Mustafa Lütfi Kıyıcı

Bunu yapamazsam gözüm açık gider, diye bir özlem yoğunluğunu yansıtan bir söylem vardır. Benim iki tane idi. Biri, ortada yalan yanlış anlatılan ve anlatanın kendine haklı/haksız paye çıkartan söz ve davranışlarına kurumsal tavır koyabilmek ve en azından sağ kesimin Türk Ocağı vs. gibi örgütlerine karşı düşünce üretme odağı gibi işlev gören bir örgütlülüğü sağlamaktı. Bunun için 68 Vakfını kurmanın ön hazırlıkları için önce 1983/1984 yılından itibaren Cumhuriyet Gazetesine İlhan Selçuk’un tam altına ilan vererek 68’li arkadaşları bir piknik alanında toplamak, ardından aynı ilanlarla yemekli toplantılar düzenlemekle geçti. Amacım, söylediğim gibi düşünce üretme merkezi gibi bir örgütlenme ve dayanışma idi.

Neticede çeşitli toplantılar yaptık. Şimdi yönetici konumunda olanların bazılarının pek çok itirazına rağmen 68 Vakıf’ı kuruldu. İsmine bile karşı çıkanlar şimdi başkanlık kurulu üyesi olarak görev yapıyorlar.

Kariyer önemlidir!?

Ben kabul edilebilir gerekçelerimle kurucu üye olmadım. İlk toplantıda ”Vakfın ölü doğduğunu” söyleyip ilişkimi kestim. Kariyerist eğilim, grupçu eğilim ağır bastı. Rahmetli Erdal İnönü çok önem atfedip bizim Edebiyat Fakültesi İşgal Komitesi Başkanı olan ve “Sir” olarak bilinen Uğur Büke’yi ilgilenmesi için gönderdiği, Eminönü Başkanı Ahmet Naci arkadaşın surlarda gelir getirecek önemli bir gelir kapısını verdiği Vakıf, “dernek” seviyesinde kaldı. Bu yer de birileri tarafından (!) S. Buldan’ın arkadaşlarına devredilip önemli kişisel gelir elde edildi.

Benim tesellim, Şaban İbo’nun (Zabata) “Kıyıcılar ellerini çekti, bu Vakıf artık dernek seviyesindedir” yollu açıklamasının bana aktarılması oldu.

Daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Ankara 68’lileri daha yakın bulurum kendime.

İkinci ve yapamazsam gözüm açık gidecek dediğim özlemim, 68’li dönem arkadaşlarımdan önem verdiğim bir kaçı ile bir araya gelip 68’li anıları bir araya getirmekti. Bunun için çok uğraştım.

Feyizoğlu’nun Deniz ile ilgili anıları topladığı derlemeden rahatsızdım. Oysa kitabını hazırlamaya başladığı ve bana gönderildiğinde “Biz yazamıyoruz; bari sen yaz!” diye ona olayları ve düşüncelerimizi anlatmış ve konuşması gereken arkadaşların da adres ve telefonlarını vererek kendisini yönlendirmiştim. Sonraları, kendisine anlatmadığım, Cumhuriyet gazetesinde 6 Mayıs ile ilgili yazdığım bir yazının da neredeyse tam metin olarak kitabına alınmış olduğunu gördüm. Feyizoğlu bana 2. TİP’li olduğunu ama Deniz’in önemli bir simge olduğunu söylemişti. Sonra kazanç kapısı haline getirdi.

İlk baskıları okuyanlar, kitabın daha çok benim ve yönlendirdiğim arkadaşların anlatıları olduğunu görürler…

Sonraki baskılarda ise hem Amerikan ajanlarının sözüm ona anlatımlarının hem de Amerikalıların kaçırılması, banka soygunları vs.den sonra, Deniz’in tüm gazetelerde manşetler olduğu o günlerde, Mete isimli bir öğretim üyesinin, üstelik yanında bir üst emniyet görevlisi varken Eskişehir’de bir otelde Deniz’in yanına geldiğini ve kendisinden bir anlamda yardım istediği anlatılarının da yer aldığı palavraların kitapta yer aldığını görmem üzerine tavır almak gereğini duydum. Feyizoğlu, Deniz’i fizik olarak tanımak bile gereğini duymuyor, Samsun-Ankara Yürüyüşünde önde bayrak taşıyanın Deniz Gezmiş olduğunu yazabiliyordu. Hoş, Deniz’in ağabeyi Bora Gezmiş de aynı tavır içerisindeydi. Kardeşi ile ne kadar ilgili imiş, anlaşıldı. Bayrağı taşıyan Deniz ve Dört Mustafa söylemindeki Mustafalardan Mustafa Karşılayan’dır. Ve Boyboy Mustafa dediğimiz bu arkadaşımız da sağdır.

Gelelim konumuza.

Demir Küçükaydın, bir araya gelmek ve sözlü bir tarih yazmak düşüncemi biliyordu. Bunu gerçekleştirmek için evinde 5-6 arkadaş toplandık. Demir ayrıca mükellef bir sofra hazırlamıştı. Bu meseleyi konuşacaktık. Ucundan kıyısından konuştuk da… Ancak masada içki de vardı. Ve haliyle giderek sulandı. Uzun süredir yan yana gelememiş arkadaşlardık.

DÖB kurucu bir arkadaşımız, durdu durdu… “Ben İktisat Derneğinin Başkanı olmak istediğimi söylemiştim. Neden Işıtan’ı yaptınız” dedi, öfkeyle… Diğeri Deniz, Yusuf, Hüseyin ilişkisinde kendisi de dâhil, hiç birimizin farklı bir ortamda kabul etmeyeceği zahiri bir hadiseden bahsetti. Toplantıda bulunan Selahattin Okur genellikle suskun kaldı. Kendisi eşi ile Turgutreis’e gelmişti ve benim projemden haberdardı. Zaten bu projeye hayır diyene ben rastlamadım, ama bir türlü de gerçekleştiremediğimiz bir proje olarak kaldı.

Gece bu minvalde geçti. Bilirsiniz, alkol bazı kişilerde ayıkken söyleyemediği ama illaki söylemek isteği taşıdığı şeylerin söylenmesinde itici güç görevi de görür.

Selahattin Okur ki Selaattin’miş nüfustaki adı, bir kitap yazdı. ”Nasıl Geçti Anlamadım!”

Demek ki, sözlü tarih çalışmasına katılmak istememiş. Haklı olabilir. Belki bu tasarının şimdiye kadar gerçekleşmediğine göre bundan sonra da gerçekleşebileceğine inancını yitirmiş… Bu nedenle haklı olabilir. Ancak, hiç değilse yayınlanmadan gözden geçirilmek üzere “Kadim yoldaşım” dediği kişiye gönderebilirdi, diye düşünüyorum. Selahattin’in hafızası biraz zayıftır. FKF’nin Dev Genç’e dönüştüğü kongreyi kendisi yönettiği halde bile kimin başkan seçildiği konusunda hata yapabiliyor. Başka şeyler de var ama önemli değil.

Selahattin DÖB’ün Kıvılcımlı ekibindendir. Bazı kifayetsiz lafazanlara gereğinden fazla itibar verildiği zannı ile – ki haklı olduğu sonra ortaya çıktı- DÖB’ün resmi adresi olan Yapı İşleri Sendikası’nın Cağaloğlu adresini mesken tutmuş ve işçi sorunları ile ilgilenen Demir, Sefer Güvenç, Tümer ve bazı arkadaşlarımızla birlikte çalışmaya başlamıştı. Bizler daha çok öğrenci sorunlarıyla ilgiliydik ve Tünel’deki TMGT binasında kalıyorduk. De facto bir iş bölümü gibiydi. Selahattin sonra kitabında da anlattığı gibi sendikacılığa yöneldi.

Kitabın arka kapak başlıklarının bazıları şöyle:

* Bir Mahir Çayan Klasiği: Elrom Olayı!
* Mini İşgal’de gençler oyuna geldi!
* Kızıldere olayı bir intihar eylemidir!
* Komer Olayında ODTÜ’lüler provokasyona geldi!
* Deniz Gezmiş’in idamı nasıl hızlandırıldı!
* Deri işçileri destan yazdı!

Kitapta Deniz ile Filistin’e birlikte gittiklerinde yaşadıkları, Yusuf Küpeli ile yaşadıkları olumsuzluklar var. Sarp Kuray ve arkadaşları ile ilk temas ve ertesi olaylar da… Deniz’lerin idamını hızlandıran olayları ilginç bulacağınızı zannediyorum. Bizlerin Keko Niyazi’mizin öldürülmesi ve bazı duygusal nedenlerle tam adını dillendirmediğimiz ve TBMM Senatörlerin Denizlerin idamını önleyebilecek imza girişiminin akamete uğramasına neden olan olayı açık ve kısaca da olsa yazmış. Bilindiği gibi Senatörler Kemalettin Eken Olayından sonra imzalarını geri çekmişler ve Deniz’lerin idamını önleyebilecek son girişim de başarısızlığa uğramıştır.

Kitap 384 sayfa. Emek verilmiş bir kitap. THKO olaylarını yorumlamasında, Mihri Belli’nin Parti kurulması konusunda olumsuz tavır takındığı iddiasına vs. katılmadığım şeyler var. Ancak 68’i bir de bu gözle okumak isteyenler olabilir. Kitap da bol bol Hikmet Kıvılcımlı’dan alıntı var. Sarp Kuray da “İsyan ve Tevekkül” kitabını yazarken böyle bir yöntem izlemişti. Demek ki Kıvılcımlı ekibinde böyle bir gelenek var. Kitap 2000’li yılların olaylarına yapılan yorumlarla devam ediyor.

Benim bu yazıda anlatmak istediğim şudur; bu tarih bizimdir ve anı anlatımı benmerkezci bir yoldur. Bellek yanılabilir, unutabilir. Bundan kaçınmak aynı olayları, dönemi yaşayanların ortak çabası ile ortaya çıkarsa sübjektiflikten arındırılabilir.