Hale Özgür Kıyıcı

“Darbe girişimcileri önce tımarhaneye, sonra mahkemeye gönderilmeli” açıklamasında bulunan eski Genel Kurmay Başkanının bu açıklamasını ciddiye almalı mizah yazar-çizerleri. Aman Allah’ım! Ne konular çıkar.

Aslında ikili iktidarın sona erdiğinin önemli bir itirafıdır bu. Ve doğru bir tespit. Bu tespit nedeniyle insanlar “üstün hizmet madalyası” alabilir diye düşünebiliriz.

Adamın birinin evlilik dışı ilişkisini eşi öğrenmiş. Bir gece ansızın kocasının bulunduğu yeri basınca eşini yatakta sevgilisi ile yakalamış. Adam ne demiş biliyor musunuz? “Ya, benim burada ne işim var, beni kim getirdi buraya”. Yani eski genel komutanın hali de tam buna uyuyor. O muhtırayı “ben kaleme aldım” açıklamasını yaptıktan sonra, darbe teşebbüsünde bulunanlarla ilgili açıklaması adamın espri kabiliyetini artırıyor. Ve bizim de inanmamız bekleniyor. Bu açıklama o günlerin toz dumanı arasında açıklanmalı değil miydi?

Bu ülkede mavra mı yok? Tam demokrat mavraları anlat-anlat bitmez. Bu açıklamalardan sonra devlet size “ üstün hizmet madalyası” bile verir.

Toprağın altından çıkan lav silahlarını; “Arkadaşlar bunlar boru” diye yine bir eski genel komutan söylememiş miydi? Üstelik “ben masaya yumruğunu vuran komutan isterim” söylemine uygun ve aynı beklenen şiddet gösterileriyle. Ama gerçeğin acı yüzü ile karşılaşıldı. Sonra o çıkan mühimmatın neler olduğunu, vahim silahlar olduğunu hep beraber öğrenmiştik. Lav silahını görmemiş olan bizlerin bünyesini sarsacak lafları ederek o eski komutanın dolusunu getirecek hali yoktu ya. O boruları garibim bizler kanalizasyonda kullanılacak boru zannederdik. Daha sonra bu “borular davası” 300 sayfa iddianame 17 sanıkla huzurumuza geldi.

Yanlış yapılanmaların her biri deşifre oldukça, kamuoyu ile paylaşan medyayı “Türk ordusu dezenformasyon faaliyetleri ile toplum nezdinde itibarsızlaştırılıyor” beyanlarını parmak sallayarak TV’lerde dinlemekten bıkmıştık. Genç çocuklarımız şehit olurken, “golf sahalarında kaç atışta çukuru buldum” muhabbeti askeri gazinolarda geyik muhabbetine dönüştüğü zamanlardaki halleri de pek iç açıcı değildi. Ya da Dağlıca’da karakol baskına uğrarken yetkili komutanın düğünde olduğu açıklaması… Yüksek müsaadeleri ile bu dışa kapalı oturumlardan bizlerin haberi olmasına sinirlenen paşaların vücut dilini ve üslubunu TV’lerde izlemek de hiç hoş bir görünüm değildi.

Günümüzün şartları olabildiğince şeffaflaşmayı ve kurumların birbirlerini denetlemesi gerçeğini dayatıyor. Soğuk savaş şartları bitti. Toplumun gelişmişlik seviyesi, sosyal gelişmişlik seviyesi artık eskiyi kaldırmıyor. Çok şey tartışılıyor ve tartışılacak daha çok şey de var. Çağdaş /muasır seviyeye ulaşmak bunu gerektiriyor. Durağanlık çare olmaktan çıktı/çıkmalı…

Geriye dönelim; bu zatlar, darbe dönemlerinde sıkıyönetim yargıçlarına şak diye emir verirdi, onlarda tak diye yapardı. Bu geleneği daha sonra sarışın ve güzel kadınlar için uyguladılar. O sarışın güzeller bir de ellerini ellerinin içine alarak köfte yaparmış gibi yavaş yavaş sıkarak yaparsa işte o zaman şak-tak anında olurdu. Valla bu benim anılarımdan değil. Bir gazetecinin anılarından aktarılmıştır.

12 Mart döneminde sıkıyönetim yargıçlarından Akdemir Akmut’un sarılık hastalığı biz sanıklara bulaşması söz konusu olduğu nedeni ile hastalığı geçene kadar mahkemeye gelmemesi doğrultusunda yaptığımız itirazlar, akli dengemizin yerinde olup olmadığının askeri hastaneye sevk edilerek sorulması ile sonuçlandı. Allaha şükürler olsun ki akli dengemiz yerinde çıktı. Çıktı da ne oldu? 159 maddeden yargılanmamız yolu açıldı. Böyle ciddi bulaşıcı bir hastalığı gündeme getirmek bile “askerin manevi şahsiyetine hakaret” sayıldı.

Şimdi ben merak ediyorum bu Tımarhane’ye kimler yollanacaklar. İnönü stadına sığarlar mı bunlar?