” olarak görme durumunu tüm “hayır” diyen kesime mal etme çabasını sürdürmesi karşısında, Murat Belge’nin kendi sözleri ile: “Böyle olduğunu kabul edince de, fazla söyleyecek bir şey kalmıyor.”
Murat Belge böyle bir “toptancı” belirleme yaparken Türkiye’de hukukçuluğunun düzeyliliğinde neredeyse her kesimden insanların saygısını kazanmış Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk o “cephe”den şöyle sesleniyor:
“Anayasa’daki en önemli değişiklik, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’yla ilgili düzenlemelerle, hukukun üstünlüğü ve erkler ayrılığı gibi temel ilkelerle ilgilidir. Bu değişiklikleri doğru bulmadığım için Anayasa değişikliğini desteklemem olanaksız.”
Diğer taraftan benim görebildiğim kadarıyla 10 Aralık Hareketi, YARSAV, DİSK, boykot çağrısı yapan BDP çevrelerinin vb. bu değişiklikler üzerinde gayet kapsamlı hukuki eleştirilerini kitapçıklar halinde yayımlamışken ve neredeyse her gün birçok kişi yazılı ve görsel medyada itirazlarını detaylı bir şekilde dile getirirken bütün bunları Murat Belge’nin adeta görmemesi ve bunlardan söz etmediği gibi “referandum da nasıl oy kullanmalı” gibi bir soru, böyle bir tutumun yanında anlamını kaybediyor, çünkü AKP’nin içinde bulunduğu her durumda nasıl davranılacağı belli.” bir saptamada bulunması Murat Belge’nin “toptancı”, “önyargılı” yaklaşımını daha bir belirginleştiriyor.
Murat Belge, yazısını kendisinden hiç ama hiç beklenmeyen şu sözlerle sürdürüyor:
“Dolayısıyla da, “referandum”u “referandum” olarak kabul ediyormuş gibi görünerek “hayır” demeyi ya da “boykot” etmeyi savunmak bana daha mantıksız geliyor. Mantıksız olduğu gibi, bir “içtenliği” de yok.”
Murat Belge, “toptancı” ve önyargılı bir yaklaşım içeren ve artık adeta bir “tarafçılığa” dönüşen yazısında “evet” demeyenler yani “hayır” ve “boykot” demek “Mantıksız olduğu gibi, bir “içtenliği”de yok.” saptaması ile niyet okumaya varan bir yaklaşım içine giriyor. Mantıksızlığın analizi “referandum”u “referandum” olarak kabul ediyormuş gibi görünme”ye dayanıyor. Ancak bu dayanak tümüyle Murat Belge’nin niyet okumasından ibaret bir şey. “İçtenlik” dokundurması da bu niyet okumanın devamı oluyor.
Konu ilginç bir şekilde “başörtüsü” ile de ilişkilendiriliyor:
“Bu durum bana aynı sorunsal içinde yer alan bir başka ilginç durumu hatırlatıyor: şu mahut “başörtüsü” konusunu. Başını örtmüş bir öğrenci kız geldiğinde, zinhar yasak, bir kamu kurumu olan kutsal üniversite çatısının altında başını örtmüş olarak dolaşması. Ama aynı kutsal çatı altında odacılık yapan kadıncağız başını örtüyor. Kimsenin kılı kıpırdamıyor.”
Sol kesimin ciddi bir bölümünün “başörtüsü” olan gençlerin üniversiteye girmelerinin engellenmesine karşı çıktığını bilmesine rağmen konuyu yine “toptancı” bir zihniyet ile “Kimsenin kılı kıpırdamıyor” sözleriyle bağlıyor Murat Belge.
Yazının geri kalanı da aynı perspektifle sürdürülüyor.
Bir entelektüel olarak gördüğüm Murat Belge’nin bunları nasıl yazdığını anlayamıyorum.
Umarım, konu ile ilgili diğer yazılarını yazmadan görebileceği eleştiriler Murat Belge’yi yazdıkları üzerinden tekrar geçmeye ve düşünmeye sevk eder.
Ve bunu gerçekten ve “içtenlikle” umuyorum.
Kaynak: Sol İletişim