Mustafa Lütfi Kıyıcı

68’li olmak nedir sizce?

Güzel zamanda, güzel insanlarla “en güzel dünya ve Türkiye için” savaşım içersinde olmaktır. Kişisel hiçbir şey istemeden sömürüsüz bir dünya özlemi için gerektiğinde kendini feda edebilmektir. Bir ütopyaya sahip olmaktır. Ona ulaşmak için eylem üretmek, gerçekleştirmek ve bedel ödemektir. Düzenle barışık olmamaktır. 68 başkaldırı kültürünü yaşama geçirmektir, vs.

Böyle insanlar bir araya nasıl geldi?

Birikim sonucu, doğal olarak. Daha önce “60 ihtilalı” öncesinde 22 Nisan olayları vardır. Turan Emeksiz’in şehit olduğu birçok üniversite öğrencisinin yaralandığı ve 27 Mayıs’ın gerçekleştiği günler. Anti demokratik bir çizgiye gelmiş bir iktidara karşı üniversite gençliğinin başkaldırısı vardır. O günlerin havasında gençlik büyük bir itibara sahiptir. Görüşleri, itirazları, tepkileri basın organlarında yer almakta ve dikkate de alınmaktadır.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Nutku esin kaynağıdır. 27 Mayıs sonrası üniversite gençlik derneklerine önem verilmiş, derneklerin birlik ve federasyon halinde örgütlenmesi ve üst kuruluş olarak da TMGT oluşturulmuştur. Bunlara ödenek ve çeşitli imkânlar sağlanmıştır. 60 sonrası 27 Mayıs ihtilâli ile devrilen DP’nin devamı niteliğindeki ve/ama “kuyruklar” olarak isimlendirilen Demirel hükümetleri, gençliğin bu gücünü kırmak ve hemen hemen tüm gençlik derneklerini etkisiz hale getirmek için hileye başvurmuş, dernek kongrelerini öğrenci gençliğin çoğunluğundan kaçırarak kendi güdümünde olan öğrencilerle hamamda, otobüste vs yaptırdığı seçimlerle dernekleri iki başlı hale getirmiş ve muhatap olarak bunları görmüştür. TMTF (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) kongreleri bunun en iyi örnekleridir. İktidar yanlılarının elinde resmi bir TMTF, solcu gençler elinde başka bir TMTF.

Bu ortamda TİP (Türkiye İşçi Partisi) kurulmuş ve sosyalizm gençlik içinde taban bulmuştur. TİP’li gençler FKF’yi (Fikir Kulüpleri Federasyonu) kurmuş ve resmi statüye sahip gençlik derneklerinin kısır ve nafile çekişmesinin dışına çıkmıştır. Bu önemli bir gelişmedir. Ancak hemen “komünist” yaftalamasına uğramıştır. Bu soğuk savaş şartlarında önemli bir karalama ve soğukluk yaratmadır. Bir süre sonra TİP’in gençlik kolu seviyesinde, legalite endişeleri ile bürokratik mekanizmaların oluştuğu bir örgüt olarak kalmıştır. Anayasanın sosyalizme açık mı kapalı mı olduğu tartışmaları içinde, bir de egemenlere açık vermemek için legal çizgide kalmak FKF’yi pasif bir konuma getirmiştir.

68’liler, Füruzan’ın kitabında “47’liler”dir; sanırım Deniz Gezmiş’in 1947 doğumlu oluşundan kaynaklanmıştır. Sizin de Deniz Gezmiş ile uzun ve sıkı bir yol arkadaşlığınız var. Deniz Gezmiş ile tanışmanız ve yol arkadaşlığına başlamanız nasıl oldu?

68’li yılları anlayabilmek için yukarıdaki açıklamalar zorunlu olduğu için ayrıntıya girdim… 68’li olarak bilinen gençler bu ortamda 65/66 yıllarında üniversiteye gelen 46/47 doğumlu gençlerdir. Bizlerin bir araya gelmesi ise aynı kulvarda bir şeyler yapmak isteyenlerin karşılaşmasının kaçınılmaz olması ile açıklanabilir.

Kişisel olarak Deniz ile tanışma ve sonrasında örgütlenme ve eylem günlerine gelirsek; Hukuk Fakültesi birinci sınıfta iki sene üst üste kalırsan atılırsın. Bu nedenle ister istemez inek talebe olmak zorundasın. Bunun da avantaj sağladığı olmuştur. Kitap yokluğunda ön sıraları kapmak, not tutmak önemlidir. Bunlar yeni arkadaşlıklar sağlar. Biz Atatürk lisesinden üç kişi -Deniz Çamlıbel, Himmet Kuşçu ve ben- aynı sınıftayız. Ders arasında elimizde Türk Solu, ANT dergileri varken birileri sataştı. Olay çıktı. Bunun faydası da oldu; zamanla etrafımızda bir arkadaş grubu oluştu. Lisede Vedat Günyol, Mutluay çifti ve ilerici hocaların talebeleriyiz. Edebiyat kolu, okul duvar gazetesi vs. çalışmalarımız olmuş. Dünya literatürünün belli başlı yazarlarının eserlerini okumuşuz. Varlık Kitapevi, lise için toplu olarak aldığımız kitaplar nedeni ile şahsen bile tanıyor bizleri. Böyle de şahsi bir birikimimiz var. Kitapevi ve Varlık dergisi sahibi Yaşar Nabi Nayır’ın kızı Filiz aradan 10 yıla yakın bir zaman geçtiği halde beni tanıdığında hiç şaşırmamıştım.

Toparlayıcı bir meziyetimiz vardı sanırım. İkinci sınıfta bir şeyler yapmak için ortam yaratmak gerekiyordu. Sonradan TMGT Başkanlığı da yapacak olan Suat Aptik ve Deniz Çamlıbel ile beraber birinci sınıf amfisi kürsüsünden, antifaşist, antiemperyalist arkadaşların boş amfilerden birisinde toplanması çağrısı yaptık. Bir yığın genç toplandı. Bu bizim miladımız oldu. Deniz Gezmiş, Mustafa Gürkan, Atilla Coşkun ve daha birçok arkadaşla orada tanıştık. Deniz’le zaten aynı sınıftaymışız, ama derslerde pek gördüğümüz biri değildi. Ayrıca babası Sivas’ta görevli olduğu yıllarda aynı ilkokulu aynı senelerde bitirmişiz.

Deniz derslere girmeme nedenini sonra anlatmıştı. “Derslerde zaten genellikle kürsü sahibinin kitabı satır satır anlatılıyor. Kitabı edinirsen derse girmenin ne gereği var.” Sonraları dikkat etmiş ve doğrulamıştım. Ben de derslere girmemeye başlamıştım. Hayretim bu tespiti daha önce yapmamış olmamaydı çünkü kürsüye kim çıkarsa çıksın ders vermek için, noktasına ve virgülüne kadar kitaba hiç bakılmadan satır satır “okunuyordu.”

Sonra?

Sonrası biz Devrimci Hukuklular Örgütünü kurduk. FKF’ye katılmamız konusunu benimsemedik. Atilla Coşkun FKF’de kaldı.

İlk eylem Gençlik Abidesi önüne konulan AP çelenginin parçalanması ve protesto edilmesiydi. Bunun ardından gelen eylem bizim cezaevi ile tanışmamızın nedeni olan AİSEC (Uluslararası gençlik örgütü) toplantısında Bakanı protesto etmemiz oldu. Bunun sonucu tutuklanmamız oldu. Duruşmalarda 30 kişilik bir avukat grubu tarafından savunulduk. Duruşmalar, Yargıç Sıtkı Karabel’in de çabası ile olaylı geçti. Bunlar gazetelerde yer aldı. Gençlik kitlesi büyük kalabalıklarla duruşmaları izleyerek bizleri yalnız bırakmadı. Gençlik içersinde tanınan kişiler olmuştuk.

İlginçtir FKF’li bir arkadaşımız olan Erdoğan; “Bizler de protesto ettik ama siz kahraman oldunuz” demişti. Bu kahramanlık olarak görülüyordu anlaşılan. 26 gün sonra yapılan duruşmada tahliye olanlardan olduğum halde Hukuk Birinci amfide ısrarla konuşma yapmam istendi. Ben de “baskılar, cezaevleri bizi yıldıramaz” diyerek bir konuşma yaptım. Sonra arkadaşlarımızın on yıldan fazla cezaevinde kaldığı yılları düşününce komik geliyor tabii ki…

Sonra işgal ve boykot olayları geldi. Ardından Devrimci Öğrenci Birliğini (DÖB) kurduk ve Samsun-Ankara arasındaki -kısaca Bağımsızlık için Mustafa Kemal yürüyüşü denilen- yürüyüşü gerçekleştirdik. Samsun’da daha yürüyüşe henüz başlamışken tutuklandık. Bu da büyük gürültü çıkardı. 10 Kasımda Anıt Kabir’de olmayı amaçlıyorduk. Ve amacımız sembolik olarak yapılan 10 Kasımlara bir anlam kazandırmak, Atatürk’ün ”muasır medeniyet”e ulaşmak amacını biz sosyalist gençler temsil ediyoruz, mesajını vermekti.

Atatürk’ün “Bağımsızlık ve Özgürlük benim karakterimdir” belgisini önemsiyor ve içerik kazandırmak istiyorduk. Bu Bağımsız Türkiye sloganımıza da paralel bir tavırdı. Ve ayrıca zaten çoğumuz anti-emperyalist bir yapıdaydık ve Kemalizmin bu yönüne önem veriyorduk. Kemalizm’den sosyalizme geçtik diyebilirim. Sonraki yıllarda, “sayımızın azlığına düşmanın çokluğuna bakmadan, bizi yutmak isteyen emperyalizme, bizi yok etmek isteyen kapitalizme karşı sonuna kadar savaşacağımıza ant içeriz!” yollu Dev Genç andı Mustafa Kemal Atatürk’ün kuruluş yıllarında Sovyetler ile iyi ilişkiler kurmak istediği yıllardaki bir söyleminden esinlenerek oluşturulmuş bir anttır.

Kemalizmi önemsemek solun genel vasfıdır dersek pek de yanlış olmaz. Ancak ”sınıfsız zümresiz kaynaşmış bir kitleyiz” Kemalist anlayışı ile sınıf mücadelesi temelinde şekillenen “sol” ne kadar bağdaşabilirse o kadar…

Kemalizmi önemsemek mi Kemalist olmak mı?

Eğitimin balmumu gibi yoğurup insanlara şekil vermek olduğunu kabul edersek, kuruluş yıllarında en çok eğitime, öğrenime önem verildiğini de bilirsek, ilköğretimden itibaren okul duvarlarında, sınıfta her derde deva vecizelerle karşılaştığımızı da unutmazsak genelin Kemalizm dışında bir düşünceye sahip olmasının zorluğu ortaya çıkar. Anlaşılır bir durumdur. Şimdiki gençler –o da okuyorlarsa- Turgut Özakman’ın Çılgın Türkler ve devamı kitaplarında o efsaneyi öğreniyorlar; biz neredeyse o yaratılan ortamda yetiştik diyebilirim. “Atatürk günümüzde yaşasaydı bu şartlarda sosyalist olurdu” sözü aramızda yaygın bir kabuldü.

Bizim hareketli olduğumuz yıllarda toplumda var olan neredeyse tüm aydınların ortak imzasıyla çıkışı duyurulan YÖN dergisi vardır. Hiç unutmadığım sayılarından birinde Nazım Hikmet’in cezaevinde çekilmiş bir fotoğrafı kapaktadır ve altında da Atatürk’e hitaben ;”Ben Sana ve devrimlerine ihanet etmedim!” yollu sözleri vardır. Nazım’ın Milli Kurtuluş Destanı yayınlanmıştır. Bu destanda Mustafa Kemal efsanesi de anlatılmaktadır. Vietnam savaşı ve benzerlerinin olduğu ortamda gençlik idollerinden Che’nin “iki üç daha çok Vietnamlar yaratmalıyız!” sözlerinin etkisi çok önemlidir. Meydanlarda “İki üç daha fazla Vietnam… Ho Ho Ho Shi Min!” sloganlarımızdan biridir.

İşçi sınıfının göreceli azlığında, devrimin nasılının tartışıldığı teorik yazılarda sadece işçi sınıfının fiili değil ideolojik öncülüğünden bahsedilebildiği bir ortamda, antiemperyalist nitelikler atfedilen kurumsal güçlerle ittifak arayışı pek de yanlış değildi. Halil Berktay’ın sağ Kemalizm-sol Kemalizm tespitleri bu dönemin ürünüdür. Gardırop Atatürkçüleri sıfatı bu dönemin ürünüdür.

İnsanların bilgi sahibi olmasının, bilinçlenmesinin de devam eden bir süreç olduğunu kabul edersek eğer, Kemalizm’den sosyalizme geçmek anlaşılır bir durumdur. “Kemalizm’le sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur!” sözü de bu dönemin önemli teorik liderlerinden Mihri Belli’nin sözüdür.

İleriki yıllarda Dev-Genç döneminde mitinglerde yürüyüşlerde taşınan pankartların sol köşesinde Mustafa Kemalin avcı kalpaklı resmini bu duygu ve düşünceyle taşırdık. Bizim Kemalizm’den kitlesel olarak kopuşumuzda ise milat 12 Mart’tır.

Daha öncesi “ordu gençlik ele ele!” diye slogan atarken giderek “işçi, köylü, ordu, gençlik el ele!” diye slogan atmaya başlamış bu sloganı dergi kapaklarına koymuştuk… Bu süreç giderek 12 Marttan sonra yerini Markslı, Engelsli, Maolu, Stalinli posterlerin taşındığı mitinglere dönüşecekti. Yani söylenmek istenen bizim de bu teorik önderlerimiz var.

Bu tabii ki herkesi kapsamıyor. Hala Kemalizmin ilerici özünü yeşertmeye çalışan, ‘koruma ve kollama’ görevinin muhafazakârlaştırdığı bürokratik yapıyı aşmaya çalışan arkadaşlarımız var.

Ya da toplumsal mücadeleyi “ilerici/gerici kavgası” sınırlarında yaşayan arkadaşlarımız var. Onlar da hala arkadaşımız. Ancak,68’li olmakla sosyalist olmak aynı şey değildir.

Sorunun cevabına gelince; Mustafa Kemal Atatürk bizim için önemlidir. “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” sözü bizim için önemlidir.

Solun, sosyalizmin günümüz ve geleceğini konuşursak?

Ezilenlerden, sömürülenden yana, anti demokratik uygulamalara karşı savaşımı sürdürmek görevimizdir. Bir büyüğümle düşünce paylaşımı ile söylersek, İnsanlık 71 günlük Paris Komünü deneyinden 70 yıllık deneyim çıkarmıştır. 70 yıllık deneyimden dersler çıkararak daha güzel bir dünya yaratacağına inanıyorum.