Mustafa Lütfi Kıyıcı
Dikkati çekmenin, gündemde kalmanın en ilkel yolu toplumda kabul görmüş değerlere/olaylara içinden birileriymiş gibi görünerek saldırmaktır.
Bu ilkelliklerden birine daha tanık olduk.
Adam önce, “Biz 68 kuşağı” diye söze başlıyor. Sonra büyük bir tutarlılıkla “Aslında ben 68’de henüz lisedeydim” diyor; “Üniversiteye 71’de girdim, 71’liyim” diyor. Dev-Lis olayından bihaber olduğu ortaya çıkıyor. 12 Mart’ta muhtıra, 26 Mart’ta sıkıyönetim ilan edildiğine göre o şartlarda 68’liliğini yaşayamamış olduğunu unutup önce “68 kuşağı koskoca mitoloji” diyor; ardından “Bu 68 kuşağı kocaman bir balondur” diye ekliyor ve senelerdir bu minvalde yazıp çizebildiğine göre itibar da görüyor.
68’in dönekleri bile günümüzde akil adam muamelesi görüyorsa, 68 sol bir kavram olmasına karşın dönemin faşoları ve günümüzün sağcı politikacıları bile “Ben de 68’liyim!” diyebiliyor ve maçaları sıkışınca “Nerede bu 68’liler” diye feryat ediyorsa birileri, 68 önemlidir; bıraktıkları iz önemlidir. 68’in başlıca niteliği olan başkaldırı kültüründen esinlenen gençlik “Başkaldırıyoruz!” belgisini günümüzde öne çıkarıyorsa 68 önemlidir.
“Put “ ya da “tabu” diyorsan/kabul ediyorsan eğer, balon değil önemli olduğunu teslim ediyorsun demektir zaten.
68 ile ilgili söz söyleyenlerin çoğu, küçümseyerek bir bacı kültüründen söz eder. Bu yazar da geri kalmıyor. Anımsarım o yıllarda -sanırım üniversite işgalinden sonraydı- iktidar partisinin kadın kolları gibi bir şey, isimlerimizi de zikrederek, bu gençler asosyal, arkadaş edinemeyen vs -edeplice söylemeye çalışıyorum, zorlanmam ondan- kişiler olduğumuzu içeren bir rapor yayınlamıştı da aramızda epey eğlenceli ve oldukça edepsizce söyleşilere konu olmuşlardı. Bu gençler, kişisel ilişkilerde başarısız oldukları için bu tür olaylara başvuruyorlar demeye getiriyorlardı. Son gençlik olayları üzerine, 68 üzerine kalem oynatan, üstelik kitabı da olan bir sağcı profesör de gençlik hareketlerini patoloji ile açıklamaya kalkmıştı. Zihniyet değişmiyor. Gençlik, akademik ve demokratik talepleri için harekete geçmek zorunda kalınca ve bunda çözümsüzlükle karşılaşıp çözümsüzlüğü de kurulu düzenle ilişkilendirip statükoyu eleştirmeye kalkınca, hemen bir karalama kampanyası başlıyor: “Gençlik kullanılıyor!” Ağzıyla kuş tutsa, gençliğin bağımsız tavır alabileceği kabul edilmiyor.
68’e şu veya bu şekilde bulaşmış birileri de çıkıp gençliğe akıl veriyorlar, çokbilmiş havalarda…
Fransa 68’i kız arkadaşların erkek yurduna girememesi vs.’den başlamış, dolayısı ile orada cinsel özgürlük üzerine kurulu iken, bizde köylülük kokan bacı kültürü varmış. Böyle diyorlar. Gerçek böyle ise, bundan güzel gelişmişlik seviyesi farklı ülkeler arasında 68’i anlatan tespit olamaz zaten. Toplumsal gerçeklikten yoksun, olayları zaman ve mekân şartlarında değerlendirme yeteneğinden yoksun ezberci bakış. O yıllarda, Beyoğlu’nda, Avrupa 68’inin bir ürünü olan mini etek ile yürüyen bir genç kadının başına neler geldiğini bilmiyorlar. Dönemin gazete manşetlerinde vardır.
Elbette ki bacılarımız vardı, sırt sırta verip yoldaşlık ettiğimiz. Ancak sevgililerimiz de vardı. Övünülecek şey midir bilmem ama o dönemde omuzdaşlarımızla kurulan evlilikler hala geçerlidir ve en uzun evlilikler bizdedir.
Avrupa 68’i anlattığı gibi cinsellik sorunlarından da başlamış değildir aslında. Her şey küçük bir olayla başlar. 2 Mayıs’ta aşırı sağcı komandolar Sorbonne’da öğrenci birliği bürosuna saldırırlar. Ayrıca, Nanterre’deki solcu “haşaratı” temizleyecekleri yolunda bildiri dağıtırlar. Solcu öğrenciler üniversitenin korunması için diğer sol gruplardan yardım ister ve üniversitede koruma tedbirleri alırlar. Alınan tedbirleri “yabancı bir ordunun üniversiteyi işgal etmesi” gibi algılayan yönetim 3 Mayıs’ta Nanterre’yi süresiz kapatır. Sağcıların tehditlerini protesto eden öğrenci birliği (UNF) Sorbonne’da bir toplantı düzenler ve bu toplantı polis tarafından basılır. Sorbonne’a polisin girmesi ciddi bir hatadır. Olaylar büyür ve bütün ülkeyi saran bir genel greve dönüşür. Öğrenciler, sıradan öğrenciler dışında halkın da desteğini kazanır. Halktan kopuk olduğu doğru değildir. “İşçi kitlesi bu ‘solcu olduğu ileri sürülen’ eylemlere hiç mi hiç katılmadı, destek de vermedi.” sözleri de yanlıştır, gerçeği yansıtmaz. CGT nedir? Komünistlerin egemenliğindeki İşçi Sendikası değil mi?
Kısa bir alıntı:
“Çok büyük bir gösteriydi. Öğrenciler kendilerinin sandıklarının ötesinde, ulusun vicdanında önemli bir tele dokunmuşlardı. Cohn-Bendit bütün bulvarın kol kola göstericilerle dolu olduğunu görünce şaşırdı. ‘Bizden 20.000, Komünist Partisinden de 40.000 kişi olur sanıyorduk. Yüz binlerce insan vardı.” (s.232). (…) Sud Aviation işçileri greve gittiler. Birkaç yüz kişi. Üç gün sonra grevci iki milyon; üç gün daha, dokuz milyon. Kimse genel grev çağrısı yapmamıştı ama Fransız tarihinin en büyük grev dalgasıydı bu.” (s.235)
Daniel Cohn-Bendit şöyle anlatıyor:
“Bütün bir alanı dolaştım. Pencerelere çıkmış mahalle sakinleri bize yiyecek, süt veriyorlardı. Atmosfer inanılmazdı. Asla unutamayacağım bir an.” (Alıntılar, Ronad Fraser -1968-İsyancı Bir Öğrenci Kuşağı)
Sonra komünistlerin de katıldığı 100.000’lik yürüyüşten bahsediyor.
Komünist Partinin hareketin tırmanmasından korktuğu bir vakıa… Parlamenter yola inanan bu parti, genel grevin ayaklanmaya dönüşmesi halinde partinin dağılacağından korkuyor. Maocu parti ise (UJC-ML) devrim anının geldiğine inanıyor. 68 Fransası bu haldeymiş!
Kapitalizmin metalaştıramadığı değerler vardır. Bacı kültürünü köylülükle eşdeğer görenleri, feodal değerlerin hepsinin tu kaka olduğunu düşünenleri ilgilendireceğini umduğum bir anı… 74 affı ile dışarı çıkıp 79’a kadar parti hamallığı ile uğraştıktan sonra hiç değilse elimde mesleğim olsun diyerek fakülteyi bitirmiştim. Yazıhanem akşam saatlerinde uğrak yerlerinden biri olmaya başlamıştı. Bir akşam arkadaşlarla sohbetin koyulaştığı bir anda kapıdan 68’li yıllardan bir kız arkadaşımız girince aramızdan biri “O, bacım…” diye boynuna sarılmaya kalktı. Tepki şu oldu: “Ulan, bacı deyip beni evde bıraktınız…”, ardından da sunturlu bir küfür… Hep beraber kahkahalara boğulduk. İnsanların sevgilisi de, bacıları da olur, bu doğaldır. Olması gerekendir. Bu dostluktur. Köylülük değil.
Bir arkadaşımızın sevdiğini kaçırmak için Ankara’ya gittiğimizi anlatmıştım, Nadire Mater’in ‘Sokak Güzeldir’ kitabında. Deniz’in kızın duvar dibinden yüksek sesle “AY” diye bağırıp “fer” diye sesini küçük harflere indirdiğini de.
Feyizoğlu Deniz kitabını hazırlarken teybi burnumuza dayar; Ya hep militanca olanları anlatıyorsunuz, hiç mi magaziner bir şey yok! derdi. Zorla bir Modesti dediğimiz bir tıbbiyeliyi bir de Anadolu alabilmiş boşboğazın birinin ağzından. Oysa bu konuda anlatılacak çok şey vardır. Her sağlıklı gencin yaşadığı/yaşaması gereken güzel şeyler.
Genç Gençtir. Ateş de Ateş. Barut da barut. Gençlik her yerde hükmünü “icra eder”. Ama kuralına göre.
Hoş bir sedadır gençlik.
Sevgi ile kalın.
Mustafa Ağabey,
Sinan Cemgil ile Şirin Yazıcıoğlu evliydi, üstüne üstlük ana-babaydılar; oğluna andına uygun olarak Taylan Özgür’ün adını vermişti Sinan, öyle değil mi?
Mahir Çayan ile Gülten Savaşçı da evliydi.
Gülay Ünüvar (Özdeş) ile Müfit Özdeş de evliydi.
Siz de evliydiniz; Hale Ablam Sinan Taylan’a hapishanede bakmıştı değil mi?
Bir sürü nişanlı da vardı… Sinan Kazım Özüdoğru ile Rüçhan Manas…
Sanırım yalnızca bu kısa özet bile malum şahsiyetin de içinde bulunduğu “bacı kültürü” çığırtkanlarının savlarını çürütüyor.
BeğenBeğen
lütfi amca, son bölümdeki anılarınızda çok duygulandım.
“hoş bir sedadır gençlik”. çok güzel yazmışsınız.
elinize sağlık.
BeğenBeğen
Bizim sevdamız zulamızdaki mahzun resimdi. Biz sevgililerimizi Ferhat ile Şirin gibi sevdik. Ferhat ile Şirin’i anlayamayanlar bizim aşklarımızı da anlayamaz. Asıl asosyal olanlar, çevrelerinde bir tane bile kız arkadaşı olmayan gerici faşistlerdi.
Hakkı Karadeniz
BeğenBeğen
Mustafa agabey…
Yazdıgınız her yazıyı merakla okuyorum… Hele konu geçmiş ve bu günkü dönekler olunca daha cok okuyorum… Yeryüzünde geçmişi çarpıtan dogruları ters yüz eden devrımci kültür alamamış ama çok bildigini sanan, yolundan gitmeyip inkar eden ama konu medya çıgırtkanlıgı oldugunda hele ki Türkiye devrımci hareketine ölümleriyle ivme kazandıran o yigit fedakar insanların ölüm yıldönümü oldugunda medyada sıraya giren döneklerın hepsi bırden DÖB’cü oluyor… Kısılerın siyasal-sosyal düşüncelerini degil daha çok kişisel kahramanlıklarını anlatarak pazar kaptı ya da belkı yarın yolda yürürken bıraz daha havalı yürüyeyim diye bol keseden atan bu baylar aslında ne dün ne bu gün ne de yarın 68 ruhunu tasımıyorlar. Kişiye yön veren onun siyasal düşüncelerıdir. Geçmişin inkarcıları geçmişi kuçük burjuva devrımcılıgı olarak gören bu baylar utanmadan sıkılmadan tv kanallarında sıraya gırmekten cekınmıyorlar…
Sizlerin sahsında sizin gibi durmayı başaran yuregıyle aklanmıs, bılıncıyle geçmişi dogru aktaran bıreyler oldukca er ya da geç ülkemdekı toprak bir gün geçmişten daha fazla kabaracak verimli olacaktır… İnsanların siyasal-sosyal düşüncelerine katılmasanız bile aktarış biçiminiz çok dogru…
Söyle bir düşüncem vardı geçmişte; bu gün de aynı düşüneyi savunuyorum… Eger ki dogru ivmeyi yakalamıs bır bırlıktelık-beraberlik hangı kosullarda olursa olsun yarınların mutlulugunu ve özgürlügünü geçmişten daha çok savunur… Yarın yanagından gayrı her seyde olabilmek ancak yarınların özgürleşmesiyle mümkündür…
Saygılar
BeğenBeğen