Orhan Yalçın Gültekin
Sosyalist İktidar Partisi’nin (SİP) yedekte tuttuğu Komünist Parti (KP) ile birleşerek Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını alması (11 Kasım 2001), kendisini “Tarihi TKP”nin devamcıları olarak tanımlayan çevre, grup ve şahsiyetleri ziyadesiyle rahatsız etmiş ve bu çevre, grup ve şahsiyetlerden Ürün Sosyalist Dergi, “Tarih Sizi Affetmeyecek!” başlıklı bir “SİP Genel Başkanlığı’na Açık Mektup” yayınlamıştı.
Şimdi ortalık iyice karıştı. “Tarihi TKP”nin devamcıları önce “Toplumcu Kurtuluş Partisi” adıyla bir parti kurdular (8 Şubat 2012), sonra da tüzük değişikliğine giderek parti ismini Türkiye Komünist Partisi olarak değiştirdiler (15 Şubat 2012).
Böylece iki “TKP” çıktı meydane, ikisi de birbirinden merdane!..
Ad dediğin nedir ki? – Shakespeare bize uymaz!..
Ünlü İngiliz şair ve oyun yazarı William Shakespeare, 1600’ün 3-5 yıl öncesinde yazmış olduğu “Romeo and/ve Juliet” adlı oyununda Juliet’i şöyle konuşturur:
What’s in a name? that which we call a rose
By any other name would smell as sweet;
So Romeo would, were he not Romeo call’d,
Retain that dear perfection which he owes
Without that title. Romeo, doff thy name,
And for that name which is no part of thee
Take all myself.Ad dediğin nedir ki? Şu bizim gül dediğimiz
Başka ad alsa da aynı güzellikte kokmaz mı?
Romeo’nun adı Romeo olmasaydı da,
Ondaki kusursuzluk kalırdı onda
O san olmadan da. Romeo, at bu adı
Senin parçan olmayan şu ada karşılık
Al bütün varlığımı.
Biz, Shakespeare ve/veya Juliet kadar konunun derinliğine yeterince vakıf olmadığımız ve “zarfa değil mazrufa bak” atasözümüzü kulak ardı etmeyi millî bir gelenek haline getirdiğimizden adlar ve simgeler konusunda fazlasıyla duyarlı olduk. Biz, onlarsız kendimizi ifade edemedik. Bu yüzdendir ki, kavgalarımızın önemli bir bölümü adlar ve simgeler etrafında döndü.
Siyaseten saf tuttuğumuz dönemde dört ismin uygun olmadığını düşündüğümüz gruplarca kullanılmasına karşı durduk. Bunlardan biri THKO’dur. Saflaşmada Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) tercih etmiş ve Türkiye Devriminin Yolu’nda yürümeye karar vermiş insanlar olarak, kökenini küçük burjuva devrimciliği olarak tanımlayan Yoldaş grubunun kendini THKO olarak kabul ettirmesine karşı durduk. İkincisi “Kurtuluş”tur. Bu adın THKP-C çizgisini savunma savındakilerce kullanılması gerektiğini düşündüğümüzden, örneğin Kurtuluş Sosyalist Dergi çevresinin kendilerine Kurtuluşçular demelerini kabullenemedik, karşı çıktık. Hâlâ da KSD demeyi yeğlerim. Üçüncüsü DÖB’dür. Kurtuluş ismini sahiplenmeye çalışanların DÖB ismini de kullanmalarını kabullenmedik. Şimdilerde Mücadelede Birlik grubu bu adı kullanıyor; onlara da aynı gerekçeyle karşı çıkıyorum. Dördüncü isim ise TKP’dir. İsmail Bilen önderliğindeki grubun kendini TKP olarak sunmasına da karşı çıktık. Hoş biz karşı çıktık diye onlar o adları kullanmaktan vazgeçmediler. Adlar ve simgeler konusunda kavga hâlâ sürüyor.
Kuşkusuz Türkiye Komünist Partisi adı bir fraksiyonun adının ötesinde önemli bir addır. Kendini komünist olarak tanımlayan herkes, kendi partisinin adının TKP olmasını arzular, TKP tarihi konusundaki bütün eleştirelliğe karşın bu arzudan vazgeçilemez. Bu yüzden o adı kullanamayanlar, hatta “Parti”yi şiddetle eleştirip arasına kalın çizgiler çizmeye çalışanlar bile, Marksist-Leninist, Bolşevik, Spartaküs, Hareket, Birlik, Kıvılcım, Devrimci Kanat vb. sonekler ve araya sıkıştırılan Devrimci, Emek vb. sözcüklerle bir dizi TKP’nin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
Sahte “TKP”
Türkiye Komünist Partisi (TKP) adı çevresindeki kavganın tarihi 1960’lı yıllara dayanır. 1951 Tevkifatı’nda ortaya çıkan bölünme ve ardından Şefik Hüsnü’nün 1957’de ölümü TKP’nin (1920) dağılmasına sebep olmuştu. 1960’lı yıllarda TKP’den geriye Mihri Belli ve zaten ayrıksı bir ad olan Doktor Hikmet Kıvılcımlı kalmıştı. Reşat Fuat Baraner henüz sağdı ama çok etkili olduğu, Parti’yi toparlama konusunda çok etkin ya da başarılı olduğu söylenemez bir durumdaydı. Böyle bir ortamda TKP Harici (Yurtdışı) Büro olarak var olan Zeki Baştımar ve İsmail Bilen çevresi, kendini TKP olarak SBKP’ye kabul ettiriyordu. Üstelik bunu yaparken başta Reşat Fuat Baraner olmak üzere TKP yönetici ve ileri kadrolarını “Parti’den atılan hainler” olarak sunmakta bir beis görmüyorlardı. İsmail Bilen’in “Parti” genel sekreterliğine gelişiyle birlikte başlayan 1973 “Atılım”ıyla da TKP adı bu tasfiyeci grupla anılır olmuştu.
TKP’yi (1920) Türkiye Komünist hareketinin milâdı kabul eden ve Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Reşat Fuat Baraner, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve diğer TKP’lilerin zor koşullarda sürdürdükleri savaşıma saygı duyan ve/ama onların siyasî yaklaşımlarıyla doğrudan bağlantıları olmayan ve Komünist hareketin tarihine eleştirel yaklaşıp da kendini TKP’li saymayanların söz konusu “tasfiyeci” gruba “Sahte TKP” demeleri de kaçınılmaz oluyordu.
“Sahte TKP”nin SSCB’nin çöküşüyle içine düştüğü ibret verici durum bilinmez değildir. TİP-“TKP” birleşmesi, TBKP süreci, sonrasında hem TİP hem de “TKP”nin tasfiyesi herkesin gözü önünde oldu.
Çakma “TKP”
Tasfiye sürecine itiraz edip karşı duranlar ise uzun bir süre boyunca birleşip “TKP”yi yasal alanda kurmayı beceremediler. Elbette kuruluşundan itibaren her daim “illegal” kalmış, “illegal” yapısını korumaya özen göstermiş TKP’nin yasal alanda kurulmaya çalışılmasının Türkiye’de demokrasinin ilerlemesiyle (!) ne tür bir bağlantısı olduğu da girişimcilerin açıklamasına muhtaç olarak kalacaktır.
“Tarihi TKP” taraftarlarının “tasfiyeci” olmayan kanadı, “topal karınca” misali girdikleri yolda ilerlerken atı alanın Üsküdar’ı geçmesi beklenmeliydi. Beklenilen de oldu. Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet, SİP oluverdi “TKP”! Allah’tan Türkçe gelişiyordu da “Sahte TKP 1” vs. “Sahte TKP 2” durumu ortaya çıkmadı; “çakma” diye bir kelime peydahlanmıştı; biz de SİP’ken “TKP” olan partiye “Çakma TKP” demekte gecikmedik.
Efendim, bu SİP de yeniyetme bir grup değil. İkinci TİP’ten 1978’de ayrılan bir Sosyalist İktidar grubu vardı. 1986’dan itibaren de çıkartmış oldukları Gelenek dergisiyle anılır olmuşlardı. 6 Kasım 1992’de kurmuş oldukları Sosyalist Türkiye Partisi (STP) “Türk ve Kürt halklarının gönüllü birlikteliğini hedefle”diği için Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılınca hemen 1993’te Sosyalist İktidar Partisi’ni (SİP) kurmuşlar ve ilk ortaya çıktıkları ada dönmüşlerdi. SİP’ten “Çakma TKP”ye terfi ettikten sonra da her seçime katılırlar.
Du bakali n’olcak!
“Tarihî TKP” taraftarları bir süredir “Suphi’den Bilen’e Gelenek Yaşıyor” diyerek yollara düşmüşlerdi. Hedeflerine varmış görünüyorlar; yasal gereklerini yerine getirdiği savlanan bir “TKP” kurdular.
Bir yanda “yuvarlak kırmızı zemin üstünde sarı çark çekiç, çark çekicin sol üstünde sarı yıldız ve altında TKP yazısı bulunan amblem”iyle bir “TKP”, diğer yanda “sarı hatla çevrelenmiş yuvarlak mavi zemin üstünde kırmızı orak çekiç, orak çekicin üstünde TKP yazısı ve altında sarı yıldız bulunan amblem”iyle bir başka “TKP”…
İki “TKP” hukuk düzleminde hesaplaşmadan önce “yeni kurulan” TKP’nin (Ürün) parti merkezinde düzenlediği basın toplantısında karşı karşıya geldi.
“Biber gazı”, “çevik kuvvet” ve “arbede” derken karşılıklı suçlamalar “olay sonrasında da haliyle sürdü; karşılıklı suçlamalarla ilk gün kapandı. “Sol içi şiddet” yabancısı olduğumuz bir olgu değil. Bunca deneyimden, acı yaşanmışlıklardan sonra, üstüne üstlük yasal alanda partiler kurup yasal alanda çalışma yapmaya soyunmuş ve sistemin mevzuatıyla sorunu aşmanın yoluna kendi rızanızla girmişken, sorunu eski bildik yöntemlerle çöz-me-meye çalışmanın ne anlama geldiğinin düşünülmesi gerekir.
Eğer siz de “nerede hareket, orada bereket” diyenlerden ya da Necmettin Erbakan’ın “reklamın iyisi kötüsü olmaz” düsturunu benimseyenlerdenseniz, iki “TKP”li siyasî yaşamımızın sol açısından hayli medyatik bir potansiyel içerdiğini görerek bu ilk gün karşılaşmasından memnuniyet duyabilirsiniz.
Belki de akl-ı selim kazanır ve iki taraf da kozlarını olağan süreçlerde paylaşma yolunu seçer.
İlk gün muharebesi hakkında tarafların ne dediklerini mi merak ediyorsunuz?
Peki… Bakın bakalım ne demişler:
• “Mevcut TKP” (2001): TKP adını aldığını iddia eden grubun irtibat numarası 155 çıktı!
• “Yeni TKP” (2012): TKP Genel Merkezine yönelik SİP provokasyonu boşa çıkartıldı!
Sayın blog sahibi, TKP(1920) tarihini çok incelemediğinizi düşünüyorum. Hatta Reşat Fuat ile ilgili yanlışlarınız mevcut. TKP(1920) tarihi ile ilgili bir vakıf var ismi TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırmalar Vakfı). Bu vakfın yayınevinin yayınladığı kitaplarda mevzuu bahis tarihimizle ilgili detaylı bilgiler yer almaktadır.
Asıl itirazımı gerektiren husus ise İsmail Bilen’in, Reşat Fuat Baraner (“yurt dışı” diyerek genel geçtiğiniz için ben ekleyeyim: Aram Pehlivanyan, Yakup Demir) hakkında yazdığınız neredeyse aşağılamaya varan bazı kelamlarınız. Başta İsmail Bilen, TKP(1920)nin ilk kadrolarından biridir ve Kemalizme zımnen destek veren Şefik Hüsnü, Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi TKP’nin enternasyonalist ilkelerinden ayrı düşmüş bazı kadrolarına karşı ideolojik savaşım vermiştir.
Durduğunuz yerden; 73 ATILIM’ını gerçekleştiren ve işçi sınıfı öncülüğünü benimseyen dönemin en güçlü gençlik hareketlerinden biri olan İGD’yi kuran kadroları, DİSK’i ve 1 Mayıs’ları yaratanları sözgelimi İbrahim Güzelce’yi, Kemal Türkler’i küçük görebilirsiniz. Bu elbette size tarihi anlatmadaki bizim kusurumuzdur. Ancak iş, aşağılamaya varınca, üstüne bir de Türkiye’nin en eski partisine “sahtelik” iması verdiğinizde, işbu yazınızı, diğer yazılarınıza yakıştıramadığımı en hafif ifadeyle bunun “şık” durmadığını belirtmeliyim.
Size İsmail Bilen ile ilgili (tarafsız bir dille hazırlanmaya gayret edilmiş ve kaynağı kendi içinde gösteren) bir kısa biyografi gönderiyorum; ilgileneceğinizi ve yazınızdaki bazı ifadeleri gözden geçireceğini umuyorum.. Saygılarımla:
İsmail Bilen
1901 de Rize’de doğdu. Küçük yaşta ailesiyle birlikte İstanbul’a göçtü. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yüksek öğrenimini ise daha sonraki yıllarda zorunlu göç ettiği Moskova’da tamamladı. Liseden sonra Haliç tersanesinde çalışmaya başladı. Bu işyerinde tanıştığı kişilerle yaşamını değiştirdi ve “bir ömür boyu olmalıdır” dediği komünist harakete katıldı. O yıllarda “ulusal kurtuluş” coşkusu yurdun her yanını sarmıştı. Yurt savuması görevi, ilk partisi olan (öncü ve onurlu görevi) TKP’ye düşmüştü. Ve bu onurlu karar alınmıştı. İ.Bilen bu karar doğrultusunda cepheye gitti. Bir süre sonra yaralandı. Birliği tarafından geri çekildi. 1927 yılında Adana Demiryolu işçileri grevinin gerçekleşmesini sağladı.1929’da İzmir’deki TKP tevkifatta yakalandı, yargılandı ve mahkum oldu. 1933’te cumhuriyetin 10. yılı için çıkartılan af yasasından faydalandırılmadı. Sinop’a cezaevine gönderilirken yolda jandarmaların elinden kaçtı. Moskova’ya gitti ve yaşamının sonuna dek bir daha ülkesine dönemedi.
Dünya Komünist Partilerinin karar organı olarak yaşama geçirilen Komünterm’de, Georgi Dimitrov’un yardımcılığını yaptı {G. Dimitrov, anılarında Bilen yoldaşın 1944’te Türkiye’ye dönmek istediğini ancak buna izin vermediğini yazar}. Komintern’de çeşitli görevler üstlenen Bilen, Türkiye Komünist Partisi’nin gerek Komintern gerekse Sovyetler Birliği ile olan ilişkisinde, ölümüne dek anahtar isim oldu.1951 tevkifatından sonra Nazım Hikmet’le birlikte TKP sekreterliğini üstlendi (Bu kısa süreliydi). 1960’lı yıllarda Zeki Baştımar ile birlikte parti merkezinin Doğu Almanya’ya taşınmasını sağladı. Gitgide likidasyona uğrayarak zayıflayan ve güç kaybeden partiyi likidatörlerden kurtarmayı başardı ve1973 yılında Baştımar’ın ölümünün ardından partinin genel sekreterlik görevini üstlendi. Bu dönem TKP’nin, tarihindeki en kitlesel ve en yoğun siyasi faaliyet yürüttüğü bir süreçti ve ATILIM dönemi olarak adlandırılmaktadır. Atılımın kadrosunda başlıca Reşat Fuat Baraner, İbrahim Güzelce gibi işçi hareketlerinin mimarları vardır. İ.Bilen Genel Sekreterliğe getildi. Ülkemizde bu yıllarda gerçek bir işçi sınıf hareketinin, onun yolundaki gençlerin, kadınların ve demokratik kitle örgütlerinin yığınsal çıkışını örgütlemiş ve gerçek katılım bilincini vermiştir.
12 Mart’ın ardından gerek yurtiçi gerek yurtdışında TKP’ye yönelen kesimlerin partiye katılmasını ve partinin yeniden güçlenmesini sağladı. Bilen, bu dönemde partinin yeni bir örgütlenmeye yönelmesine önayak oldu. Partinin ülkedeki siyasi faaliyetinin yoğunlaştığı bu dönemde yurtdışında bulunduğu halde parti ve ülkeye yönelik doğru siyasi müdahalelerin yapılmasını sağladı. Partiye katılan ve partinin kadro yapısını tamamen değiştiren yeni bir kuşağın hem örgütlenmesinde hem de parti geleneğinin bu kuşak üzerinden yeniden üretilmesinde çok önemli bir işlev üstlendi. TKP 5. kongresini topladı. 1983 yılında yapılan 5. parti kongresi ile genel sekreterlik görevinden ayrıldı ve parti genel başkanlığı görevini üstlendi. 1983’te uzun yıllar yapılamayan kongrenin yapılmasını sağlamıştır. Ancak yığınsallaşmanın getirdiği olumsuz bir gelişme de parti üyelerine gerekli eğitim verme aralığı yeterli değildi ve üyelerin çoğu geldikleri toplumsal yapıların olumsuzluklarını üzerlerinden tamamen atamamıştı. 12 Eylül faşizmi de bu öznelliği olumsuz yönde derinleştirmişti. Böyle bir ortamda yapılan kongrede yeni likidasyoncular oluştu ve parti kongresine damgalarını vurdular.
Bu kongreden birkaç gün sonra 18 Kasım 1983’te Berlin’de Marat yoldaşı yitirdik. İsmail Bilen’in, partimizin nicel ve nitel olarak gücünün zirvesine ulaştığı Atılım döneminin genel sekreteri olarak parti tarihinde son derece önemli bir yeri bulunmaktadır. Marat, Laz İsmail, Savaş Üstüngel gibi isimler ile “İstanbul Hemşerileri”, “Savaş Yolu”, “Güneşli Dünya”,”TKP’nin Kuruluşu” isimli kitapları bulunmaktadır.
MÜHİM BİR NOT: 12 Eylül faşizmi (maske değiştirerek) tam gaz devam ederken TKP(1920)’yi yasallaştırmak son derece yanlıştır. Programını da benimsemediğim bu yeni TKP’yle ilgim sadece eski yoldaşlarımın orada yer almasıdır. Birçok basın yayın organında(tarafsız olanlardan bahsediyorum) biber gazlı saldırının SİP_TİP tarafından yapıldığı belirtilmiştir. SİP-TİP daha önce Kürt öğrencilere Dev Sol’a da saldırmıştı.. Bu konuda haklının yanında olmayıp, tavırsız kalıp, bir de “seyreyle gönlüm” muhabbeti yapmayı, sizin gibi düzeyli bir insana yakıştıramadığımı bilmenizi isterim..
BeğenBeğen
Sayın Murat Uner,
Öncelikle yazıma ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Üşenmemiş uzun uzun da yazmışsınız. Bir kaç noktayı açıklığa kavuşturmam gerekiyor:
1. Siz, İsmail Bilen ile Reşat Fuat Baraner’in aynı grup içinde yer aldığını yazıyorsunuz. Bu, hiç de doğru değil. TÜSTAV kaynaklarında da bu iki ismi yan yana koyacak bir kanıt olduğunu düşünmüyorum. Hele hele 1973 Atılımı kadroları arasında Reşat Fuat Baraner’in de olduğu savınız sanırım bir yanlış hatırlamadan kaynaklanıyor, zira Baraner, 14 Ağustos 1968’de yaşama veda etmişti. Eğer “Harici-Yurtdışı Büro” diyerek bir hakaretim olmuşsa, bu kesinlikle Reşat Fuat Baraner’i içermiyor, çünkü Reşat Fuat Baraner, TKP Harici Büro’da görevli değildi, bildiğim kadarıyla. Öte yandan TKP Harici Büro demek küçümsemek değildir.
2. Benim Zeki Baştımar-İsmail Bilen kliğini tasfiyeci olarak görmem kendi siyasal bakış açımla ilgilidir; sizin tam tersini iddia etmeniz de sizin siyasal bakış açınızla ilgilidir. Ama muarızınızı doğru temelde eleştirmeniz gerekmiyor mu? Örneğin benim “Türkiye’nin en eski partisine ‘sahtelik’ iması verdiğimi” söylüyorsunuz. Oysaki ben, sizin “en eski parti” dediğinizin bir tasfiyeci örgütlenme olduğunu savlayıp o yüzden “sahte” diyorum. TKP (1920) gerçektir. 1973 Atılımı’nı yapan parti ise, Türkiye’nin en eski partisi değildir, onu tasfiye edip kendi kliğini onun yerine geçirenlerin partisidir. Benim görüşüm budur.
3. Bir siyasi grubu, üstlendiği ad sebebiyle “sahte”, “çakma” vb. adlarla anmam, o siyasi grubu ve o siyasi grup çerçevesinde savaşım verenleri küçümsediğim anlamına gelmez.
4. TKP’nin (1920) ilk kadrolarından biri olan İsmail Bilen, “Kemalizme zımnen destek veren Şefik Hüsnü, Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi TKP’nin enternasyonalist ilkelerinden ayrı düşmüş bazı kadrolarına karşı ideolojik savaşım vermiş”se bunun belgelerini de görüp okuyabilmeyi çok isterdim.
5. Mühim bir not: “Birçok basın yayın organında (tarafsız olanlardan bahsediyorum) biber gazlı saldırının SİP_TİP tarafından yapıldığı belirtilmiştir. SİP-TİP daha önce Kürt öğrencilere Dev Sol’a da saldırmıştı.. Bu konuda haklının yanında olmayıp, tavırsız kalıp, bir de “seyreyle gönlüm” muhabbeti yapmayı, sizin gibi düzeyli bir insana yakıştıramadığımı bilmenizi isterim.” diye yazmışsınız ya… Ben de bunu size yakıştıramadım. Mesela ben sizin bahsettiğiniz “tarafsız” yayın organlarının hangileri olduğunu bilmiyorum. Sıcağı sıcağına haberi aktaran Evrensel de “TKP Yumruklaşması” başlığı altında “İki taraf da birbirini provokatörlükle suçlarken, yumruklaşma nedeniyle bir kişi yaralandı.” diye yazıyor ve ancak bir sav olarak şunu ekliyordu: “Mevcut TKP’ üyesi olduğu iddia edilen bir kişi, ‘Yeni TKP’ genel merkezinin içine biber gazı sıktı.” Olay 18 Şubat’ta olmuş. Her iki “TKP” de açıklamalarını akşamüzeri yapmış. Benim yazım hemen ertesi gün yazılıp yayınlanmış. Yazımın altına her iki “TKP”nin açıklamalarının bağlantılarını koymuşum. Kusura bakmayın ama daha fazlası da benim elimden gelmez.
Olay sonrasında her iki “TKP” birbirinden davacı olur. Mahkeme kararını verir. Ne bileyim, olmadı Yargıtay’a gidilir. Kamera kayıtları filan ortalığa saçılır. Ben de takip etmez ve sonucunu yazmazsam, o zaman beni eleştirin.
BeğenBeğen