Niyazi Kızılyürek

Geçtiğimiz günlerde AKEL Merkez Komite eski üyelerinden Hıristakis Vanezos’un “Derviş Ali Kavazoğlu: 11 Nisan 1965 Lefkoşa-Larnaka Yolu” başlıklı bir kitabı yayınlandı. Kitap, Vanezos’un anılarından yola çıkarak hazırladığı ve Kavazoğlu’nun yaşamından ilginç kesitler sunan bir anı kitabıdır. Doğrusu, Hıristakis Vanezos böyle bir anı kitabını yazabilecek en iyi isimlerden biridir, çünkü Kavazoğlu yaşamının sonlarına doğru Vanezos ile aynı evi paylaşıyordu.

Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin barış içinde bir arada yaşamasına inanan ve sendikacılıktan gelip kendini solcu bir aydın olarak yetiştiren Derviş Ali Kavazoğlu, diğer birinci kuşak Kıbrıslı Türk solcular gibi, Taksim fikrine karşı çıkmış ve işçi sınıfının birliğiyle Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin kardeşliğini savumuştur. Nitekim 1957 yılında Nihat Erim’e gönderilen “AKEL Türk Kolu İdaresi” imzalı bir mektupta -bu mektup büyük bir ihtimalle Kavazoğlu’nun kaleminden çıkmıştır- şöyle deniyordu:

“Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar yaşamaktadırlar. (…) Son zamanlarda parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olamayacağı gibi kabili tatbik de değildir.”

Fakirlik yüzünden ilkokulu bitirdikten sonra okul eğitimine devam edemeyen Derviş Ali Kavazoğlu’nun okumaya çok meraklı biri olduğu anlaşılıyor. Özker Yaşın ile Mapolar’ın kitapçı dükkanlarına sık sık uğrayan Kavazoğlu, yüklü miktarda kitap sipariş yapıyor ve bu kitapları kendi okuduğu kadar diğer işçilere de dağıtıyordu.

Kavazoğlu, Nazım Hikmet’e büyük hayranlık duyuyordu. Zaman zaman birbirlerine mektup yazdıkları da biliniyor. Kavazoğlu, Nazım Hikmet’in “sen yanmasan / ben yanmasam / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” mısralarını severek okuduğu da anlaşılıyor. Nitekim Hıristakis Vanezos, Derviş Ali Kavazoğlu’nu “son derece ciddi” ama ciddi olduğu kadar “güler yüzlü, şakacı ve içten biri” olarak tanımlarken, şiire çok meraklı olduğunu, sık sık Nazım Hikmet’ten söz ettiğini ve özellikle de “Kavgam” adlı şiiri severek okuduğunu anlatıyor.

Marksist öğretiyi benimsemiş bir komünist olarak Kavazoğlu, benimsediği ideolojinin en temel özelliklerinden olan Enternasyonalizmi yaşamının önemli bir ilkesi haline getirmişti. Milliyetçilik ve şovenizmden uzak duruyor, arkadaşlarını da bu yönde etkiliyordu. Vanezos’un anlatısında bu açıkça görülüyor:

“Ben ve Leonidas kilisenin, siyasi partilerin ve eğitim sisteminin dayattığı Helen Megali İdeacılığından arınma ve Enternasyonalizmi benimseme yönünde attığımız ilk adımları Derviş Ali Kavazoğlu’na borçluyuz”.

1958 1 Mayısı’ndan sonra PEO sendikası üyesi Kıbrıslı Türk işçilere karşı girişilen saldırılar sonucunda Kavazoğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarından bazıları katledildi, bazıları da Londra’ya yerleşmek zorunda kaldı. Yurt dışına gitmeyi reddeden Kavazoğlu, bu tarihten sonra Kıbrıs Rum semtine yerleşti ve kısa süren yaşamı boyunca hep orada kaldı.

Derviş Ali Kavazoğlu PEO’da sendikacı olarak çalışırken, AKEL Merkez Komite üyeliğine kadar yükselen ve böylece AKEL’in bu son derece etkili organında görev yapan ilk ve her halde de son Kıbrıslı Türk oldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kavazoğlu

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra bağımsızlık fikrine dört elle sarılan Kavazoğlu, Cumhuriyet gazetesine takma isimlerle yazılar yazıyor ve Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan ile sıkı bir işbirliği içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hayat vermeye çalışıyordu. Vanezos’un tanık olduğu ve anlatısında da yer verdiği iki buluşma, Kavazoğlu-Hikmet-Gürkan ilişkilerine ışık tutmak bakımından oldukça yararlıdır. Biri, Lefkoşa’ın Kıbrıs Rum semtinde “Lokmacı” adıyla bilinen bir dükkanında, diğeri de Eğlence’de “Doriforos” meyhanesinde gerçekleşen buluşmalara tanıklık eden Vanezos, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne gönül veren bu üç Kıbrıslı Türk aydının yakın bir işbirliği içinde olduğunu anlatıyor.

Ayhan Hikmet ile Muzzafer Gürkan’nın 1962 yılında öldürülmeleri Kavazoğlu’nu çok derinden sarsmış. Hıristakis Vanezos’un anlatısında Kavazoğlu’nun bu cinayetler karşısında nasıl sarsıldığı net biçimde görülüyor. Kavaoğlu’nun ricası üzerine cenaze törenine katılan Vanezos, törendeki atmosferi en ince ayrıntılarına kadar Kavazoğlu’na aktardıktan sonra, şu gözlemde bulunuyor: “iki değerli arkadaşını kaybetmesinin onu derin bir acı ve hüzün içine sürüklediği her halinden belli oluyordu”.

Bu acı, sadece iki mücadele arkadaşını kaybetmesiyle sınırlı değildi elbette. 1958 yılında da mücadele arkadaşlarını kaybeden Kavazoğlu, giderek daha büyük bir yalnızlık içine sürükleniyor ve mücadelesini sürdürmek için başka başka çıkış yolları aramak zorunda kalıyordu. Belki de, ileride öldürülmesine yol açan “Luricina-bağlantısı” da, avukatların öldürülmesinden sonra ortaya çıkan örgütlenme sıkıntısının zorunlu bir sonucu olarak kurduğu bir ilişki olacaktı…

Kavazoğlu’nun Luricina Bağlantısı

Hıristakis Vanezos, 1965 yılının Ocak ya da Şubat ayında Kavazoğlu ile birlikte bir yolculuk yaptığını anlatıyor. Lefkoşa’dan çıkarak Larnaka istikametine doğru yol aldılar ve Piroyi köyünü geçtikten sonra yol üstünde durdular. Sonra da yolun kenarındaki tarlalardan gelen iki kişiyle temas kurdular. Luricina köyü sakinlerinden olan bu kişilerin arabasına seyr-ü sefer izni (ruhsat) çıkarmak için forma doldurdular ve arkasından da Kavazoğlu bu kişilerle birkaç dakika süren bir konuşma yaptıktan sonra oradan ayrıldılar. Bu temastan birkaç ay sonra Kavazoğlu’nun aynı yerde vurularak öldürüldüğü düşünülürse, olayın açıklığa kavuşturulması için bu temasın içeriğini ve hangi bağlamda yapıldığını anlamanın çok önemli olduğu aşikardır.

Bu ilişkide ilk dikkat çeken şey, AKEL Merkez Komite üyesi olan ve hayatı tehlikede bulunan birinin kendini riske atarak “araba ruhsatı” çıkarmaya çalışmasının biraz “tuhaf” olduğudur. Nitekim Vanezos da dönüş yolunda Kavazoğluna bu yönde görüş bildirmişti. Kavazoğlu her ne kadar “insanların küçük sorunlarıyla ilgilenmezseniz onları davanıza kazandırmazsınız” şeklinde bir değerlendirme yapmışsa da, bu temaslarda siyasi bir açılım peşinde olduğunu söylemek abartma sayılmasa gerektir.

11 Nisan Günü

Derviş Ali Kavazoğlu o gün çok neşeli uyanmıştı. Aynı evde kaldığı Conis ailesi sabahın erken saatlerinde evden ayrılmış, evi paylaştıkları diğer aile olan Vanezos ailesi de aile ziyaretine gitmek üzere hazırlık içindeydi. Kavazoğlu ise önceden planlandığı gibi, Kosatas Mişaolis ile Larnaka’ya gidecekti. Öyle biliniyordu. Neşesi yarinde olan Kavazoğlu, elinde bir erkek çocuğu resminden hazırlanmış bir postkardla gülüyor ve yeni doğum yapmış Hıristakis Vanezos’un eşi Maria’ya “bak gör, benim oğlum tıpkı bu çocuğa benzeyecek” diyordu.

Kavazoğlu’nun çocukları çok sevdiği söyleniyor, hatta aile kurup çocuk sahibi olmak için çareler düşünüyor, bunun için Bulgaristan Türklerinden bir kızla evlenmek için girişimide bulunduğu bile anlatılıyor. Kanımca, ölümünde de “çocuk sevgisi” bir biçimde rol oynamış olabilir.

Derviş Ali Kavazoğlu Dali köyünde çok sık vakit geçiriyordu. Hatta bu yüzden çoğu kimse onu “Dali’li” zannediyordu. Oysa Dali’ye sık sık gitmesi 1963-64 sonrasında orada yaşamaya devam eden az sayıda Kıbrıslı Türk’ün olmasındandı. Herkes tarafından çok sevilip sayılan Kavazoğlu, Dali’li Türklerin sorunlarına sahip çıkıyor ve çözüm bulmak için çalışıyordu. Onlar da onu takdir ve sevgiyle karşılıyorladı. Dali köyündeki Türklerin o dönemde önemli bir sorunu da çocuklarına Türk öğretmen bulmaktı. Kavazoğlu bu sorunu çözmek için köye bir bayan öğretmen getirmişse de, bu öğretmen kısa süre sonra köyü terk etmişti.

Kavazoğlu’nun Luricana-bağlantısının içeriğini eldeki mevcut bilgilerle tam olarak bilmek mümkün değildir. Yine de Luricina bağlantısını kullanarak öğretmen sorununa bir çözüm bulmak istediğini söyleyebilirz. Öyle anlaşılıyor ki, temas halinde olduğu kişiler kendisine bu konuda yardımcı olacaklarına dair söz vermişlerdi. İşte 11 Nisan 1965 tarihinde, her zaman yaptığı gibi, iki Luricinalı ile Larnaka-Lefkoşa yolunda buluşmaya gittiğinde, büyük bir ihtimalle bir öğretmenle geri döneceğini düşünüyordu. Ne var ki, bu buluşmada silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti.

AKEL’in Enosis Politikası ve Kavazoğlu’nun Trajedisi

Derviş Ali Kavazoğlu büyük zorluklara rağmen azmiyle mücadele eden biri olmasına karşın, özellikle 1964 yılında yaşanılanlar onu çok derinden sarsmıştı. Sadece iki toplumun kanlı çatışmalar içine sürüklenmesi değil, üyesi olmaktan gurur duyduğu AKEL’in Enosis politikasına dönüş yapması, onu büyük bir siyasi yalnızlık içine sürüklemişti. Gerçekten de, 1964 yılında AKEL yeniden Self-determinasyon/Enosis politikasına geri dönerek, 1960’tan sonra savunduğu “Bağımsızlığın Tamamlanması” tezini terk etmişti. Derviş Ali Kavazoğlu, hayatı boyunca Taksim tezine karşı çıkmış, bunun için hayatını ortaya koymuştu. Şimdi, özellikle de bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra, AKEL’in yeniden Enosise dönmüş olması, kabul edilir bir durum olamazdı. Nitekim, Vanezos’un anlatısında da Kavazoğlu’nun yaşadığı düş kırıklığı açıkça görülüyor. Merkez Komite üyelerinden Hambis Mihailidis’in Erenköy/Mansura çatışmalarına gönderme yaptığı bir konuşmasında “Mansura’da Kıbrıslı Rumlar ile Yunanlı kardeşlerinin kanları birbirine karışmıştır” demesi, Kavazoğlu’nu çok üzmüştü. Nitekim bu olayı başını iki eli arasına alarak Vanezos’a anlatırken “peki ama ben ne için mücadele ediyorum” diye sormaktan kendini alamadı.

Nerede kaldı ki, bu bir kişinin ettiği bir laf falan da değildi. Kendisinin de üyesi olduğu Merkez Komitesi, 19 Eylül 1964 yılında, buna benzer bir karar almıştı:

“AKEL, büyük kardeş Yunan halkına Kıbrıs halkına, verdiği ulusal kurtuluş mücadelesinde yaptığı yardımlardan ötürü teşekkür eder ve şükranlarını belirtir. Kıbrıs halkının anavatan halkıyla olan kopmaz bağları, çocuklarımızın kanlarıyla sulanmış ortak mücadele ve ortak kaderden kaynaklanan bağlardır.”

Derviş Ali Kavazoğlu 1963-64 yıllarında yaşanılanlardan iki toplumun liderliklerini sorumlu tutuyordu ve kan akıtılmasının barış içinde bir arada yaşamayı zorlaştırdığını çok iyi biliyordu. Bir noktayı daha biliyordu: Kıbrıs Rum liderliğinin izlediği Enosis politikası, Taksim tezini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. İşte AKEL’den beklentileri tam da bu noktada yoğunlaşıyordu. Kıbrıs Rum toplumuna doğruyu söylemek ve onu, Enosis politikasından uzaklaştırmak! Aksi halde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin geleceği çok karanlık olacaktı.

Ne var ki, AKEL’in tutumu Kavazoğlu’nun beklentilerinin çok uzağındaydı. AKEL, Self-determinasyon/Enosis kararında ısrar ediyor ve bunu yaparken de Derviş Ali Kavazoğlu’nu çok zor durumda bırakıyordu. Bu konuda Vanezos’a söyledikleri Kavazoğlu’nun içine yuvarlandığı trajik durumu yeterince aydınlatıyor:

“Vanezo, ben bugüne kadar yaptığım gibi, bundan sonra da mücadeleye devam edeceğim. (…) Ama AKEL’in Enosis politikası bana hiç bir şekilde yardımcı olmuyor, beni zor durumda bırakıyor. (…) Bir AKEL üyesi olarak Türk-Rum dostluğunun kurulmasına nasıl yardımcı olabilirim? AKEL’in Enosis politikası konusunda işbirliği yaptığım Kıbrıslı Türklere ne yanıt vereceğim, ne diyeceğim?”

Bu cümleler Kavazoğolu’nun içine düştüğü trajik durumu yeterince aydınlatıyor. Bu yetmiyormuş gibi, AKEL tarafından siyasi baskı altında tutulduğu da anlaşılıyor. Vanezos’a söyledikleri arasında şu cümle oldukça dikkat çekicidir:

“İşçi sınıfının büyük partisi AKEL’e mensup olduğum için gurur duyuyorum ama bir Kıbrıslı Türk olarak kendimi zaman zaman yoğun bir siyasi baskı altında hissediyorum. Yaptığım işlere siyasi destek verilmiyor”.

Zaman Derviş Ali Kavazoğulu’nu haklı çıkardı. Öldürüldüğü 1965 yılından sonra, gelişmeler daha da kötüleşti ve iki toplumun arası iyice açıldı. Bunda Enosis politikasının çok önemli bir etken olduğu konusunda şüphe yoktur.

AKEL’in Enosis Özeleştirisi

Geçen zaman içinde Kavazoğlu’nun öngörülerini sadece siyasi gelişmeler doğrulamadı. Partisi AKEL de Kavazoğlu’nun o dönemde söylediklerine hak vermek zorunda kaldı. Ne var ki, bu “özür” çok geç geldi. AKEL, 27 Ocak 1990 tarihinde, yani Kavazoğlu’nun öldürülmesinden tam 25 yıl sonra özeleştiri yaptı ve 1964-1967 yılları arasında Enosis politikası güdülmesinin “hata” olduğunu kabul etti. AKEL 1990 yılında aldığı kararda şöyle diyor:

“Üç yıla yakın bir süre boyunca AKEL de Self-determinasyon/Enosis tezine dönüş yaptı. Parti Pogramını ve Kurultay Karalarını çiğneyen bu dönüş, yanlış olarak değerlendiriliyor. (…)

Kıbrıs’ın bölünme tehdidid ile karşı karşıya olması, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş olması, partiyi daha etraflı bir tartışmaya sevk etmeli ve Self-determinasyon sloganı başından ve temelli olarak terk edilmeliydi.

Enosis sloganının yeniden canlanması, Emperyalizmin iki toplumda da hüküm süren şovenizmi kullanarak iki toplumu silahlı çatışma içine sürüklemeyi başardığı bir dönemde gerçekleşti. Enosis tezi sadece ortak bir anti-emperyalist cephenin oluşmasını engellemiyor, aynı zamanda, Kıbrıslı Türklerin kitleler halinde şovenist liderliklerinin etkisi altına girmelerine yardımcı oluyordu. (…)

Partinin o tarihte Self-determinasyon/Enosis politikasına dönüşü konusunda sorumluluk, kollektif olarak iç ve dış gelişmeleri doğru değerlendirmeyen bütün parti yönetimine aittir. Merkez Komitesi sorumluluğu bir tek kişinin, dönemin Genel Sekreteri Ezekias Papayuannou’nun sırtına yıkma çabalarını kesinlikle reddeder. Parti idaresi kollektif yönetim anlayışınca belirleniyordu. Nitekim Self-determinasyon/Enosis’e dönüş, kollektif bir karar olarak alınmıştır. Bu yanlış kararda sorumluluk da ortaktır.”

Görüleceği gibi, Derviş Ali Kavazoğlu’nun 1960’ların başında söylediklerini AKEL, resmi olarak 25 yıl sonra, 1990 yılında kabul etti.

Kaynak: Yeni Düzen, 28 Nisan 2008