Mustafa Lütfi Kıyıcı

Tuncer Sümer’in yazdığı kitabın adı Devrim. Olaylar içinde yer alanların anılarını anlatması kolaydır da nedense yazmaya eli varmaz insanın. Tuncer Sümer THKO olayları içersinde yer almış, yargılanmış bir arkadaş. Uzun yıllar hazırlığını yaptığı kitabı nihayet baskıya vereceğini yazmıştı. Kitap ODTÜ’nün rahlesinden geçmiş Veli Karaöz’ün Evrim Yayınevinden çıktı.

Kitap “‘DEVRİM’e inandıkları için öldürülen THKO savaşçıları (…) ve tüm öldürülenlere Saygıyla.” başlıyor. “Sol” kamuoyunda THKO hareketine katılmışlar olarak bilinen o dönem elemanlarının referansı ile “Kitap, Denizler ve THKO hakkındaki spekülatif, kimi doğru olmayan söylentilere, metinlere de bir cevaptır.” tezi ile çıktığı belirtiliyor. Daha çok Ankara odaklı. Sadece bu tezi için bile geçmişi irdeleyen, bilmek isteyen, bu konuda araştırma yapan/yapmak isteyenlere önemli bir kaynak sunuyor.

Tuncer Sümer, bunu; “En doğru bilgi, doğrudan kaynağından elde edilen bilgidir. Elinizdeki belgeler, kaynak belgelerdir. Dolayısı ile her biri bilginin bizzat kendisidir. Anlatım, yorum, aktarma türünden belgelerden özellikle uzak durulmuş ve her belgenin kaynağı dipnotları ile belirtilmiştir.” demek suretiyle kitaba aldığı sorgu ve savunmaları bilgi sahibi olmak isteyenlerin istifadesine sunmuştur. Bu bakımdan da önemlidir.

Tuncer Sümer’in deyişiyle “Kitapta bu konudaki iki istisnadan biri, anı ve anlatıların yer aldığı ‘Giriş’ bölümü, diğeri ise birinci bölüme yerleştirdiğim ve dönemin bazı koşullarını kısmen de olsa yansıttığını düşündüğüm özel anılarıma yer vermem olacaktır.”

Benim bu “dönemin bazı koşulları” konusunda anlatmak istediklerime geçersek, öncelikle söylenmesi gereken “dönemin bazı koşulları”nı ya da THKO, THKP-C, TİKKO gibi silahlı mücadeleyi savunan ve bu mücadele biçimini benimseyen örgütlerin ortaya çıktığı ortamı anlatabilmektir.

1960’lı yıllarda, o döneme kadar en özgürlükçü 61 Anayasasının yürürlükte olduğu, “anayasa sosyalizme açık mı, kapalı mı?” söylemleri arasında TİP’in kurulduğu ve TBMM’de 15 milletvekili bulundurduğu bir dönemdir bu dönem.

“Sol” Kemalizmin, gardrop atatürkçülüğünün tartışıldığı ve kamuoyunu oluşturan ‘akil adamların’ neredeyse tamamının sol kemalist olduğu, ilerici/gerici tartışmalarının odakta olduğu bir ortamda kemalizmden sosyalizme geçmek hiç de anlaşılmaz bir şey değildir. Kemalizmden sosyalizme geçtik söylemi günümüzde bazıları tarafından yardırganıyor olsa da bu bir gerçekliğin ifadesidir. THKO savunmalarında bunu açıkca görebilirsiniz.

Sosyalizmi savunan TİP’den kopuş ise yöneticilerinin güleryüzlü sosyalizm vs gibi gençliği tatmin etmeyen, belki legalite endişesiyle, belki gerçekten inanılarak söylenen “aman eylem yapmayın, faşizm gelir” söylemleri vs. nedeniyledir. Gençlik dışlanmıştır. Tatmin edilememiştir.

TİP dışında “icazetli sosyalizm”, “parlamento dışı muhalefet” gibi gençliğe daha cazip gelen ve ona eylem alanları açan bir dünya vardır. Bu alanda M. Belli’nin söylemi ile parlamenter mücadele sadece mücadelenin %10 ‘dur.

Bu anlayışla, ABD emperyalizminin somutlaşmış simgesi olan 6. Filo erleri Deniz Gezmiş’in önderliğindeki gençlik tarafından Dolmabahçe’de denize dökülmüştür. Bizim görüşümüzün yani MDD stratejik anlayışının egemenliğine geçen FKF’de iki dönem örgüt sekreterliği yapan Ruhi Koç arkadaşımızın anlatımıyla binlerce köy dolaşılmış, üreticileri korumak amaçlı tütün, fındık, sarımsak, aklınıza ne geliyorsa o ürünlerin mitingleri yapılmıştır.

Gençlik neredeyse muhalefetin tek odağı olmuş, Dev Genç ister istemez parti işlevlerini üstlenir hale gelmiş ve gençlik liderleri ya faili meçhullere ya da olur olmaz gerekçelerle hapse atılmaya başlanmıştır. Deniz Gezmiş üzerinden örneklersek, Mart 1968’den Mart 1971’e kadar tam sekiz kez tutuklanmıştır. Devrimci gençlik hareketi içersinde bu denli odağa alınmış bir kişi daha yoktur.

Bu ortamda sadece sosyalist devrimciler yoktur. Bir de YÖN/DEVRİM gazetesinin etkilediği, teorideki adı küçük burjuva radikalleri olan bir kesim vardır. Bunlar 27 Mayıstan daha öte kazanımlar sağlayacak bir “ihtilalin” peşindedirler. Medyada da etkileri vardır ve devamlı “bir sabah ansızın gelebilirim” şarkısı söylenmektedir. Dikkat edilirse darbe değil görece daha olumlu algılanabilecek ihtilal kelimesini kullandım. Hiç etkilenmediğimiz anlamında değil.

THKO, THKP-C,TİKKO bu ortamda doğmuştur. TİP etkisi dışındaki hemen hemen tüm devrimci gençliğin, ordu gençliğin, köylü gençliğin oluşturduğu ve etkisi altında kaldığı ortam budur. Bir de zafere ulaşmaya doğru giden Vietnam Savaşını, Çin’in tek tip elbiseli eşitlikçi propagandif yüzünü, Afrika’daki bağımsızlık hareketlerini, Latin Amerika’daki gerilla hareketlerini ve illa ki ABD’nin burnunun dibindeki Küba zaferini ve efsaneleştirilen CHE olayını unutmayalım. Che’nin “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş naralarımız kulaktan kulağa yayılacaksa, mavzerlerimiz elden ele dolaşacaksa, ölüm hoş geldi sefa geldi!” söyleminin bağımsızlık/özgürlük/eşitlik için kendini fedaya hazır beyinlerde yansımalarını düşünün. CHE zamanı yaşanmadan anlatılmazdır. Ancak, CHE’nin Latin Amerikanın en geri ve devrime en hazır ülkesi olarak kabul edip gerilla hareketine giriştiği ve öldürüldüğü Bolivya hareketlerinden yıllarca sonra Avrupa’da ve bizde efsaneleştirildiğini de bir yerlere not edelim.

Dönem, ortam budur. Devrimci gençlikte iki sıfat/tanımlama egemendir; devrimciler ve pasifistler/oportünistler. Devrimcilerin silahlı mücadeleyi savunanlar olduğunu söyleyenler olduğunu söylemeye gerek var mı?

”Sol” sokağa hakimdir. Faşist odaklar kırsal alanlarda yakın döğüş vs. konusunda komando adını verdikleri gençlere eğitim yaptırmaya başlarlar. Gerici basında, özellikle o zamanki Bugün gazetesinde M. Şevki Eygi “din elden gidiyor” çığlıklarıyla yayın yapmaya başlar. Ve neticede 16 Şubat 1969’da Taksim’de “Kanlı Pazar”ı gerçekleştirirler. Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç isimli iki devrimci öldürülür. Ancak sanık olarak, aralarında bu satırların yazarı ve dönemimizin Kültür Bakanının da bulunduğu 40’a yakın kişi İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan tarafından ilan edilir. Beşiktaş Işık Mühendislik’te Mehmet Cantekin, İTÜ Yurdu polis baskınında Vedat Demircioğlu ve Beyazıt Meydanında Em.Yrb. Talat Turhan’a göre sonradan üst düzey generalliğe kadar yükselen bir üsteğmen tarafından Taylan Özgür, öldürülür.

Devrimci gençlik meşru müdafa düşüncesi ile silahlanmak zorunda kalır. Tuncer Sümer, DÖB kurucu üyesi ve sonraları da Dev Genç Bölge Yürütme Kurulu Başkanı olan Cihan Alptekin’in Kanlı Pazar’dan hemen sonra bir grup arkadaşı ile halk savaşı verilmesi kararı aldığını söylemektedir. Gerçi dip notunu verdiği sayfada ve diğer yerlerde de bu bilgiyi bulamadım ama o günlere uygun bir tespit. Düşünün ki bu gün CHP’yi öz örgüt olarak gören M. İlker Gürkan, “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara!” şiirleri söylüyordu. Hüseyin/Yusuf Diyarbakır cezaevinde iken İleri dergisinde “Selam Onlara!” diye methiye düzen de Gürkan’dı.

Mahir’in bir deyişi vardır; benzerler bir yerde, ayrılar ayrı yerde. Benzerler bir yerde karşılaşır ve beraberlikler doğar. FKF’nin Dev Genç’e dönüştüğü Kongrede Mahir ile birlikte hareket etmiş ve kongreyi belirleyen iki önerge vermiştim. Biri ile Doğu’nun yanında yer alan Halil Berktay ve Şahin Alpay’ın yazılarında devrimci süreci dört aşamaya ayırıp ilk ikisinde küçük burjuva radikallerine öncülük vermeleri nedeniyle cuntacı görüşlerini deşifre etmekti amaç; diğeri de İstanbul FKF yöneticiliği yapan ve bizi hayli uğraştıran TİP eğilimli Veysi Sarısözen ile Osman Arolat ve Sıtkı Coşkun’un “iflah olmaz oportünist” oldukları gerekçesi ile kongre kararı ile atılmalarını sağlayan önergelerdi.

Benimkisi insiyatif kullanmaktı ve arkadaşlarımız arasında Doğu’ya sempatisi olan Gürkan ciddi olarak üstüme üstüme geliyordu. Mahir’e haber göndererek İstanbul’a gelmesini temin ettim ve İTÜ’de verdiği konferansla ortam sakinleşti. Gürkan’ın da sesi kesilmiş olmanın ötesinde olumlamalar oldu. Mahir aslen İstanbul kökenli olmakla beraber o zaman okunan okula göre Ankaralı-İstanbullu ayırımı yapıldığı için İstanbul ekibi ile kaynaşması bu olaydan sonradır ve Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup olayına kadar bizim teorisyenimiz olarak kabul edilmiştir.

Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil ile karşılaşmamız sonuçları itibarıyla daha ilginçtir. Samsun-Ankara yürüyüşünden dönmüşüz. Ankaradayız.TİP’in Kongresi var. Başkanlığını Çetin Altan yapıyor. Kongrenin yapıldığı S. Sırrı Tarcan Spor Salonuna gittik. Daha önce Deniz ve arkadaşları Kongreyi basacaklar diye bir söylenti çıkmış; bizim haberimiz yok. Bizi Kongre Salonunun kapısında karşılayanlar, yani bize karşı kongreyi savunup salona sokmayacak olan arkadaşlar, güvenlik sorumluları kim dersiniz? Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil’in de aralarında bulunduğu, sonradan kader birliği edilecek, birlikte ölüme gidilecek arkadaşlar.

İstanbul’da bir eylem sonucu aranmaya başlandığımızda sığındığımız yerlerden biri ODTÜ yurtlarıydı, SBF Yurduydu. İzmir’e gittiğimiz de olurdu. Gerçi ODTÜ ile ilişki bazı DÖB’lü arkadaşlar bakımından Bekir Harputlu dönemine kadar gidiyordu ama gerek Eymir Gölü’ndeki köfte komününde gerekse yurtlarda ev sahibliğini yapan Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’dı.

Ankara girişinde Çiftlik durağındaki aramada otobüs içersindeki aramada içinde üç silah bulunan bir çanta yakalatmıştım. Yanımdaki arkadaş böyle bir durumda çantaya sahip çıkıp benim diyecek beni kurtaracaktı. Ancak arkadaşın ağzından “Be… Be…” sesi çıkıyor gerisi gelmiyordu. Benim deyip onu ben kurtardım. Silahların biri İspanyol 9’luk Star’dı. Bu Gazetede Sten diye yazılmış. Ankara Ulucanlarda Yusuf karşıladı. İlk sorusu; “Steni nereden buldunuz ?” idi.

Türk Solu (Bu günkü ile alakası yok) Haftalık dergimizin kapatılmasından sonra Türkiye Solu dergisi diye bir dergi çıkarmaya başladık. 12 Mart darbesi olmuş henüz sıkıyönetim ilan edilmemişti. İlk sayıda Deniz’in gençlik liderliğini anlatan “Selam Onlara!” diye bir yazı vardı. Şevki Akşit de “THKO Olayı” başlıklı bir yazı yazmış, ancak riskli olduğundan imzasını yazmamıştım. Bunlardan suç olan fiili övmek ve 142’den sonraları mahkûm oldum.

Derginin çıktığı gün THKO’lu Metin Eşrefoğlu derginin yazıhanesinde derginin matbaadan gelişini bekliyordu. Dergiyi okuduğunda “Peki ayrılık nerede, Kıyıcı!” dedi. Mücadele anlayışı ve zamanlamasında diye cevap vermiştim.

Tuncer Sümer’in kitabına aldığı THKO savunmalarının çoğuna katılırım. Dönemi ve düşünce yapısını yansıtması bakımından öğreticidir. Özellikle bu gün bu çizginin takipçileri için naif bulunacağını da zannederim.

Bu tarih ortaktır… Geçmişi anlatmak, geleceği inşa etmek içindir.

Tuncer Sümer’in kitabını bir boşluğu doldurduğu ve yenilerine yol açmasını umut ettiğim için olumluyarak okudum. Kitap, elimizi uzatsak Devrime ulaşabileceğimizi zanettiğimiz günleri anlatıyor.

Sevgi ile kalın.