Mustafa Lütfi Kıyıcı
Gündem sürekli değişiyor. Bir gün başka ertesi gün başka konular toplum mühendisleri tarafından servis ediliyor. Muhalefet birine cevap yetiştirirken, gündemi başka bir konu kaplıyor. Muhalefeti sadece iktidara reaksiyon diye anlarsan, iktidarın kuyruğuna takılıp gidiyorsun. İktidar da senden son derece memnun kalıyor.
Biz gene kendi alanımıza dönelim.
Bu toz duman arasında, anımsayan var mı bilmiyorum. “Demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz, demokrasi araçtır!” denmişti. Bir de; “Demokrasi tramvay gibidir. Hedefine varana kadar binersin, sonra inersin!” diye bir şeyler vardı. Derin mevzu. Biz gene demokrasi diyelim. “İleri”sini daha önce de görmüş, 70’li yıllarda ”TKP”lileri “ilerlemeciler” tanımıyla anar olmuştuk.
Şimdi görüyoruz ki, dünün “mağdurları” günümüzün muktedirleri, bu kavrama sahip çıkıyor ve güçlerinin doruğunda olduğu zannıyla demokrasi diye diye, ”demokrasi durağında inmek” gayreti içerisinde oluyorlar.
Oldum demek çürümenin başlangıcıdır, deyip geçelim.
İleri demokrasimizin örneklerinden, Hrant Dink davasının niçini nedeni, kimlerlesinin tartışılmadığı, tetikçilerin yargılandığı son duruşmasını izlemek üzere Beşiktaş Adliyesine gitmiştim. Birkaç tanıdık yüz gördüm. Şükran Soner’i, Dr. Gençay Abiyi, Uğur Olca’yı, Oral’ı… Oral ile birden sarıldık. Özlem vs. gibi laflar ettik. İnsan böyle oluyor. Onca yaşanmışlıklara karşın, bir şeyler birden unutuluveriyor. Yaşanılmış güzellikler öne geçiyor. Oysa neredeyse 25-30 yıl görüşmemiştik.
Oral ile hukukumuz eskidir. İstanbul Üniversitesi işgal dönemlerinde İstanbul’da idi. Ve onu DÖB için “gizli bir merasim!” ile ben örgütlemiştim. İşgal bitmişti. Sonraki günlerden birinde TMGT’de idik. Oral’da orada idi. Bulunduğu İTİA’da okulunun eylemlere katılmasında etkili olmuştu. Elbette ki bu başarıda bizim de payımız vardı. Etrafımızda bir beklenti halinde dolaşıyordu. Her eyleme koşuyordu. Ağzı laf yapıyordu.
İlginç biçimde DÖB’ün bir illegal çelik çekirdeği olduğu şeklinde ‘sol’ çevrelerde bir algı vardı. Buna bizim bazı tavır ve davranışlarımızın ya da kullandığımız terminolojinin sebebiyet verdiği açıktı.
Gürkan ile göz göze geldik ve Oral’ı TMGT’nin Kadınlar Örgütünün odasına soktum. Oda yarı karanlık. Bayrak zaten var. Silah da. Bildiğim sadece bayrak ve silah üzerine yemin ettirmekti. O anda aklıma gelen bir antla sadakatini devrimci örgüte adayacağına dair bir yemin ettirdim ve her kelimeden sonra tekrarlattım. Huşu içinde tekrarladı. Odadan önce çıktım. Ne halde olduğunu bir müddet sonra çıktığında anlayacaktık. Gürkan, sen ne yaptın der gibi bana bakıyordu. Anlattım. Oral heyecanını yenmiş halde odadan çıktı. Mutlu bir hali vardı.
Sonra Oral yeniden seçme sınavlarına girip Ankara’ya SBF’ye gitti, zaten İstanbul’da kalıcı olmadığını biliyorduk. SBF’ye kaydını yaptırdığında, oradaki arkadaşlarımıza DÖB’lü bir arkadaşımızı gönderiyoruz diye referans da vermiştik. Fikir Kulübüne Başkan yaptılar.
Aradan zaman geçti, irtibatımız koptu. Doğu Perinçek ile aramızda sorunlar filizlenmenin ötesine geçmişti. Kiminle birlikte hareket edeceğiz, kim Doğu’dan yana tavır koyacak diye SBF kantininin merdivenlerinde SBF’nin ileri gelen arkadaşlarıyla konuşuyorduk. Sizin gönderdiğiniz Oral da Doğu’nun yanında deyince, ”Siz de o kadar yükseltmeseydiniz”, diye sıyrılmaya çalıştığım anda, sonraları Kurtuluş hareketinin etkin liderlerinden olan Kaçaroğlu koltuğunun altındaki kitapları yere savurarak; ”Cumhurbaşkanı adayı gibi adam gönderiyorsunuz, şimdi de ettiğin lafa bak!” diyecekti.
Oral ile karşılaştığım ilk fırsatta bir kenara çektim ve “İstifanı kabul ettik!” dedim. Usul böyle olmalıydı. Anladı.
Sonrasını Oral’ın anılarını yazdığı kitaplardan izledim ve belki de çocukça ya da özenti ile yaptığım ‘şaka’nın nerelere vardığını hayretle gördüm.
Mücadelenin TİP içinde yürütülemeyeceği anlayışının yaygınlaştığı günlerden birinde, Mihri Belli’nin annesinin Kızılay’a yakın bulunan evinde 20 Mayıs 1969 Salı akşamı toplandık, diyor Oral. 68 Başkaldırının Yedi Rengi kitabında. Kitap yanımda olmadığından, Selahattin Okur’un ”Nasıl Geçti Anlamadım” kitabındaki alıntılardan aktarıyorum: “ O zamanın gençlik liderleri (en kafa adamları) Mihri Belli’nin başkanlığında toplanır. Katılanlar: Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Doğu Perinçek, Yusuf Küpeli, Gülten Çayan, Oral Çalışlar, Gün Zileli, Ömer Özerturgut, Cengiz Çandar, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Tarık Almaç, Mustafa Kemal Çamkıran.”
Bu toplantıdan TİP’e alternatif bir örgütlenme konusunda bir sonuç çıkmaz. Aslında bunu legal partileşme konusunda bir sonuç çıkmadı şeklinde anlamak gerekir. Nitekim bu toplantıdan çıktıktan sonra Oral, Kızılay Parkında Doğu Perinçekçi arkadaşlarıyla oturduklarını, DÖB’ün zaten bir örgütlenmesinin olduğunu, Mahirlerin de kendi örgütlenmeleri olduğunu dillendirerek kendilerinin de bu yönde bir örgütlenme içerisinde olmaları yolunda karar aldıklarını anlatır. Maocu örgütlenme öyle başlar. Devrimci yetmez, ”ihtilalci” sıfatını örgütlerinin başına yerleştirirler.
Doğu’nun bu toplantı ile ilgili anılarında “maceracılar parti gerçeğini inkâr ettiler” sözündeki maceracılar galiba bizler oluyoruz. İnkâr edilen legal partidir. Biz Küba deneyiminde olduğu gibi,”foko”diye adlandırılan ve Regis Debray’in “Devrim de Devrim mi?” kitabında anlattığı iç disiplini olan bir örgütlenmeye daha yatkındık. Castro’nun Ché’nin devrim yoluna girerken Küba’da zaten Ortodoks bir KP’nin olduğunu veya Mao’nun gene devrim yoluna girdiğinde Çin’de ayrı bir KP’nin olduğunu okuduklarımızdan biliyorduk. Legal partiyi savunanları “icazetli sosyalistler” olarak niteliyorduk.
Sonra legal parti için başka toplantılar da yapıldı. TİP içerisinde önemli mevziler de ele geçirildi. Örneğin İstanbul TİP’i de, Behice Boran’ın etkili konuşmasından sonra bile, bizler kazandık. Legal şartların önemi, kitleye ulaşmaktaki avantajları tartışmasızdı. TİP içerisindeki Kürt delegeler, Kemal Burkay başkanlığında Mihri Belli ile irtibat kurmuşlar. Mihri abinin anlatımı ile; “Biz de milletvekilliği yok!” deyince bu birliktelik de oluşmamış. Ama legal parti anlayışında önemli mesafeler aşılmıştı.
Ankara’da 29/30 Ekim günü Sırrı Öztürk’ün başkanlığında açık bir toplantı yapıldı. Peki, ne oldu? Bu kez de Mahir, Yusuf, Ramazan üçlüsü parti konusunda olumsuz tavır takındı. Mahir, Ankara’da olduğu halde bu toplantıya katılmadı. Ancak arkadaşlarınca söylenmekte olan karşı tez; “Mihri Belli’nin kuracağı parti Latin Amerika KP’leri gibi olur.” görüşünü dile getiriyordu. Neden böyle olmuştu? Çünkü kendi partilerinin temelleri çoktan atılmış ve varlık sebeplerini meşrulaştırmak için Mihri Belli‘ye yönelik eleştirileri yoğunlaştırmışlardı. Üstelik bunlar daha düne kadar birlikte savunulan konularda yapılmaktaydı. Latin Amerika KP’lerinin gerilla faaliyetlerine karşı olduğu bilinen bir gerçekti. Gerilla hareketleri KP’lere rağmen yapılan hareketlerdi.
Gerilla romantizminin etkisinin/rüzgârının etkin olduğu dönemde, Ché zamanında, 20’li yaşlardaki delikanlıların başka türlü düşünmesi beklenemezdi, diye düşünürüm.
Sonra Oral farklı yerlerde oldu. Hatta şablonculuk o hale geldi ki, Çin’de Konfüçyüs’e karşı etkisizleştirme kampanyası başladığında, bizde de Mevlana’ya karşı kampanya yürütmeye kadar işi vardırdılar. En kötüsü de Aydınlık Gazetesinin sorumlusu olduğu dönemde, dışlarındaki ‘sol’cuların adreslerini yayınlamaları, hedef göstermeleriydi. Bu konuda Gün Zileli’nin Yarılma ve Havariler kitabı okunmalıdır.
Sonraları Doğu’dan ayrılanlardan oldu. Oral da ayrıldı. Bir zamanlar siyasi çizgisini en sert şekilde eleştirdiği Cumhuriyet’te iş buldu. Şimdi Radikal’de. Şimdi o demokrat.
Bugün o, çeşitli TV’lerde izlediğimiz bir “akil adam”.
Vatana Millete hayırlı olsun. Merakım ise şudur, kendi ile barışık mıdır?
Oral ile ilgili anıları aktarırken bir dönemin anımsattıklarını paylaşmak istedim.